Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hürriyet Yaşar’la ‘Yazının Gül Dikeni’ üzerine ‘Fethi Naci’nin ölümüyle edebiyat eleştirisinin bir dönemi kapandı’ Türk edebiyatının en önemli eleştirmenlerinin başında gelen Fethi Naci’nin ölümünün üzerinden iki yıl geçti ve Hürriyet Yaşar’ın hazırladığı Yazının Gül Dikeni raflardaki yerini aldı. Kitabın “Uğurlamalar” adlı bölümünde Cevat Çapan, Doğan Hızlan, Ferit Edgü, Tahsin Yücel, Naci Güçhan, Metin Fındıkçı, Sait Maden, Aydın Boysan ve Haluk Sunat gibi yakın dostları, Fethi Naci’nin kendilerinde bıraktığı izleri sürerken, “Fethi Naci’den Seçmeler” bölümünde ise değerli eleştirmenin farklı yıllardaki yazı ve fotoğraflara yer verilmiş. Kitabı hazırlayan Hürriyet Yaşar’la armağan niteliğinde hazırlanan Yazının Gül Dikeni ve Fethi Naci’nin edebiyat tarihimize bıraktıklarını konuştuk. Ë Sibel ORAL izin Fethi Naci ile tanışıklığınız hangi yıllara dayanıyor? Tanışıklığınızı ve yakınlığınızı biraz anlatır mısınız? Fethi Naci ile 1990’ların ortalarında tanıştım. Yolladığım bir mektup kendisine ulaşmayınca, onu, Tünel’deki Gerçek Yayınları bürosuna götürüp elden vermiştim. Anıları çok duygulu, çok etkileyiciydi benim için. Bir anısındaki “Eleştirmeciliğin ellinci yılında görüşmemek üzere” tümcesine (dizgici ve düzeltmen dostlar lütfen dikkat etsin, “görüşmek üzere” değil, “görüşmemek üzere”) çok üzülmüş, içinden konuşma söylemiyle “sen” diye seslenen ve öz olarak “Nereye yahu! Bir yere gidemezsin” demeye çalışan bir mektuptu. İçten konuşmamı ileteyim derken, “sen” dediğim için onu üzmüş müydüm, bunu hep korkuyla içten içe merak ettim ama sorabileceğim bir birlikteliğimiz olmadı. Sanırım iki kez Adam Öykü’de, bir kez de Cumhuriyet Kitap’ta karşılaştık, o kadar. Benim Fethi Naci’yle asıl ilişkim, yazıları üzerinden. O denli sözünü sakınmaz, o denli de dikenli söylemi olan bir eleştirmenle biraz ortak dönemlerde yazıp yayımlamış olmak ve yazılarla tartışmak isterdim. Fethi Naci, denge hesaplarının, içtenliği henüz yıkmadığı bir dönemin yazarı olarak yaşadı. Yayıncılığın, basının, dağıtımın başka işlerin patronlarının eline geçtiği dönem onun son yıllarına denk gelmişti. Bu örtüşmeyi çok uzun yaşamadı. Bu açıdan bakınca, bugünün eleştirmenine göre işi daha kolaydı. Bugün kötü kitaba “kötü” diyebilen bir yazıyı yayımlatabileceğimiz yer, biraz da seçiciyseniz, nerdeyse yok gibidir artık. “FETHİ NACİ’NİN ELEŞTİRMENLİĞİNİ ‘KOMÜNİSTTİR’ İHBARINA BORÇLUYUZ” S Yazının Gül Dikeni’nde Haydar Ergülen, “Bizim memlekette sözünü sakınmayan insanın hayırla anılması pek âdetten değildir ama Fethi Naci bu hayırsızlığı da aşarak hakkı teslim edilen bir adam olmayı sürdürüyor” demiş. Gerçekten de böyle sanırım, Naci’nin yazdıkları için ona kızgın olanlar bile arkasından konuşmadı… Fethi Naci gibi insanlar Mustafa Kemal’in kurduğu bilim Türkiye’sinin büyük insanlarıdır. Büyük derken bu sözcüğü gelişigüzel kullanmıyorum. SAYFA 4 Fethi Naci, eleştiriyazın etkinliğinin yanında, Türkiye’nin düşünce ve siyaset yaşamında da çok etkili olmuş biri. 1960’ların söylenceleşmiş Türkiye İşçi Partisi’nin programını hazırlayan kurulun öncü üyelerinden biri. O programı yedi ay boyunca hazırlarken, evinde ailesiyle yedi kez akşam yemeği yiyemediğini söylüyor. Böylesine kendini feda edercesine, sosyalizm için çalışıyor. Ama onun sosyalizmden anladığı, bugün kendini solcu sanan kimilerinin emperyalizmi görmezlikten gelerek işbirlikçi iktidarların yanında yer alışlarına hiç benzemiyor. Yazının Gül Dikeni’ne Yön dergisini tarayarak aldığım seçme yazılarından bu açıkça ortaya çıkıyor. Ama o partide ortaya çıkan değişiklikler sonucu, çok kısa bir süre sonra kapı dışarı ediliyor. Fethi Naci gibilerin TİP’ten kapı dışarı edilmesi, Türkiye sosyalizminin yerli temeller üzerine oturarak başarıya yürümesine engel oldu. Ama bu kapı dışarı edilme onu, edebiyata, eleştiriye daha çok kazandırıyor ve her savaşımcı ve dürüst insanın yaşam çizgisinde olacağı gibi, Fethi Naci bu kez edebiyatta, eleştiride büyüyor. Fethi Naci’nin edebiyat eleştirmenliğinin sonsuzca bir adanmışlık olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Bunun yanında onun en büyük diğer özelliği sizin de az önce belirttiğiniz gibi taviz vermeden sürdürdüğü siyasal kimliğiydi: Marksist, toplumcu, sosyalist… Onun siyasal duruşuyla edebiyat eleştirmenliğinin iç içe geçişini siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Fethi Naci daha ilkgençliğinde şiirler öyküler yazmış, sonra da edebiyatı sürdürecek biri ama onun asıl amacı iktisat fakültesindeki öğreniminin üzerine kariyer yapmak. Biz onun eleştiri kitaplarını biraz da bu kariyerin bir “komünisttir” ihbarıyla engellenmesine borçluyuz. Evet, ölene de ğin sosyalist kalıyor, hatta yaşamının son yıllarında bir sosyalist partiden milletvekili adayı olup seçim gezisine bile çıkıyor. Ama 1960 ortalarındaki o “partiden atılma” saçmalığı onu partili politikadan, bir daha dönmemecesine soğutuyor. Son dönemindeki milletvekili adaylığı, önceki partililiği ile karşılaştırıldığında, onu yazı üretimiyle birlikte politikanın içine çekecek bir bağ değil. Sosyalist bir yazarın, sosyalizmin saflarında görünmesi. Bir yazısında belleksiz bir toplumda yaşadığımızı söylüyor Fethi Naci. Bu belleksiz olan toplumumuzun belleği ile yüzleşmesinde önemli bir rol oynuyor mu size göre edebiyat? “Bir toplumun tarihi nasıl oluşur?” derseniz, “tarih kitaplarından önce, sanat yapıtlarıyla” derim. Hem tarih kitaplarını herkese okutamazsınız hem de sanat yapıtları tarih kitaplarından güçlüdür. Bugün Şeyh Bedreddin olayını tarih meraklılarıyla sınırlı bir azınlığın çok ötesinde bir yaygınlıkla biliyorsak, üstelik Nâzım’ın yazdığı gibi biliyorsak, Nâzım Hikmet Şeyh Bedreddin Destanı’nı yazdığı içindir. Tarihi, tarih kitaplarından çok, sanat yapıtları belleğimize yazar. Eğer toplumun belleksizliği doğru bir saptama ise ki buna belleksizlik değil unutkanlık demek daha doğru sanırım o toplumun geçip geldiği yolları bilerek bugünü anlamasını sağlayacak sanat yapıtları çok yetersiz demektir. Fethi Naci bu konuda üstüne düşeni kat kat fazlasıyla yaptı, bu yüzden onu ayrı tutmak zorundayım. Ama “belleksiz toplum” saptamasının üstelik eleştirel değil de suçlayıcı bir niteleme olarak “güncel olan siyasaltoplumsal konuları işlemek sanata yaramaz” diyenlerden gelmesi acı ve inanılmaz, biraz da utanmaz bir çelişki. Fethi Naci gibi, toplumu ölene değin sürekli aydınlatmaya çalışmış olanların toplumu eleştirmeye, “belleksiz” demeye hakları vardır ama hem sanatta güncelsiyasaltoplumsal konu istemeyip hem de topluma belleksiz diyenlerin böyle söylemeye hiç hakkı yok. Toplumun belleğini kim oluşturacak sanatçıdan başka! Yalnızca tarihçiler mi? “TOPLUMUN DİLİ, SANATÇININ TA KENDİSİDİR” Siz 12 Eylül ve 12 Mart öykülerinden oluşan antolojiler hazırlamıştınız. Özellikle de yakın tarih ve ülkenin kaderini çizen birtakım dönemlerin edebiyatımızda yeterince işlendiğini düşünüyor musunuz? Evet, ülkemizin uğradığı 12’li iki darbenin de öykülerinin seçkilerini yaptım. Onları hazırlarken yaşadığım en büyük yetersizlik duygusu, darbenin dayattığı yaşamın kişilik üzerindeki etkisini yeterince görememek oldu. Yani darbe insanı muhbir yapar, muhbir öyküsü yoktu; darbe insanı dönek yapar, dönek öyküsü yoktu; darbe döneminde sanatçı güncelsiyasaltoplumsal konudan kaçar, sanatçının kaçak güreşmeye yönelişi yoktu. Sol, bir iki kale dışında dünyada ve Türkiye’de yerle bir edildi, bu yerle bir oluşun da öyküsü yoktu. Az değil, solun dünyada ve Türkiye’de yerle bir oluşunun üzerinden on beş yıl geçmişti ben Bir Tersine Yürüyüş: 12 Eylül Öyküleri’ni hazırlarken. Evet, toplumumuzun “geçmişini bilerek bugünü doğru an¥ lama” becerisi çok yetersiz ama CUMHURİYET KİTAP SAYI 1070