04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ertuğrul Özüaydın’dan şiirler Yüzışığı Ertuğrul Özüaydın bir alan olarak doğayla örgensel bir dil ilişkisi içinde şiirini kuran az sayıdaki şairlerden. Yazın tutkunu, şiir tutkunu Özüaydın Yalnızlık Özgürdür’ü, Fesleğen Öğüdü’nü ve Eksilir Söz adlı şiir kitaplarını yayımladı. Yüzışığı adlı kitabı ise, Özüaydın’ın yeni şiirlerinden oluşuyor. Yüzışığı düşünsel, felsefesel anlayışın, deyim yerindeyse, olabildiğince felsefe şiir ilişkisinin belirlediği bir yapıt. Özellikle zaman kavramı, görece kapalı bir anlam yapısı içinde sunuluyor. Ë Günay GÜNER züaydın’ın şiiri insancı (hümanist), dünyalı, doğa tutkunu ve şiirimge dilindeki anlamdan yana. Yarattığı şiir, toplumsal ilişkilerinden, tarihsel geleneğinden, kentlilik ve uygarlık bilincinden doğar. Bu yöndeki bir tarama imge disiplinine, çağrışım varsıllığına, özgün dize yapısına götürür. Bir bakıma Özüaydın’ın şiirindeki fotoğrafı, güçlü dili, söyleyişi ortaya çıkarır: “Sarmaş dolaş yaprakların sesinde sır”, “uçarı bir yağmur damlası içinde”, “öpünce bütün kuşlar masala uçuyor”, “Sırları çıtır çıtır temmuz dökülür”, “Açık unut gönlünü açık”, “İnan üşürüm iki gün arası sensiz”, “Tüm pembeler gül düşkünü”, “Öğrendim ki bütün çiçekler içten sever”, “Eski yalnızlıkları parlatırlar gümüşten”, “zaman ağır, yorgun argın günler için”, “sokuldum kalbine öylece, ölüme görünmeden”, “Şimdi orada derine sızan tuz ve nem kaldı”, “yeniay gibi ateşten, umuttan, sevgiden gölgesi”, “kuzeyden gelen sözcüklerle yağıyordu ilk kar”, “ulaşıma kapanmış bir geceydi yalnızlığım”, “her şey yazla dopdolu yazdan önce”, bahçelerin üstünü örtense hep rüzgârın eli”, “bardakta kalıyor çay bir aşk masalında”, “Yeniay olmuş gizleyemez gizini yeni gece”, “öpmek, temiz sayfalara yazmaksa”, “uzanmış ellermiş dokunan kendi göğüne”, “bir ilkbahar günü gibi sen de hazırlan” “uçurumu alaya almakmış yaşama sevinci”, “çocuklar okul ziline yağmur taşıyor”, “kısalık, içimdeki kuş hali sabırsız hız”, Göğün kalbini taşıyan güvercini düşün”, “Kimsesiz yazılmış şiiri kendinden bilirim”, “Bir güvercin çocukluğu taşımakta”, ışığın kanatlarında düşürmeden şafağı”, “karanlığın önünde, sırılsıklam”, “iyisi mi yarına kalsın son şarkı.” vındaki gibi, belki de bu dizeleri oluşturan sözcükler imgenin kaynağı, çağrışım varsıllığının nedeni. İnsandoğa ilişkisi resimşiir ilişkisine de dönüşür yer yer. “Çiçeklerin Adları”, “Bu Kışın Son Çalışması”, “Turkuvaz Yalnızlık” şiirleri bu tür kaygılar taşıyan şiirlerden. Sözgelimi “Çiçeklerin Adları” adlı şiirde ateşin kor kızıl rengiyle, gül sözcüğünün bellekte uyandırdığı kızıl boya birleşir, resimleşir. “Ne Diyebilirim Elma Ağacı Günahı Benim”, “Eskil Yontu” şiirlerinde gizli bir erotizm, bazen ironik bir tarzda ortaya çıkar. Özüaydın, hümanist şiir anlayışıyla, bu yöndeki imge dokusuyla şiirin üstlenmesi gereken insancı görevini duyurur. Nicedir eksikliği çekilen bir çağrıdır bu. İncelenen şiirin kentlilik bilinci ve kimliği içinde geçmişe, yitirilene özlem duyarlılığını taşıdığı belirtilmeli. İnsanlığın özellikle son kırk yıldır getirilip, önüne bırakıldığı, hatta zaman zaman itildiği uçurum nasıl görülmez? Bu yaşamsal tehdit yabancılaşmadır, dünyanın küçüldüğü yalanıdır, küreselleşme tuzağıdır. Tuz kokarsa denir ya, tuz kokmaktadır! Ancak Özüaydın’ın şiirinde umut hiç eksilmez. Bazen alayla karışık, bazen şairin gür sesiyle umut yayılır; Pandora’nın, kötülüğün kutusunda kapalı kalmaz. Doğanın farklı yüzleri buna eşlik eder. Yüzışığı, Hegel’den ödünç alacağımız “Geist” kavramıyla ya da Adorno’nun, Benjamin’in yaklaşımlarında dünya düşüncesine kazandırılmış çağ algısıyla karşılanması olası bir vurgulamayı taşıyor. Örneğin Amerikan Askeri adlı şiirde görüldüğü gibi: “Barut kokularının sindiği baharın günahı ne/ insan kanıyla ele geçmez tarih, unut bunu/ sen istemesen de iyilik ülküsünü savunur hayat/ hayat ki geri çekilmez şiirdir her günüyle/ sen de bu şiiri nasılsa okuma olursanız tarihini dağ bayır/ tek tanığı güneşe soralım, o bilir/ nerede doğmuş rüzgâr, ne zaman/ ben de bilirim, sözgelimi derdi ne/ nerede doğdu kızım, kendinde neyi sever/ rengiyle yaşayan çocukluk perisidir o/ hatıra defterine çizilmiş ipekten kalp/ taze yaprak saflığı dünyaya bakışı/ bilirim birlikte anlamakmış yeşermek/ söğüt ağacının dereye sarkan dallarında/ uç veren uçlara onunla baba kız/ kardan kıştan sonra uyanmak gibi.” SAKLI ANTİKİTE Özüaydın’ın şiirinde antikite amfora gibidir Saklıdır; saklı da olsa güçlü bir sestir. “Çömlekçi Sesinde”, “Kilci Kervanı”nda duyulan dupduru tarihin sesi. Çünkü tarih sıklıkla çömleklerle selamlıyor bizi. Kile soluklarını üfleyen, binlerce yıl uzaktaki ustaların emeğiyle selamlıyor: “Toprağa baktım, aşkın külüne baktım aynı/ hepten ateşin bilgeliğine inancıymış alev / sıcak soluğu çağların yüzüydü, görebilsen/ yangın, yürekte sürüp giden tutku dedim.” Eski insan ilişkilerindeki değersel yüceliğe övgü ve özlem, günümüzde yaşananlarda da karşılık bulabilir ender de olsa. Bazen öyle bir muhabbetin içinde bulabilir ki kişi kendini, bu hazzı mutlak dillendirmek ister. Çok söylemek, çok dinlemek de gerekmeyebilir böylesi muhabbetlerde. Uzunca bir sessizlik bile anlamaya yetebilir birbirini: “Ben ne zaman burada dursam/ kahveci orta şekerli seslenir/ ocakçı bilir yüreğimin harını/ yolculuğu unutur gelmeni bekleriz/ bu kış günü çiçekler de kalır benimle/ ben ne zaman burada dursam/ bir otomobil hızla geçip gider aramızdan/ ışıklar eskimeyen hayatlardır, geceyle/ gözlerinin bakarkenki o siyahını görürüm/ bu kış günü çiçekler de gelir benimle/ ben ne zaman burada dursam/ yanlışlarımı doğrularım onarır/ çiçekler de çiçek olur benimle.” Yüzışığı’nda eski çağları, dönemleri ve yılları özleyiş, olmazsa olmaz bir şiir duygusu durumunda. Özüaydın geleneği, geçmişi, hatta antikiteyi şimdi bilinciyle işliyor. Tepeden tırnağa insan duyarlılığıyla şiirleşiyor kalemi ve bireyin yaşamıyla yaratmaya çalıştığı güzelduyusal yapıt. Yani özü, erdemi, dostluğu, kısacası kişisel tarihi… Gün olur, fotoğraflarda duyumsanan yitimler acı vermeye başlar, daha katlanılmaz olur. Keşkeler, geri dönülemezler, neden söylemedimler, bir daha uğramayacak trenler yakıcıdır artık: “O cılız ben değil, bir resim görünüşte/ o resim benim değil, çocukluğummuş/ o ev de bizim değil, bulamazsın beni/ uğra desem, geç kaldın.” Yüzışığı’nın ilk bölümlerindeki dinginlik, ilerlerken yerini devinime bırakıyor. “Çipil çipil”, “çırıl çırıl”, “şıngır mıngır”, “ıpıl ıpıl” gibi ikilemelere sıklıkla yer verilmesiyle devinim güçlendiriliyor. Söz konusu özellik şiire gerçeküstücü yanlar katıyor yer yer. Genelde Özüaydın’ın şiiri, özelde ise Yüzışığı için aydınlıkkaranlık ikileminin varlığı ayrıca vurgulanmalı: “Olmak İstiyorum, sabaha ilk dokunan/ ışığın eğimi olmalıyım, bu ilk işim/ karanlığın diline düşmek usulcacık.” Goethe’nin “Işık, biraz daha ışık!” sözündeki gibi aydınlık çığlığı insanlık tarihi boyunca duyulur. Çağrıya dönüşür. Tıpkı, birçok yaşamsal sorunla yüz yüze kaldığımız ülkemizde, söz konusu karşıtlığın yarattığı simgeler dünyasının dillendirilişindeki gibi. ? Yüzışığı/ Ertuğrul Özüaydın/ Hayal Yayınları/ 80 s. Ö yacaksın/ bu yazgıyı yazdımsa anla derdi olanı/ unutulmuş fotoğrafla eskiyen yüz/ geride kalan senin değil ölümün adı/ bütün şeref madalyalarını taksan boşuna/ bir matara taze su tadını bilmez olacaksın.” DUYARLILIĞIN ŞİİRİ Şiirin Homeros’tan bu yana üstlendiği sorumluluğun, insan sıcaklığının gereğidir bu dizeler. İyi ki de üstlendi şiir bu sorumluluğu. Üstlenmeseydi şiir şiir olabilir miydi? Bir şeyin kendinde kendisi için varlığı sorunu sayılabilir belirtilmeye çalışılan. Yüzışığı’nda da bireysel algının, toplumsal duyarlılıkla belirlenme süreci şiire toplumbilimsel çözümlemeye dönük izler taşıyan imgelerle yansıyor. Büyük kente yığılan, onyıllardır değerlerini arayan kitlelerin, yine sevginin gözüyle dizeleşmesine de tanık oluyoruz: “Buğday kokmalı yazlık düğün salonları/ karanlık köşeleri gözden uzak, dumanlı/ o gecelere dağılmış bir incelikti genç kızlar/ onlar bozkır makyajlı tarla kuşuydu gördüm/ onların içinde körpecik günahları bahardan/ hayal kırıklığıydı yoğurda çalmış süt/ ninelerin dilinde uzaklar masal çağrısı/ ıssız kışları unuttuk, kulağımızda fısıltısı/ uykusunda kar.” Doğallıkla çarpıcılıklarıyla, hayal kırıklığı, yoğurda çalmış süt, ninelerle özdeşleşen ve git gide uzaklaştığı duyumsatılan, masal simgesiyle, eski kışların dinginliğiyle belirtilen ortaklaşacı değerler güçlü imgelerin yaratılmasını sağlıyor. Söz konusu değerler kimi zaman baba kız ilişkisindeki saf, naif, biricik duyarlılığın şiirine dönüşüyor: “Soracak İNSAN VE DOĞA, RESİM VE ŞİİR Görüldüğü gibi çarpıcı imge buluşları, insancı duyarlılık, dinmeyen sevdayla buluşur, dizeleşir. Roland Barthes’ın saSAYFA 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1070
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle