08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ziya Şav’ın anıları Ë Ayşe KİLİMCİ Mayıs 1921 İstanbul doğumlu Ziya Şav Mülkiyeli, 1944 mezunu. Hem iş hem aşk hem de sanat ve muhabbette konmadığı dal, tanık olmadığı hal kalmamış. Her ne kadar hısımı Rasih Nuri önsözünde, onun değil anı, mektup yazdığını bile görmediğini söylese de, belli ki Şav yaşamaktan yazmaya zaman ve derman bulamamış. Ahir ömründe o söylemiş, kitabı yayına hazırlayan Ayşe Yetmen de bir ömrü sahibinin yerine, onunla birlikte ve iyi ki yazmış. Cumhuriyetin kuruluş sonrasını, İstanbul’un kültürel çeşitlilik ve zenginliğini, kırklı yıllar Ankara’sı ve mülkiyelilerin hikâyesini, sanatçı dostlarını Orhan Veli’den Abidin ve Arif Dino’ya, Mina Urgan’dan Eyüboğullarına dönemin önemli sanat insanlarını ve Paris, Londra, Brüksel, Münih başta olmak üzere gezip gördüğü, iş yaptığı yaşadığı yerleri, dünyanın büyük değişimini ayrıntıları atlamayan bir gözlemcinin dilinden öğrenirken, tadıyla ve atlanmayan nice ayrıntıyla yeniden yaşıyoruz. Rasih Nuri, Şav’ın fıkra ustalığına mim koymakta haklı, özenle yaşadığı ömrünü fıkra tadıyla aktarmış. Yaşarken fark olunmayan ayrıntılarla anlam kazanıyor ömürler, hele o ömür Cumhuriyetin ömrüne denk düşüyorsa... Emirgan’daki iki kuleli yalıyı Şav’ın anneannesinin babası yaptırmış. Yalının hanımefendisi anneanne Nezihe Hanım küçük damadını genç yaşta yitirince ev halkına gülmeyi yasaklayan biri. Kızı da (Şav’ın annesi) Fransız sömürgeciliğine karşı savaşta mahkum edilen H. Martin için Paris işçi sınıfı ve sendikalarla gençlerin onun özgürlüğü 27 İki Kuleli Yalı İlk kitabı doksan yaşında İki Kuleli Yalı adıyla yayımlanan Ziya Şav’ın anılarında Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından başlayarak, yazarın Boğaz’da geçen çocukluk dönemini, İstanbul’un çokkültürlü zenginliği içinde geçen öğrenim yıllarını, 1940’lı yılların Ankarası’nda sanat ve edebiyat dünyasının ilginç dostlukları okura sunuluyor. Kitabı Ayşe Yetmen yayıma hazırlamış. için yaptığı dev gösteride yaşlı haliyle lara da kadeh kaldırarak. Hem o fukara ama bilinçle yer alan Nimet hanım. Bu mavi yolculuğa katılıyorsunuz Şav’ın iki esaslı kadının yetiştirdiği Şav’ı varın kıpır kıpır anlatımı ve güçlü hafızasınsiz düşünün artık… dan izleri okuyunca hem de Cuma dem Üç kez evlendiği, eşi olan hanımefen akademisine kuruluyorsunuz. dilerin hikâyesi ayrı bir tad katıyor olsa Ama en çok gülümseten anlara, anıda kitaba, onlarda kalan tadı elbet yallara bayılıyorsunuz. Orhan Veli ile Fanız o hanımefendiler bilir. hir Aksoy bir gece Nahit Hanım’ı ziyaCebi boş kalbi zengin kişileriyle ilk rete çiçeksiz gitmemek için ertesi gün mavi yolculuğun, İkinci Dünya Savayapılacak tören için Atatürk heykeline şı’nın bittiği sıralar Halikarnas Balıkçıkoyulmuş çelenklerden birini ödünç sı’nın önerisine uyarak, ahtapot avcısı Paluko’nun yelkenlisine binen Cevat Şakir, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi, Sabahattin Ali, Necati Cumalı, Erol Güney, şair Fuat Ömer Keskinoğlu’yla yapıldığını öğreniyoruz. Şimdilerde Beyoğlu’nda yapılan Cuma Akademisi (Boysan’a göre bu okulun adı “Dem Akademisi”) toplantıları Cağaloğlu’ndaki ilk yerinden bugüne, sofranın esaslı sanat kişileriyle birlikte kırk yıldır Soldan sağa: Ziya Şav, Turhan Günay ve Mücap Ofluoğlu. toplanıyor, aralarından ayrılan alıp(!) güçbelâ taşıyarak eve vardıklarında çelenk kabul edilmeyip alındığı yere geri götürülme emri üzerine, Orhan Veli’nin çelengi götürürken Polisçe enselenince, “Sümerbank çelengini getirmiştim de” bahanesiyle sıvıştığına… Gecelerin birinde Mehmet Kemal’le meyhaneden çıktığında niyesini kendi de bilmez Şav, ancak Türk bayrağına sarılıdır ve bu gerekçeyle hâkimin karşısında almışlardır soluğu. Polisler, tanıklar nöbetçi hâkim huzurunda başlar, halini arz’a; “Rüyamda kendimi Mohaç savaşında gördüm hâkim bey. Yanımda şu var diyerek (Mehmet Kemal’i gösterir) Onun şehit düştüğünü görünce ben elde bayrak ileri atılmışım. Kahpe bir ok gelip iman tahtama saplansın mı… Şehit düşeceğimi anladığımdan düşmana kaptırmamak için de bayrağıma iyice sarılmışım, mesele bundan ibarettir” der demez hâkim ayakkabısını çıkarıp kafasına fırlatır, onlar da kaçar. Cumhuriyet Türkiyesi’ni kuran kim varsa, Gazi’den Mina Urgan’a, Sabahattin Ali’den dönem diplomat ve işadamlarına, tek ve çok partililikten genç ülkenin genç kurucularına, acının yokluğun savaşın yanında umudun ve coşkunun anlatımı İki Kuleli Yalı’nın esas kişisi Ziya Şav, öğretmenliği, bankacılığı, girişimciliği, işadamlığı Üçgen İnşaat kuruculuğu, yönetim kurulu üyeliği, evlilikleri, haşarılıkları kadar, hayatı bir oyun gibi yaşayıp oynamasıyla ilgi çeken, benzeri az bir kişizade; ille o güzelim insanlar, ailesi ve çevresindekiler. Gülümseterek, merakla okutuyor kendini İki Kuleli Yalı. Zorlu bir ömrün ve cumhuriyetin keyifli çok kahramanlı, esaslı hikâyesi çünkü. İki Kuleli Yalı/ Ziya Şav/ Yayıma Hazırlayan: Ayşe Yetmen/ Sözcükler Yayınları/ 180 s. Bülent Diken ve Carsten Bagge Laustsen’in, Filmlerle Sosyoloji başlıklı kitabı, toplumsal teori yaparken filmleri analiz etme yolunda bir çaba, toplumsal teori kapsamındaki bir dizi önemli alan ve kavramla bir yüzleşme ve filmlerin analiz araçları olarak kullanıldığı bir sosyal teşhis girişimi anlamına geliyor. Ë A. Adnan AZAR “Filmler yalan söylerken bile toplumsal yapımızın can evindeki yalanı söylerler.” ‘Filmlerle Sosyoloji’ Toplumsalın kalbi ketmekten geçiyor. Morin’e göre “şaşırtıcı olan sinemanın bizi şaşırtmaması”. Aşikâr olan “gözümüzün içine bakıyor”, kelimenin tam anlamıyla bizi kör ediyor. Sinema bizi kör ederek toplumun sinemalaştığı gerçeğini görmemizi engelliyor. Filmlerle Sosyoloji, sosyoloji ile sinema arasındaki yüzeyde iz sürerek, bu ilişki içindeki titreşimleri görmeye çalışıyor, sosyolojik kavramlarla imgeler arasında gidip geliyor. Bu çalışmada, genellikle yapılanın tersine, sosyolojik bilgiler sinemaya uygulanmıyor, sinema sosyolojik amaçlar için kullanılarak sosyoloji yapılıyor. Sanatsinema ile toplumsal arasındaki alışveriş bir indirgenemezlik ilişkisi, sinemasal ile toplumsal, birlikteliklerinde ayrılan ve ayrılıklarında birleşen ikizler gibi. Sosyal teori ile sinema (sanatsal ve kurmaca) arasındaki ilişkiye yönelik hiyerarşik yaklaşımlara da bu nedenle karşı çıkmak gerektiğini söyleyen kitabın yazarları Diken ve Laustsen, ayrıca estetik ve politiketik bir “ikili okuma”yı önererek bir toplumsal tanı koymayı hedefliyor. Barbarlık söylemleri (Hamam), partizan savaşı ve işkence (Brazil), kin duygusu ve linç (Sineklerin Tanrısı), direniş ağları ve linç (Dövüş Kulübü), suç ve kamplar (Tanrı Kent) ve yas tutma (Hayat Güzeldir) gibi tamamı “yakından” bilinen sinema filmlerinin, bağlamları içinde alegori olarak yorumlanmış olması da Filmlerle Sosyoloji’nin etki alanını derinleştiriyor. “Şark”, genelde toplumsal ve dilsel farklılıkların öncesine ait bir fantezi evreni olarak bir işlev yüklendiğinden, bu bağlamda belirgin bir şekilsizlik sergiliyor: Şark sadece öteki değil, aynı zamanda da hiperbolik. Bu çerçeve içinde Hamam filminde sapkınlık, bedensel zevk, cinsiyet (eşcinsellik ve heteroseksüellik) ve despotizm fantezilerinin farklı arzu ekonomileri aracılığıyla sürdürüldüğünü gösteriyor bize bu çalışma. Kimlik ve toplumsal cinsiyetle ilgili önemli soruların tartışıldığı bu bölümde, okuru postyapısalcı toplumsal teori alanıyla tanıştırmayı amaçlıyor. İzleyen bölümde Harry Hook’un, Golding’in İkinci Dünya Savaşı’na ders tersütopyacı bir yorum niteliğindeki romanından uyarladığı Sineklerin Tanrısı ile tartışma sürüyor. Tanrı Kent bağlamında kamp mantığının nasıl genellendiğini, etrafı yüksek duvarlarla çevrili yalıtılmış alanların yol açtığı toplumsal parçalanmışlıklara nasıl karşı koyulacağı değerlendiriliyor. Aynı zamanda bir “gişe filmi” olan Dövüş Kulübü’ndeki mikrofaşizmin, toplum tarafından reddedilmesiyle birlikte, ağ toplumunda nasıl hayat bulduğu sorusuna odaklanıyor Fimlerle Sosyoloji. Mikrofaşizm toplumsal bağ açısından bir kaçış hattı olarak değerlendiriliyor ve ihlal düşüncesi “kapitalizmin yeni ruhu” tarafından istenir hale geldiğinde düzeni yıkma projesine ne olacağı sorgulanıyor. Filmlerle Sosyoloji/ Bülent Diken ve Carsten Bagge Laustsen/ Çeviren: Sona Ertekin/ Metis Yayınları/ 226 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1105 n dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru gün ışığına çıkan iki “makine”; Lumiere kardeşlerin sinematografı ile uçak(lar), elbette farklı teknolojiler kullanarak, değişik mekânlar arasında “hareket”i mümkün kıldı. Ama çok geçmeden roller değişti: Uçak yolculuk, ticaret ve savaş aracı olurken, gündelik hayatın dışında kalmayı sağlayan sinema bir “hayal fabrikası”na dönüştü. Sosyoloji ise genel olarak sinemanın “temsil”i ile temsil ve gerçeklik arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı meselesine baktı. Sinema bugün toplumsal farklılıklara dair bilgilerin yayılması açısından en önemli alanlarından biri. İçinde bulunduğumuz toplum da göstergeler, imgeler ve gösterge sistemleriyle daha çok ilgilenen, giderek “sinemalaştırılan” bir hal aldı. Edgar Morin’in söylediği gibi insan bir “homo sinematografikus” oluyor. Toplumsallaşmanın yolu büyük imgeler oluşturmak ve onları tüSAYFA 24 21 NİSAN 2011 O
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle