25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

T 28 HAZİRAN SALI ürkçe Günlükleri FEYZA HEPÇ L NG RLER n az kırk yıldır duyarım. Nasıl bir dedikoduysa hiç eskimedi, her dem taze. Türk Dil Kurumu, “otobüs”e “çok oturgaçlı götürgeç” denmesini istemiş. Bakıyorsunuz, büyük büyük okullar bitirmiş, parlak başarılar elde etmiş kişiler bile özleşme, Türkçeleşme, Dil Devrimi denince, otobüse “çok oturgaçlı götürgeç” demekten başka bir şey anlamıyor. Konuşma yaptığım her üç yerden ikisinde mutlaka soru olarak karşıma çıkar: “Siz öyle diyorsunuz; ama TDK bunları önermiş. Bu mu sadeleşme?” Sanki birileri bu söylentiyi canlı tutmak için, aynı sözleri yeniden yeniden piyasaya sürüyor. Sinirlenseniz olmuyor, alaya alsanız olmuyor. Herkes ilk duyan oymuş gibi, yeni bir haber vermenin telaşıyla atılıyor: “Hostese de ‘gök konuksal avrat’ denecekmiş, öyle mi?” İstiklal Marşı’na “ulusal düttürü”, bisiklete “bastırgaçlı götürgeç”, sigaraya “dumansal otlangaç”… Kim uydurmuşsa sağlam uydurmuş. Modası hiç geçmiyor. “Hiçbir ciddi kurum böyle bir saçmalığı önermez. İnanmayın. Yok böyle bir şey” demekten dilimde tüy bitti. 1960’larda, 1970’lerde o zamanın Türk Dil Kurumu, yeni sözcükler önerdikçe, “yaşayan Türkçe”yi savunduklarını söyleyen bir öbek yazar o zamanın Tercüman gazetesinden yeni sözcüklere yaylım ateşi açarlardı. İşte bu “yaşayan Türkçeciler”, yeni türetilen sözcüklerle alay etmek için, otlangaçlı, oturgaçlı o sözleri uydurdular. Kimsenin inanmayacağı kadar saçmaydı; ama nedense herkes inandı; üstelik hâlâ inanıyor. Bunlar önerilen sözcükler değil, sözcük değil, hiçbir şey değil. Artık inanmayın. Ne olur! 29 HAZİRAN ÇARŞAMBA Tez çalışmamdı. Halide Edip’in 1918’de Büyük Mecmua’da yayımlanmış yazılarını eski yazıdan aktarmış; bunlara 1937 1938 yıllarında Yedigün dergisi ile Tan gazetesindeki yazılarını ekleyip topluca değerlendirmiştim. Halide Edip’in 1918’de ne düşündüğünü, hangi konularda yazdığını; Atatürk’ün ölümünden hemen önceki yıllarda nerelerde, neler yaşadığını öğrenmek isteyenler için bir hizmet olacağını düşünerek bu çalışmayı yayımlamaya karar verdim ve başıma tahmin ettiğimden daha büyük bir dert açtım. Bilinmeyebileceğini düşündüğüm söz E cükleri ayraç içinde mi vermeliyim, sayfa altına not mu düşmeliyim; yoksa dil içi çeviri yapıp her tümceyi yeniden mi yazmalıyım? Bu, şimdilik veremediğim bir karar. Bir yandan düzeltme yapıyorum, bir yandan da gençlerin bu dile nasıl olup da özendiklerini anlamaya çalışıyorum. Şu anda üzerinde çalıştığım, 1937’de Yedigün dergisinde yayımlanmış, Çek lider Mazarik’i anlattığı bir yazı. Bundan rastgele bir iki tümce aktarayım: “Ona göre tarih ‘Concrete’ müsbet bir sosyoloji ilmi ve siyasiyat da sadece pratik içtimaiyattır ve içtimaiyatın hattâ pratik şekli yani siyaset ahlâka istinat eden, hayatı ahlâk esaslarına göre tanzim eden bir ilimdir. Bu kanaatini siyasi hayatında faaliyetine rehber edinen Avrupa’da bir tek büyük siyasi lider Mazarik’tir denilebilir.” Şimdi, “Bu cümlelerin zor anlaşılır olmasının nedeni Dil Devrimi’dir. Eğer bu kelimeleri dilimizden atmasaydık bugün bu sözleri rahatlıkla anlardık” denebilir. Deniyor da zaten. Ancak bütün bu sözcükleri doğru kullanmalarını sağlamak için, her yeni kuşağa Türkçenin yanı sıra, sil baştan Arapça, Farsça ve Fransızca da öğretmek zorunda olduğumuz kimsenin aklına gelmiyor mu? Osmanlıca Osmanlı’nın diliydi. Osmanlı yıkıldı gitti; dili yaşar mı? Başka bir açıdan bakıldığında giden gitmiş, kalan da kalmış değil mi zaten? “Tarih, ahlak, hayat, siyaset…” bugün de kullandığımız sözcükler. “Ahlak”ın yerini “etik” alamaz, aynı şey değil; “yaşam”, “yaşantı” olsa da “hayat” devam ediyor. “Siyaset”in yerine “politika”yı koymak iyice aymazlık. Bir öykü yazarken, bir şiirde, tek sözcük bile önemlidir. Bir öyküde yaşlı bir adama, “Hayat çok zor” yerine, “Yaşam çok zor” dedirtemezsiniz; büyü bozulur, inandırıcılık zedelenir. Vermesini istediğiniz duyguyu hangi sözcük daha iyi veriyorsa onu seçersiniz. Her seferinde o sözcüğün öz Türkçe olup olmadığını denetlemeye kalkarsanız düşünceniz uçar, ilhamınız silinir. Şimdi benim “ilham” sözcüğünü kullanmama benzer bir durumdan söz ediyorum. Türkçesinin “esin” olduğunu biliyorum; ama oraya esin değil, ilham yakıştı. Bunu kullandım diye suçlanmayı hak etmemeliyim. Türkiye cepheleşmelere ne kadar açık bir ülke… Türkçe konusunda da öyle. Bir yanda Arapça Farsça tek sözcük kullananı bile dışlama eğilimi; öte yanda İngilizce öğrenim görmüş, Türkçe ile ilgili bütün kararlarını İngilizceye bakarak veren bir kitle. Oysa her dilin kendi özellikleri var. “Dil, yaşayan bir organizmadır” diyorsanız o organizmaya durmaksızın yabancı maddeler alarak onu beslemenin olanaksız olacağını da düşünmek zorundasınız. Uzlaşmacılıkla suçlanmayı göze alarak şöyle diyeceğim: Bir kavramın Türkçesi varsa o yeğlenmeli; yoksa, geçmişi olan, Arapça Farsça kökenli sözcük kullanılmalı; ancak o da yoksa, Fransızca ya da İngilizce sözcüğe yer verilebilmeli. 30 HAZİRAN PERŞEMBE Hulki Aktunç ölmüş. Türkçe “Off”taki “Avrupa Bizi Hiç Anlamadı” diye kinayeli bir başlık taşıyan yazıda (Bu yazıdaki kinayeli, alaycı biçemi de çok kişi anlamadı ya, neyse!) bir virgül eksikliğinden doğan anlatım bozukluğunu (Ciddi bir bozukluktu. “Fesli, sarıklı” dedikten sonra virgül koymayı unutup “sokaklar” demiştim. “Fesli sarıklı sokaklar” gibi bir anlatım oluşmuştu.) örnek göstermiş, dil yanlışı kitabı yazanların yanlışlarını bulup bir kitapta yayımlayacağını söylemişti. Milliyet bu açıklamayı “Feyza önce kendine baksın” başlığıyla verdi. Sonra benimle konuştular. Ben öfkelenmedim, onun hatalarını bulmaya çalışmadım, sakince yanıtladım soruları; tartışma gazetecilerin görmek istediği kadar alevlenmeden bitti. “Alev” dedim de… “Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar?” adlı romanımın bölüm başlarına şairlerden birkaç dize koymuştum; elbette altlarına şairin adını da ekleyerek. Bir bölümün başına da onun bayıldığım “Yangın kavmindeniz / Ne giysek alev” dizelerini koydum. İzin istemek aklıma bile gelmedi. Zaten 1980’li yılların sonuydu, İzmir’de yaşıyordum, bugünkü iletişim olanakları yoktu. İstesem bile Hulki Aktunç’a ulaşmam olanaksız değilse de olanaksıza yakındı. Yıllar sonra “Erotologya?” adlı kitabında şöyle dediğini okudum: “Böbürlenme sanmayın; yazarlık natura’m böyledir. İyi laf, birçok şey gibidir, mirî malı’dır ülkemizde. Nedense, yangınlıdır hep; ‘Yangın kavmindeniz/Ne giysek alev’ dersiniz, dediklerinizi bir kitabın bölüm başlığına koyarlar, o kitabı size yollamak inceliğini bile göstermezler. Bir herif tamam da, bir kadının kalınlığına katlanılmaz. Kader! Sizin bir yerde var olup olmamak isteminizi bile düşünmezler. N’apalım.” Adımı vermemişti; ama o “kalın kadın” bendim. Bir şey yapmadım, sustum. Haklıydı. Romanın sonraki baskılarında adresini öğrenebilir; dediği gibi, ona da bir kitap gönderebilirdim. Daha önce olurdu da bu yazdıklarını okuduktan sonra olmazdı artık, çok geçti. Pek karşılaşmadık. Toplam iki ya da üç kez yüz yüze gelmişizdir. Bu tatsızlıklar hep uzaktan uzağa yaşandı. Kırılmadım desem yalan. Darıldım mı peki? Hayır. Dargın değilim sana Hulki Aktunç. Güle güle git, huzur içinde uyu. feyzahep@gmail.com / feyza@feyzahepcilingirler.com BULMACA Önce aşağıda tanımları verilen sözcükleri bulmaya çalışın ve her bir harfi bir yatay çizgi üzerine gelecek biçimde yazın. Sonra çizgilerin altlarındaki sayılara göre bu harfleri bulmacadaki aynı sayılı karelere aktarın. (Kara kareler iki sözcük arasını gösterir. Bir satırın sonunda kara kare yoksa bu, sözcüğün alttaki satırın başına sarktığını gösterir.) Bulmaca tamamlanınca, sorulan tanımların karşılığı olan sözcüklerin ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru Hera Şiir Kitaplığı tarafından yayımlanan Sessizliğin Bekçisi adlı şiir yapıtının yaratıcısının adını oluşturacak; bulmaca karelerindeyse, aynı şiir kitabından bir alıntı ortaya çıkacaktır. 11 21 1 G 2 C 3 L 4 A 5 B 6 A 7 C 8 G 9 I 10 A Hazırlayan: İLKER MUMCUOĞLU B 12 D 13 E 14 K 15 B 16 A 17 A 18 K 19 H 20 L I. Diyalektik. H 22 G 23 I 24 C 25 I 26 27 H 28 G 29 K 30 I 31 G 30 43 23 65 9 82 68 J. “Buyurun içelim birer kadeh / Güzeldi öğle rakıları efendim / Unutulmaz / Bir kadından söz eder gibi / Utangaç, gizli yasak / Burası Arnavutköy efendim / Eskiden ne güzel yerler vardı / Bir şilep geçiyor, bir tanker” diyen şairi simgeleyen harfler. 32 L 33 A 34 C 35 K 36 G 37 L 38 G 39 A 40 H 41 F 42 H 43 I 44 H 45 G 46 G 47 J 48 G 49 E 50 F 51 E 52 J 53 H 54 G 55 C 56 F 57 E 58 F 59 H 60 H 61 L 62 G 63 G 64 C 65 I 66 C 67 K 68 I 69 D 70 F 71 B 72 F 73 H 47 52 K. Damıtıcı. 74 F 75 C 76 B 77 D 78 F 79 D 80 D 81 E 82 I Tanımlar ve sözcükleriniz: A. Alfred Jarry’nin bir oyunu. 18 29 35 67 14 L. Patricia Highsmith’in polisiye romanlarındaki temel karakter. 64 75 7 2 34 26 66 55 24 D. Amazon’daki sık ormanlar. 72 74 58 70 50 56 78 41 G. Metin Kaygalak’ın ilk şiir kitabı. 6 4 39 16 10 17 13 37 20 3 32 61 25 B. “... Kabacalı” (PEN Yazarlar Derneği’nin başkanlığını da yapmış olan araştırmacı yazar). 80 79 77 69 12 E. Briçte iki manştan oluşan bölüm. 1 8 45 46 62 48 63 64 36 15 76 71 5 11 C. “Kalktı göç eyledi Avşar illeri / Ağır ağır giden iller bizimdir / Arap atlar yakın eyler ırağı / Yüce dağdan aşan yollar bizimdir” diyen şair. 38 32 31 28 H. “Büyük Romulus” ve “Fizikçiler” adlı oyunları da yaratan İsviçreli oyun yazarı. 57 51 81 49 13 F. “... ... nar kırmızı, sonbahar” (Cahit Sıtkı Tarancı). 40 44 27 60 59 42 19 53 21 73 21 EBRULİ C. SÜMBÜLDAĞI, D. UY BABO, E.TÜYLÜLÜK, F. ADY, G. DİYEN KIRGIN YÜREĞİ, H. NOTOFOR, I. ARBOR, J.NORFOLK Metin: “Tanrıya kırgın değilim/ bir dostu bile yok onun/ bir fotoğraf albümü/ yürüdüğü bir yol bile yok” TEMMUZ 2011 SAYFA 31 , 1117. sayının çözümü: A. MBT, B. CUMHURİYET K TAP SAYI 1118
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle