Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ali Mert’ten ‘Bababa Bebebe’ Baba: Eril ana Bugüne kadar hep “tersi” yazıldı: Bebeğimizi beklerken, bebeğimizi büyütür, bebeğimizi besler; bebeğimizi şu ederken, bu ederken. “Annenin el kitabı”, “Annenin temel başvuru kaynağı”, “Annebebek sağlığı...” İşte şimdi sıra, enteldantel babanın elkol kitabına geldi; Ali Mert, babalar için kaleme aldı: Bababa Bebebe. Ë Mustafa ADALI ıllar önce bazı ülkelerde erkek kamu çalışanlarına da dört ay “doğum izni” verildiğini okuyunca önce şaşırmış, ardından şaşırdığım için hafiften utanmıştım. Asıl şaşırtıcı olan, babalara doğum izni verilmemesi değil mi? Yeryüzüyle ilk kez selamlaşılan o kritik dönemde babanın da ana gibi kesintisiz birkaç ay yenidoğanı yakın markaja alması psikologlarca hararetle tavsiye edildiğine (ilk aylar, duygusal ve zihninsel gelişmesi için çok önem taşır, ilk tecrübeleri sonraki gelişmesini şekillendirecektir), hatta zorunlu görüldüğüne göre. Her baba, aslında bir ana, bir erilana, bir memesiz ana olduğuna göre (Banka reklamındaki gibi: Babamatik: Sütbankasından neyi eksik?). Ne var ki, babanın yenidoğanla yakın temasını ananınki kadar doğal ya da zorunlu saymayan, “erkek adam”ın bu işe günde beş dakikadan fazla zaman ayırmasını “racona ters” bulan, hele hele kaka temizlemesini falan “oha artık” tepkisiyle karşılayan bir maço cehenneminde bırakın erildoğumiznini, babaya özel yayın bile bulmak mümkün değil. Bebek bakımıyla alakalı tüm kitap ve dergiler hep anaya hitaben yazılıyor, babanın payına ise genellikle “o bi halta yaramaz eşiniz de ucundan tutsun işte” türünden bir iki “yoksayıcı” satır düşüyor. O kadar ki, bebek bakım kitap ve dergilerinin Türkiye’deki yayın tekeli ultrafeminist bir grubun elinde mi acaba diye düşünüyor insan. ‘İLK 365 GÜN SINAVI’ Yazar, babalığı analığın emekseleşdeğeri sayan ilk TC vatandaşı değildir herhalde ama bu kitap benim bildiğim kadarıyla “Anne’nin El Kitabı” türü yapıtların memleketteki yegâne “Baba”lı versiyonu... “İlk 365 gün sınavı”nı iyi kötü atlatmış bir “erilana” olarak bugün bana “nostalji” tadı veren kitabın, on altı ay önce yani kızımın doğduğu günlerde yayınlanmış olmasını (salt babaya hitap etmesi sebebiyle bile olsa) ne kadar isterdim. Hani şu “kıdemlibaba” lisanslı bir arkadaşımın “artık büyüyeceksin” sözüyle beni alabildiğine ürküttüğü günlerde. Demek ki, bebek büyütmek, aslında büyümek demek. Kıdemliyetişkin’in “sen daha çocuksun oğlum” analiziyle yüzleşmiş ve anneye “eşit işe eşit ücret, pardon eşit sevgi” sözü verdiğim için de “işimiz var” deyip bayağı paniklemiştim. Kolay mı; GSMH’nin değil, koca bir adamın büyümesinden söz ediyoruz: “Üç yüz altmış beş sayfalık bir kitabın sayfalarını çevirir gibi büyüteceksiniz bebeği. Her sayfasında büyüleyici kokular, her paragrafında tazeleyici soluklar, her satırında insana meraktan oluştuğunu hatırlatan gizli sorularla.” Şair bir baba tarafından yazılmış, mevzuyu bazen bir futbolseyircisinin Y “Ne yapacağını, neresinden tutacağını, nasıl rahatlatacağını, açlıktan kırılan bir kuş yavrusunu nasıl doyuracağını, minicik sindirim borusunda ya da dünyanın en küçük torbasında nasıl oluyorsa sıkışmış kalmış gazları ne şekilde dışarı çıkaracağını bilememenin ve daha onlarca somutluğun telaşı.” Hani asker ocağına düşen her TC erkeği “ah bu işin bi elkitabı olsaydı” der ya ama o kitap yoktur ve kıdemliasker lisanslı tanıdıkların ve tanımadıkların abartılı öyküleri elkitabı niyetine kullanılır ya, babalık da öyle işte. “Öyleydi” demek daha doğru. Şimdiki benim için on altı ay farkla babalar çok şanslı, kendilerine ait bir “baba” kitapları, kitaptan öte Ali Mert , oğlu ile... “manifesto”ları var: “İnsanoğlunun nereden gelip nesıcak coşkusu (BJK olmasa iyiydi reye gittiğinin, doğayı nasıl değiştirdiama!) ve bazen bir çocukpsikiyatristiğinin, doğayı değiştirirken kendisini nin soğuk uzmanlığıyla bazen de bir ve toplumu nasıl dönüştürdüğünün, caz eleştirmeninin tatlı hissiyatıyla ancanlıların kökeninin, dünyanın gelecelatan, Kemal Özer’lerle, Truffaut’larğinin ve daha onlarca soyutluğun telala, Borodin’lerle, Galeano’larla, Haşı. Her gün sahiden yeni bir sayfayı bermas’larla sürekli pas alışverişinde çevirmek gibi.” bulunan bir “Kim Korkar Babalıktan” kitapçığı (isim farklı olabilir) paniğimi Bababa Bebebe/ Ali Mert/ Yazılaaz da olsa dizginleyebilirdi ama yoktu: ma Yayınları/ 168 s. Sınırsız zaman, sonsuz mekân Kedisiz Soydan Kızgın’ın ilk kitabı Kedisiz yayımlandı. Herkesin herkesle dostmuş gibi davrandığı, kimsenin inceliklere vakit ayırmadığı bir zamanda şefkatli bir el olmayı amaçlayan Kedisiz, okuyucuyu adeta zamanın sınırsızlığına, mekânın sonsuzluğuna götürüyor. Ë Didem GÖRKAY eyza Hepçilingirler kitaba dair şunları söylüyor: “Öykü sabır işidir. İki günde ‘şöhret’ yapmaz insanı. Soydan Kızgın, bunu erken öğrenmenin meyvelerini topluyor şimdi. İlk yazdıkları da0 öyküydü; ama, onlarla yetinmedi Soydan. Sessizce ördü kozasını, dilini oluşturdu, kendi öyküsünü yarattı. Şimdi bugünün ve yarının bir öykücüsü duruyor karşınızda.” Hepçilingirler öykünün sabır işi olduğunu söyleyerek bu işe gönül vermiş yazar adaylarına da sabırlı olmasını ve ilerde gösterdikleri sabrın meyvelerini toplayacağını belirtiyor. Kitabın ilk öyküsü “Bir Göç Destanı”nda Kızgın, hüzünlü bir şarkı gibi göçen yaban kuşlarını gören evcil kuşların kafesinden çıkmak için çırpınışını, onlar gibi gökyüzünün sonsuzluğunda kaybolmak isteyişini anlatıyor. Gökyüzünün sonsuz maviliğinde birbiri ardına süzülen yağmur kuşları, kırlangıçlar, yaban kazları ve onlara katılmak için çırpınan saka, ispinoz, kardinal gibi birçok evcil Soydan Kızgın F kuşun kanlar içinde ölmelerini kanlı bir katliama benze1ten Kızgın, yaklaşan keskin bir kışı haber veren rüzgâr uğultusunu ise “Bir çift kanada sahip olan herkes, her şey gelin ardımızdan; kullanın o kutsal organlarınızı! Şimdi değilse ne zaman?” cümleleriyle sözlere döküyor. Kızgın, “Bayrak Direği” isimli öyküsünde çocukluğuna bir yolculuk yapıyor adeta. Bir okul bahçesinde bulunan bayrak direğinin soğukta buz tutması ve çocukların dudaklarını bu direğe yapıştırarak bunu bir oyun gibi görmeleri anlatılıyor. Köyden şehre göç eden ailelerin ardından yalnız kalan bir köy, okul ve güneşte kuruyan bir su damlası kadar çaresiz duran bayrak direğinin haykırışını hissettiriyor satırlarında. Öykü, onu tek başına bırakıp çatlakların yalanlarla kapatıldığı büyük şehirlere göç eden ailelerin arkasından şöyle sesleniyor: “Hey çocuklar! Vefasız dostlarım benim; hiç sızlamadı mı kalbiniz, burnumun dibinden geçip giderken? Kedinizi bile yanınıza alırken, yük mü gördünüz beni? Ağır mı geldim minik yüreklerinize?” Kızgın, kitaba adını veren “Kedisiz” isimli öyküde ise bir kedi ile bir insan arasındaki sevgiyi işlemiş. Kopuk olarak hatırlanan geçmişin geleceğe bağlanmasındaki ustalık, kedisini geride bırakmak zorunda kalan bir çocuğun çiğnenmiş bir yemin gibi teselli araması, satır aralarındaki o ince hüzün okuyucuyu öykünün içine çekiyor. “Kedisiz” isimli öyküsünü, “Demek ölmemiş kedim! Üstelik beni hatırlıyor, aradan geçen yıllar yaşadıklarımızı silememiş. Oysa bu iki yılda kimler unutmamıştı ki beni” diyerek bitirirken okuyucuyu da hayatından gidenler ve kalanlar üzerine bir zaman yolculuğu yapmaya davet ediyor. Soydan Kızgın’ın ilk kitabı olan Kedisiz’i okuduktan sonra birçok okuyucunun yaslandığı koltuktan kalkarak camdan dışarıya, gökyüzüne bakacağına, vişne ekşisi tadındaki çocukluklarına kısa bir yolculuk yapacağına ya da uzun zamandır erteledikleri pek çok şey için ilk adımı atacağına ve kendilerine o anlamlı soruyu soracağına eminim: “Şimdi değilse ne zaman?” Kedisiz/ Soydan Kızgın/ Postiga Yayınları/ 128 s. TEMMUZ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1118 21 2011 SAYFA 19