Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Haydar Ergülen’le ‘Haziran. Tekrar’ üzerine ‘Şiir sokağından geçip mektup evine gelirsiniz’ Haydar Ergülen, Haziran, Tekrar‘da, “Açık Mektup” köşesindeki yazılardan bir seçki sunuyor. Olaylara, çevresinde yaşananlara, insanlara şairin mavi penceresinden, şairin duyarlığıyla bakarken sözcüklerin kayığına bindiriyor okuru. Şiire yakın duran bu yazılarında aşka dair yazıyor Ergülen; insana, çocukluğa, arkadaşlığa, hayata ve ölüme, zamana ve yollara, kentlere ve şiireşaire dair. Kendi iç dünyasının sınırları içinden dış dünyaya saf, kirletilmemiş, çocuksu bir bakışla bakmaya çalışıyor. Ergülen’le kitabını, şiiri, mektubu ve düzyazıyı konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR itabı elime aldığımda fark ettim ki daha okumadan bile mektup deyince aklıma Haydar Ergülen geliyor! Şiir kuşkusuz başta ama “mektup”la, o biçemle de özdeşleşti isminiz adeta, sanırım pek çok okurun gözünde de böyle bu. Bir önceki söyleşimizin sonunda “Yazdığım her metne mektup gözüyle bakarım. Bana göre her şiir ve yazı mektup. Roman olmuş, öykü olmuş, deneme olmuş önemi yok. O mektup bazılarının adresine gider, bazıları yanlış adres diye geri döner, bazıları bir zaman sonra adresini bulur” demiştiniz. Bu söyleşiye de bunu açmanızı rica ederek başlayalım... Sevgili Doğan Hızlan, yıllar önce, Eskiden Terzi adlı şiir kitabımla ilgili yazısını, “Kuzguncuk Oteli” şiirimde yer alan “Ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım” dizesiyle bitiriyordu. “Haydar Ergülen şiirinin özeti bu dizedir” mealinde bir şey söylüyordu. İnsan kendine inanır ama başkalarının sizi kendinize inandırması daha değerli, daha sevindirici. Hele o başkaları değer verdiğiniz kimselerse. Hızlan bunu yazınca kendi kendime “evet, haklı, benim hayatım da tıpkı o dizedeki gibidir, anılar ve ağırlamalarla geçti, geçiyor” diye düşünmüştüm. Elbette hayat mı ömür mü, geçen hangisi ve hangisi daha çabuk geçiyor bilemedim ama galiba hayat sokak, ömür de ev gibi bir şey. O yüzden benim için ömür geçiyor demek daha doğru, ortasından sonra “bir göz açıp yummuş gibi” geçerken, “anı” dediğimiz şey de “hatıra” adını alıyor, mutlaka iyi ağırlanması, sıkı hatırlanması, daha doğrusu hiç mi hiç unutulmaması icap ediyor. Geçenlerde Mehmet H. Doğan’la ilgili, 28 Haziran 2011 sekseninci doğum günüydü, “Mavi Süvari” başlıklı uzunca bir portre yazdım. Mehmet Abi için kim söylemişti bilemedim, “içinde biriktirdi” diyordu. Bizim “içimize attığımız”ı o “içinde biriktirmiş” meğer. Ben de onunla bir benzerlik kurdum ve orta hayata, orta ömre, orta zamana kadar içimde biriktirdiklerimi, ortayı geçince içimden atmaya başladığımı düşündüm. Bunlar da yazdığım diğer mektuplar da içimden attıklarımdır yani. Kimse üstünde adı yazılı olmasa da, mektubun kime geldiğini bilir. Artık mektupsuz, “mektupsusuz” da diyelim, çünkü mektubun olmadığı bir iklim susuzdur, Kerbela gibidir, bir medeniyete devrildiğimiz bu çağda insanın ister yazan, ister okuyan bir mektup kişisi olarak mektup düşüncesini taşıması bile bence ‘anarşist’ bir tutumdur: ‘Alayına isyan, alayına itiraz’ diye hâlâ var kılınmaya çalışılan bir eylemdir mektup. Şiir nasıl çağa karşı bir ‘direniş’ olarak tıpkı aşk gibi bir örgütlenme biçimiyse. O yüzden de mektup şiir gibi kıymetlidir, o yüzden de mektup, şiir ikisi de aynı sokakta oturan iki yoldaştır. Şiir sokağından geçip mektup evine gelirsiniz, adresi de budur. “İÇİME ÇOK MEKTUP ATILDI” Yazmaya teşvik eden itici güç, ilham tetikçisi, sosyal ve içsel terapi... Mektup hangisi veya hangileri sizin için? Hepsi ve hiçbiri ve daha pek çok şey. Aslında yalnızca doğal bir şey. İnsanlar ellerine iki sebepten ötürü kalem alırlardı eskiden, bir şiir yazmak için, iki mektup yazmak için, insani faaliyet anlamında söz ediyorum. Bu bile, yani gönüllü olarak yapılan iki eylemin, şiir ve mektup olması bile, hem ikisinin de doğallığını gösterir, hem de insana içkin olduğunu, adeta insanla birlikte var olduğunu ve bu yüzden de hâlâ yazılıyor ve okunuyor olduğunu gösterir. Benimki de tamamen insani, hatta çocukça sebeplere dayanır. Çocukluk diyelim. Büyüyememek demeyelim, çünkü büyüme arzusunu içeren bir eksiklik var bu sözde. Öyle ya büyümek isteseniz de büyüyemezsiniz. Hem de memleket ve dünya ne yazık ki çeşitli sebeplerle büyüyememiş insanlarla doludur. Özetlersek, şiir ve mektup ‘doğal bir zorunluluk’ ya da ‘tabii bir mecburiyet’ sebebiyle yazılır. Mektup neyi imliyor veya imlemiyor artık? Veda mı, yürek burkuntusu mu, hüzün mü, umut mu? Bir rengi ve duygu tanımı olsa olsa ne olurdu mektup? İnsan her seferinde postadan, kitapların, dergilerin, zarfların, reklam, fatura gönderimlerinin arasından, damgası ister Türkiye, ister dünya, isterse uzay olsun, bir mektup çıkacağını ve bu mektubun yıllardır onu arayıp durduğunu, diyelim ki otuz kırk yıl ve sonunda gelip bulduğunu hayal ediyor. 4050 yıl, hatta daha çok zaman kayıp olan mektupların, çoğu kez cepheden yollanmış mektuplar bunlar, gelip adresini bulduğu bilinir. Aşk K olsun o mektuba, hatta şiirim pul olsun o mektuba ki nasıl bir vefadır bu! Bazı sözcükler ne kadar yakın, vefa ile veda. Anlamları da yakın aslında. Vefalı olmak için veda vaktini bekliyoruz sanki hepimiz. Önce veda, sonra vefa... Oysa tam tersi olmalı değil mi, önce vefa, sonra veda. Ben de ‘vedaların ilmi’ni mektuplarla öğrenenlerdenim, yaşayanlardanım. Çok vedalaştım, çok mektuplaştım, içimden çok mektup gitti, içime çok mektup atıldı... Mektup olsun da isterse vedayı, ayrılığı duyursun, onun bile bir zarafeti, bir kıymeti var. Maazallah, şimdi genç olsam, âşık olsam, sevgilim beni bir sms ile terk etse, “twit” atsa ne bileyim, doğrusu çok ağrıma giderdi! Oysa mektup yalnızca aşkta değil, ayrılıkta da birine değer verdiğini göstermektir, düşmanın, rakibin bile olsa ona mektup yazmakta da bir ‘şövalyelik’ var, bir ‘düello’ ruhu var. Bir sabır, bir emek, bir incelik var. Neyse ben hâlâ gelmeyen, daha doğrusu gelmek için zamanını bekleyen mektubumu bekliyorum. Nasıl Necatigil’in “bazı şiirler bekler bazı yaşları” dizesi gibi, bazı mektuplar da bekler zamanını. Vaktinden önce gelmesi de doğru olmaz. O yüzden hâlâ sevinçliyim, ümitliyim, heyecanlıyım. Kimden gelecek derseniz, bilmiyorum. Ama mektup beklediğim biri var. Eskişehir’de 1968’de, canım 68 yılında hem de, 19 Mayıs Ortaokulu’nda Fransızca öğretmenim olan, eşi de Eskişehir Maarif Koleji’nde İngilizce öğretmeni ve çevirmen Selçuk Yönel’di, Gökçe adını verdikleri bir kızları vardı, Avşa adalı Rukiye Gül Yönel hocamın bana bir mektup göndermesini çok isterim. Bazen mektubun insanını bulamadığı da olur ya, bazen de insan ne yapsa ne etse sevdiklerini, özlediklerini bulamaz. On yıl boyunca “Açık Mektup” köşesini yazarken, orada da yazıyla aramıştım hocamı, bir kez de buradan arayayım, belki okur beni. Hocam 43 yıl sonra sizden eski bir öğrenciniz olarak mektup bekliyorum. Hevesle bekliyorum. “ŞİİRİ MEKTUP NİYETİNE YAZIYORUM” Bu yazılarınızı kaleme alma ve gazetede yayımlanma süreci nasıl gelişti ve nasıl tepkiler aldınız okurlardan yayımlandığı sürede? Semih Kaplanoğlu “Karşılaşmalar” başlıklı köşesinden ayrıldıktan sonra ben yazmaya başladım. 1998 Temmuz’du sanırım, 2007 Haziran sonuna kadar da haftalık olarak “Açık Mektup”’ köşesini on yıl yazdım. İlk yıl, mektupların altında, sonradan Zarf adlı şiir kitabımda topladığım küçük şiirleri yazdım, pul, mektup, zarf, postayla ilgili şiirlerdi bunlar. Sağolsun sevgili şair Gonca Özmen o kitapla ilgili “İçli Zarf” diye çok içli bir yazı yazdı, kitabın adı da İçli Zarf kaldı. Okullara, başka kurumlara şiir okumaya, söyleşiye gidiyorum, kitaplarım sayılırken Zarf kitabım İçli Zarf diye sayılıyor artık, üçüncü baskısı haziranda yapıldı, acaba yeni baskısında adını İçli Zarf mı koysam diye ciddi ciddi düşünüyorum! Eee, şairlerin de bir kitabı okuması başka türlü oluyor, Gonca kitabı öyle okuyup yazdı, öyle güzellik kattı ki adı bile içlilik kazandı. Bir yıl sonra bıraktım yazıların altına zarf yazmayı, iyi ki bırakmışım. Düşünsenize, şimdi herhalde onlardan bir Zarf Şiirleri Antolojisi çıkardı! Hayli olumlu, olumsuz ve ilginç tepkiler aldı. Beni şiirlerimden doğru tanımayanların bir kısmı o yazılardan doğru tanırlar. Ayrıca sonraları şiirin yanı sıra uzun denemelere de yönelmemde o mektupların ¥ da payı vardır. Her kesimden, her ¥ dü du ni sevin lim, hay doğaya Haz topland deki du gu var… Haz tup”lar Erdal Ö bir kita yazıyor Sevgi menim Can’da lümlere da da o tup; aşk luğa, ha ve yazıy sanlar S portre d lüm var lanmışt yitirdiğ tuplard tine yaz ve bağla tubun b yorum. lar ama ları için de hoşg kaleme yılın ‘aç redeyse ğim gib dım, ku yazdım gu var d ye’nin d başlayın Hrant D olarak o yazılar y Kürt ço ninin d dipçikle gibi vah lamazd daha so de adı V deneme Tekrar cu kitle taptı, b en son Yılmaz nımdan kısını ya o da sağ dı kitab yayımla mızı Ke ğinde y Haziran Haydar Ergülen her seferinde şiir yazmaya acaba yazabilecek miyim, nasıl başlayacak duygusu, acemiliği ve hevesiyle oturuyor. “HER Min ları da a Tab tun baş yerde v dinin ad mıştı, y mektup gunlaşt Şimdi d mektup Sonbah ri tümü adını A yeni şiir için yaz Alfabes Nar’la k SAYFA 16 21 TEMMUZ 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1118 CUMH