27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

olmaBen şiir su ğu kaiçimtanım beni. özcük in içialıklar uk yanve miüntüyle söyleu kaararlaarak masının kullan, buarlagörükatk algı önütenlik” et enlikli ırım. m, düyazoynatbakar geçiral ve önele kace ve ıp kalmedi. çtikçe bir aradalga başladuyguzlemleyerini ınıfta atan i. Metündepabul’da yledike akda olonulanomik kiuluş renme kiye’de nneaşa olmirlemin de m. Soi öğearı, kode korkuktiğinmizde olduği ¥ 1118 edildiği bir alan olduğunu yazdıkça öğrendim. Dostluğu da muhteşem, düşmanlığı da. Şiirin bu sıfatlarını öğreninceye kadar neredeyse kırk yıl geçti. Hâlâ gizini keşfe çıkıyorum. Vedat Günyol sizin için “insanın insana varmasını dileyen bir şair” diyordu, mayanızdaki o hep hareket halindeki şaire referans olarak. Usta haklı! Sorum da ondan yana gelecek. Dingin, durgun bir şiir değil sizinki. Derdi, bolca sözü olan, sürekli hareket halinde bir şiir. Özgün biçemi kendisini hemen ele verse de her kitabınız yepyeni bir okuma… Şiirler sahibine benzer. Birey olarak durağanlığı, aylaklığı, rahatı fazla seven biri değilim. Yaşamın sunduklarının ötesini aradım hep. Çoğu yerde susmayı denedim olmadı, güler yüzlü, mutlu şiirler yazayım dedim olmadı. Uygun ve uslu kız olayım dedim beceremedim, adım “cinli kız”a çıktı. Şiirlerim, bu toplumda dayatılan ne varsa, baskı ve zulüm içeren, karanlığa ve başkaldırıya götüren ne varsa onları barındırır. Sokakta uyur, geceyi gezer, buluttan nem kapar, uysaldan çok deliyi sever. Bir söyleşide, “Malatyaİstanbul arasında, kara dumanlarını ıssız ovalara savurarak ve dağ geçitlerinden acı düdükler çalarak giden bir trenim” demiştim. “İçimde hastalar, yaşlılar, gurbetçiler, kaçaklar, kaçakçılar, yeni doğmuş bebekler, biletsiz yolcular, marangoz çırağı, yeni öğretmen, aşçı, terzi, mapustan çıkanlar, tüccarlar, hırlı hırsızlar, dilenciler, kaltaklar, iyiler, kötü bakanlar, ölümü taşıyanlar, figüranlar, siyasiler. Yaşamda olan biten kim ve ne varsa “ben olan” bu trenin yolcusu. Kısaca şiirim insan taşıyor, insana taşıyor diyebilirim. Dünya bu kadar hızlı dönerken, yaşamın yığınla korkusu, derdi varken şiir nasıl durabilir? “SORGULAMALAR ŞİİRİMİN DEĞİŞİM EVRELERİNİ OLUŞTURDU” ¥ tendiğinde tüm gizlerin aşikâr Şiirimizde erkeğin görünür kılınması çok alışılmış bir durum olmadığı gibi onları etiyle kemiğiyle şiire sokmak da söylemde özgürleşmenin bir göstergesi. Çocuktan aileye, aileden topluma, toplumdan tarihe uzanan izler sürdüm. Yok sayılan küçükler hep ilgi alanım oldu. Toplu şiirlerdeki kitaplara göz atacak olsak ve de ikiziniz olan kadınlara… Şairlerimizi incelerken onları özgün kılan şeyin neler olduğunu hep düşünürüm. İncelemeler ışığında şiirime çok baktım. Nerede durarak neyi, nasıl, niye yazdığımı sorgulamam, (olabildiğince!) yansız değerlendirmeye çalışmam; şiirimin değişim evrelerini oluşturdu. İlk üç kitabım “ben”den hareketle yol almış, simge ve imgeleri fazla şiirleri kapsarken Gül Küstü’yle daha önce genel olarak işlenen temalar ayrışıp, netleşmeye başladı. Kadı Burcu, tümüyle bugüne değin fazla işlenmemiş olan ve kadın bedenine ilişkin temaları (kürtaj, bekâret, göğsü alınan kadın, gebelik, dulluk, tecavüz, kadını mitleştiren öğeler, analık ve mistisizm) seçerken Kırmızı Firari’de kadının ve erkeğin tarihsel birlikteliğinde çocuk, insan ilişkilerinin öteki yüzü, aşkın geçiciliği ve yalnızlık temaları ağırlıkta. Bu iki kitabımda söylem kapalı gibi görünse de başlıklar ve içeriğe ilişkin ipuçları şiire ışık tutmuş, dilin yolu açılmaya başladı. Bunları Gül Küstü’de topladım. Şiirlerimdeki en önemli yol ayrımı Deli Bal’dır. Buradaki kadın özgürleşmeye ve teker teker zincirleri kırmaya başlar. Özgüveni, direnci ve birikimi daha fazla. Özgür aşkları, söylemleri denerken korkusuz. Sevgiliye “Cehennemin kapısıyım içeri gir/ adımın harfleriyle örteceğim yüzünü” der. “Cennet kendisini aşkın cehenneminde sınar” diyecek kadar aşkı tanır. “Tanrıyla Konuşmalar” bölümünde inandığı, güvendiği, sevip yalvardığı tanrısından umduğunu bulamadığı için isyan eder ve “Günahlardan çok korktum/ günahkar olana kadar” der. “Ağrı İstanbul’a Benzer” bölümü doğudan batıya süren göç destanı ve doğuyla batıda yaşananları; en yüksekle Ağrı’yla en güzel, en büyük İstanbul’u simgeleriyle buluşturur. Yedi İklim Dört Mevsim Türkiye Destanı, yıllarımı alan ve Yeni Asya tarihini ve fiziksel özelliklerini gösteren bir çalışma. Dil Altı arınmış, dingin bir söylemin şiirleri. Yeni kitap Suçlu Fırtınalar’da ise “kadın” sevdiği erkeği adı ve bedeniyle var ediyor. Bu kitapları da Suçlu Fırtınalar’da bir araya getirdim. Son kitaptaki kadın artık değişmiş, bugüne kadar dayanan “ayıp, yasak, günah” üçlemesi kalktı. Ağlamalar ve şikâyetler bitti, sitem ve şikâyet yerini “gücünü kendisinden alan”, kimseden yardım ve şevkat beklemeden yaşayabilen kimliklere bıraktı. “Aklımı elleme Hüseyin” derken, başkalarının yönlendirdiği tarihinin farkında. Bu kadınlar büyük aşklar yaşar ve saklamaz da. Kadının olduğu yerde “doğurduğunu doyurmak ve korumak adına” “tanrı” kavramı, mistisizm kaçınılmaz. Bu temaların kadınları yeni kitapta, cehennem korkusunu yenmiş, sınır ötesine taşındı. Yerlerini bilir, cenneti beklemezler. Çoğu sıradan olan bu kimlikler “sevgili, atıver parmaklarını düğmelerime/ kirli gecelerdir sevmekle ağartılır” der. Tam da bu noktada doğa, kadınisim isim, isyan, siyaset, mitoloji hele ki Anadolu hatlarında geniş topraklarda evrilen şiirinizin temalarını da değerlendirir misiniz? Şiirimin ana izleği öncelikle kadınlar, çocuklar, aşk, ölüm ve zaman. Doğa tüm görüntüsüyle fonu oluşturur, şiire zemin hazırlarken kadın kahramanlarım, beraber yaşadığı erkekleri de yasaklarından dışarıya çıkardı. Şiirimizde erkeğin görünür kılınması çok alışılmış bir durum olmadığı gibi onları etiyle kemiğiyle şiire sokmak da söylemde özgürleşmenin bir göstergesi. Çocuktan aileye, aileden topluma, toplumdan tarihe uzanan izler sürdüm. Yok sayılan küçükler hep ilgi alanım oldu. “Artık yeni temalara yöneleceğim” desem de, bir cinsin, bir inanışın, bir ırkın sorunları sürdükçe şiirleri yazılacak. Şiiri bir “ses” olarak alan bir şair olmayı anlatın bize! Uğuldamıyor şiiriniz ses veriyor tüm ritimlerde. Yerine ses, yerinde saz, yerinde hayattan sızan kem gözlere, kem yüreklere nazar boncuğu gibi. Okuyanı germeyen, ama derdini söyleyen bir şiir. Bunu yaparken şiir olmaktan vazgeçmeyen, ayakları yere basan, sahici bir şiir... Evet, şiirimin derdi, sorunları var. Mutlulukların, sevinçlerin şiiri değil, rahatsız ve durmadan hareket halinde. Tıpkı içinde yaşadığım ülke gibi. Kahkahasından, gülümseyişinden, sessiz duruşundan daha çok, haykırışları, sitemleri ve şikâyetleri var. Duymazdan gelemem ki… gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Toplu Şiirler I Gül Küstü/ Arife Kalender/ İlya Yayınevi/ 328 s. Toplu Şiirler II Suçlu Fırtınalar / Arife Kalender/ İlya Yayınevi/ 424 s. 21 Ayşe Kulin’den Selçuk Altun’a ikinci ve son yanıt elçuk Altun yine yazdı! Bu genç adamın (aramızdaki yaş farkı dolayısıyla o benim için genç adamdır) sığ bulduğu bir yazarla neden sürekli uğraşmaya tenezzül ettiğini anlamamakla birlikte, bana olan düşkünlüğü hoşuma gitmiyor da değil! Ona dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım; Nominee, İngilizce ADAY demek! Ben Dublin Impac Award’a ADAY gösterildim. Bu gerçek, onun isteğiyle değişemez! Üşenmeseydi(www.ımpacdublinaward.ie) sitesine girer, 2011 yılı adayları listesine bakar, benim adımı ve kitabımın resmini görürdü ama o dayanağı olmayan bir gazete yazısını kaynak kabul etmeyi tercih etti. S.A’nın kaynak gösterdiği yazıyı yazan kişi içinse ancak şunu söyleyebiliyorum: “ Hem dersini bilmiyor/ Hem de şişman herkesten.” S.A, eğer bu ödüle ne hakla aday olduğumu ve bu ödülün adaylık şartlarını sorguluyorsa, Cumhuriyet Kitap Eki sayfalarına değil, IMPAC Ödül Konseyine başvursun. Belki onun arzusuna göre Dublinliler adaylık şartlarında bir değişiklik yaparlar. Yayın dünyasının içinde olduğu halde, bu üstün nitelikli yazar, Dalkey’in 2012 yılında yayınlayacağı kitapları, 2011 yılı kataloğunda aramak gafletine düşüp, yalanlarıma yalan eklediğimi iddia ediyor; Dalkey’de basılmış İngilizce bir Ayşe Kulin romanına dokunmak istiyor. Kitabım 2012 Nisanı’nda yayınlanınca ona yollarım, dokunur inşallah, o da ben de rahatlarız. S.A üçüncü saldırı yazısında, hakkımda önceki yazdıklarını tekrarla yetinmiyor, kitaplarımın Almanya’da, Fransa’da, İtalya’da, İspanya’da, Portekiz’de, Brezilya’da, Çin’de yayınlanmış olmalarını göz ardı ederek, sadece ‘istan’lı ülkelerde çevrilmiş olmalarıyla alay ediyor. Geçen yıl da, üç kadın yazarın kitaplarına atfen (Eatshit! Fortybillion insects can’t be wrong/Sinekler b..k’a konar) diyen bir yazı kaleme almış, biz üç yazarın yüz binleri bulan okurlarını, pisliğe konan sineklere benzeterek aşağılamıştı. Herkesi ve her şeyi, adları ‘istan’la biten Hırvatistan Bulgaristan, Macaristan gibi ülkeleri dahi küçümseyen bu genç adamın ciddi bir sorunu olduğunu düşündüğüm için, bir daha ne yazarsa yazsın ona asla yanıt vermeyeceğimi burada beyan ediyor, kendini Türk doktorlarına teslim etmesini içtenlikle öneriyorum. İnsanları yalancılıkla itham etmenin bir suç olduğunu öğrenmesi için de yargıya başvuruyorum. Dilerim bu ona bir ders olur. S AYŞE KULİN TEMMUZ 2011 SAYFA 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1118
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle