Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Don Thompson’dan ‘Sanat Mezat’ Sanat ekonomisinin doğası Çeşitli kurumların yanı sıra bir ara Türkiye’de Bilkent Üniversitesi’nde de konuk öğretim elemanı olarak çalışmış olan Don Thompson’un yaşanan somut olaylara ve tanıklıklara dayanarak hazırladığı kitabı Sanat Mezat, aslında çağdaş sanattaki parasal ilişkilerin, birbirini tutmaz görünen ekonomik değer ölçütlerinin oldukça ayrıntılı bir dökümünü içermesi bakımından sanat pazarına ışık tutuyor, bu pazarın akış grafiğindeki flaş inişçıkışlar için ilgilisine ve meraklısına yerine ve koşullarına göre değişkenlik gösteren örnekler üzerinden bir sırlama sunuyor. Ë Kaya ÖZSEZGİN on Thompson’ın kaleme aldığı Sanat Mezat‘ın kahramanları, etten kemikten insanlar olduğu halde ortama dışardan bakanlar açısından “muhayyel” varlıklar gibi görünüyor. Nedenine gelince sanat dünyası, kendine özgü koşulları olan, bu koşullara göre işleyen bir “tuhaf” mekanizma. Yazarın, bu çevrelerde dönen ekonomiyi böyle tanımlaması şaşırtıcı değil. Bir sanatçı, adına modern sanat dediğimiz kavramı, kendi kendimizi “terörize” etmenin bir aracı sayması da bu tuhaflığın bir uzantısı değil mi? Nitekim yazar da kitabının giriş bölümünde sanat dünyasını, “en temel kavramların bile kaypak olabildiği bir ortam” olarak tanımlaması doğru. Neredeyse hiçbir şeyde “genel bir mutabakat” yoksa, sanat ticareti nasıl işler? Alınan ve satılan, el değiştiren yapıtlar için nasıl bir çark döner? Söz gelişi, doldurulmuş bir köpek balığı, nasıl oluyor da sıradan bir nesne olmaktan çıkıp on iki milyon dolara alıcı bulabilir? Saatchi ve Gagosian gibi sanat pazarının önde gelen isimlerini, sanata süper fiyatlarla yatırım yapmaya, daha sonra da yüksek kârlarla elden çıkarmaya yönlendiren etkenlerin açık bir izahı var mı? SORULAR VE YANITLAR Kitap bir bakıma bu ve benzeri sorulara yanıt arıyor. Ama serilmediği bütün örneklerden sonra, kitabın bitiminde kendisini sanat dünyasındaki bu yolculuğa çıkarken zihnini kurcalayan iki önemli soruya karşılık bulamadığını itiraf etmeye götüren şey gene ortada durup duruyor: “Belli bir sanatçının eserinin aranır olmasını sağlayan şeyi kim belirler?” İkinci soru da şu: “Bir köpekbalığı heykeli ya da çağdaş resim, hangi sihirli işlem sonucu 250 bin dolar değil de 12 milyon dolar ya da 140 milyon dolar eder?” Görüşmelerde ve tanıklıklardan sonra yazarın kafasında üçüncü bir soru şekillenir: “Çağdaş sanat piyasası ve kontrolden çıkmış fiyatlar nereye doğru gidiyor?” (s. 335). Yanıtlar karmaşık, son sorunun yanıtı ise hâlâ belirsiz olduğuna göre, kitapta yer alan örneklerden çıkarılacak sonuç gene tartışmalı olmaya devam edecek. Koparılan bütün gürültüye karşın çağdaş sanat dünyası aslında o kadar da büyük değil: 10 bin müze, sanat kuruluşu ve devlet koleksiyonu, 1500 müzayede evi ve yaklaşık 250 yıllık sanat fuarı ve sergi, 17 bin ticari galeri. Dünyadaki çağdaş sanat satışlarının değeri, yaklaşık 18 milyar dolar. SAYFA 20 21 TEMMUZ D panır. Devam ediyor: “İlk birkaç yıl sadece birinci el piyasa satışlarıyla ayakta kalabilen çok az galeri var” (s. 71). Müzayede evleri faslında, doğaldır ki ikisi öne çıkıyor kitap boyunca: Katma değer yaratan bu evler, 1766’da önemli kişilerin ev eşyasını satmak üzere kurulan ve daha sonra sanat yapıtlarını süper fiyatlarla pazarlama aşamasına gelen Christie’s ve ondan yirmi iki yıl önce kurulmuş olan Sotheby’s. Piyasaya birlikte egemen olan bu iki kuruluşun öyküsü, bir bakıma sanattaki parasal gücün öyküsü. Zaman zaman gündelik basına yansıyan bol sıfırlı satışlarla dünya sanat piyasasını ellerinde tutuyor bu iki kuruluş. SANAT PAZARI Kitabın en ilginç bölümleri, yazarının yakından izlemiş olduğu müzayede satışlarındaki psikolojinin dökümsel analizi. Bu psikoloji, müzayedelerin seyri hakkında okuru yeterince aydınlatıcı ipuçları veriyor. Alıcıları arttırmaya yönelten egolar, pey sürme yarışı ve Jerry Saltz’ın deyişiyle “fetişleştirilen arzular” bu psikolojinin öne çıkan göstergeleri. Bütün bunlar, müzayedelerin “gizli dünyası”ndan ayrıntılar aktarmaya götürüyor yazarı. Şu cümle dikkat çekici değil mi: Çoğu zaman “her şey satılmış gibi gösterilirken modern ve çağdaş sanat müzayede rekorlarının üçte biri ila yarısı danışıklı” (s. 205). Thompson’a göre, müzayede evleri gerçekten de sanatın yanı sıra “gösteriş ve tiyatro da pazarlıyorsa”, müzayede evi sırları daha iyi bir tiyatronun sahnelenmesine katkıda bulunuyor olabilir (s. 222). Thompson entrikaları ve karmaşık yönleriyle birbirinden farklı yorumlara konu olam müzayede ortamı hakkında etraflı bilgi edinebilmek için sık sık mü Bu toplam oluşum içinde seçkinleşen ve piyasayı elinde tutan kuruluşlar var ki onlar hep ön sırada yer alıyorlar. Yazar, bunların dökümsel analizlerini yapıyor ve sanat literatüründe sık kullanılmayan “ana akım tacir”, “ana akım galeri” gibi ifadelerle onları benzerlerinden ayırıyor. Bunlar markalaşmış olan örneklerin hemen altında bulunuyor ve bir anlamda hepsi “sıçrama tahtası.” Bizde son yıllarda yaşanan galeri bolluğu düşünüldüğünde, bunların çoğunun aynı hızla kapanmasını doğal karşılamak gerekiyor. Çünkü yazara bakılırsa, çağdaş sanat dünyasında yeni açılan beş sanat galerisinin dördünün ilk beş yıl içinde kapanacağı öngörülüyor. Beş yıldan fazla etkinlik gösterenlerin de her yıl yüzde onu ka zayede öncesi sergileri kaçırmamaya çalışırken, bu alanın önde gelenlerinin görüşlerine başvurmuş doğal olarak. Onlardan biri (Peter Wilson) müzayedelerin “biraz tiyatro, biraz kumar” olduğunu ve bu şekilde ele alınması gerektiğini söylemiş yazara. Cömertçe yardım gördüğünü belirttiği kişiler arasında sır küpü olarak kalmayı tercih eden de olmuş. Bütün bunlar, sanat pazarını inceleyen böyle bir kitabın bilinen akademik türdeki yayınlardan farklı bir kitap olduğu gerçeğini düşündürüyor. Nitekim yazar da “çağdaş sanatın ekonomisine bir keşif yolculuğu” olarak tasarladığı kitabının “akademik bir referans” olmaması nedeniyle dipnotlara yer vermediğini belirtiyor bir yerde (s. 373). Gene de kitabın kapsamına giren konularda yayın kaynaklarına da (bu kaynakların yanı sıra girdiği sanat sitelerini kitabın sonunda veriyor) başvurmuş olması, özellikle de örneklerin çoğulluğu, konunun kaypaklığını bir ölçüde giderebiliyor. Sanat pazarının ülkeden ülkeye, merkezden merkeze kapasite ayrımları göstermesi, büyük yatırımların hacimsel göstergeleri, müzayede eğiliminin inişçıkışlarla dalgalanması, yazarı birtakım mukayeseler yapmaya yönlendiriyor sık sık (Örneğin New York çağdaş sanat piyasasının yıllık satış hacmi, Paris’tekinin yaklaşık on katı). Bunda yazarın “son kale” dediği sanat fuarlarının da payı var kuşkusuz. Bazı uzmanlara göre sanat fuarları, piyasanın üst katmanlarındaki alıcılar için önem bakımından müzayedelerin önüne geçmiş (s. 257). Örneğin dünyanın önde gelen fuarları arasında Basel, Maastricht ve Frieze gibileri “satış ve ödeme hızı”nda müzayede evlerine fark atar. Ticari sanat fuarlarının geleneği on beşinci yüzyıla kadar geriye gidebiyor ama çağdaş sanata damgasını vuranlar (bunları ilki 1913’teki New York Armory sergisi) yirminci yüzyılda. Sanat alanındaki “kültür değişimi”ni temsil etmesi yönünden (s. 260) bizdeki sanat fuarcılığının hızlı gelişimi, Batı’daki örnekler çapına ulaşmış değil kuşkusuz ama bir sınırın aşıldığını söylemek yanlış olmaz. Bir örnek olması bakımından kitabının başka bir bölümünde, Christie’s’de 2006’da açık arttırmaya çıkarılan Francis Bacon’ın üçlü otoportresini baştan sona izliyor ve gelişmeleri aktarıyor yazar. Savaş sonrası dönemin bu en büyük Britanyalı sanatçısı, markalaşmış bir galeriden gelmemiş olmasının da etkisiyle yapıt birkaç turun ardından Avrupalı bir teklifçiye beklenenin altında bir fiyatla satılır ama bir başka müzayedede Bacon rekoru kırılacaktır. Bacon’ın deyimiyle “şiddet hayatın parçası” olduğuna göre, bu şiddetin bir yansımasının müzayede ortamında yaşanması da doğal. Markalaşmış koleksiyoncu Saatchi’nin öyküsü de kitabın ilgi çeken bölümlerinden biri. Gene yazara bakılırsa, bütün sanat piyasaları “döngüsel.” Bir dönemde hiçbir gücün durdurmayacağı sanılan rekor fiyatların sahipleri, başka bir dönemde yerlerini başka sahiplere bırakacak ve müzayede çarkı bu kez onlardan yana dönecektir. Don Thompson’ın izlenimleri, bu dönüşümün kanıtlarını sıralamakla kalmıyor, beklentileri ve tahminleri aşan sanat yapıtı ticaretinin büyüklüğü, müzayedeciliğin “entrikaları” üzerine de aydınlatıcı bilgiler veriyor. Kitabın sonundaki dizin, konunun ayrıntıları üzerine bilgi edinmek isteyenlere kolaylık sağlıyor. Sanat Mezat/ Don Thompson/ Çeviren: Renan Akma/ İletişim Yayınları/ 394 s. Jeff Koons, Yavru Köpek, 1992, paslanmaz çelik, toprak, jeotekstil, iç sulama sistemi, canlı çiçekli bitkiler, rockefeller Merkezi, New York (solda). Francis Bacon, Kompozisyon, 1933 (sağda). 2011 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1118