Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y 960’ların sonlarıydı. Onat Kutlar’ın yönettiği Türk Sinematek Derneği’nin Bomonti’de Kervan Sineması’ndaki altın çağının da sonları. Sinema tarihinin başyapıtlarını, çağdaş sinemanın seçkin örneklerini, o eski sinema salonunun köhne koltuklarında delicesine izlediğimiz yıllar. Sözü uzatmaya gerek yok, ama başkanlığını uzun yıllar Nejat Eczacıbaşı’nın üstlendiği, ülkemizde sinema kültürünün gelişmesine olağanüstü katkılarda bulunan Sinematek’in, 12 Eylül 1980 “harekâtının” hemen ardından daha pek çok dernekle birlikte kapatılmış olduğunu vurguladıktan sonra, keyifli bir anımı aktarmadan edemeyeceğim. Ünlü oyuncu ve yönetmen Sergey Bondarçuk’un, Lev Tolstoy’un dev romanından, satır satır demeyeyim ama, nerdeyse sayfa sayfa uyarladığı Savaş ve Barış, Sinematek’te gösteriliyordu. Çekimleri yedi yıl süren film 1965’te tamamlanmış; Sovyetler Birliği’nin Mosfilm Stüdyoları kendi tarihinin yalnızca en pahalı (bugünün parasıyla 700 milyon ABD doları) değil, aynı zamanda en uzun yapımını gerçekleştirmişti. 4 BÖLÜM 8 SAAT Dört bölümden oluşan Savaş ve Barış, toplam sekiz saat sürüyordu. Borodino çarpışmasının çekimlerine 120 bin asker katılmış; yanılmıyorsam kırk beş dakika süren Austerlitz çarpışması sahnesi ise, sinema tarihinin en büyük savaş sahnelerinden biri olmuştu. Filmde Andrey Balkonskiy’i Vyaçeslav Tihonov, Piyer Bezuhov’u Bondarçuk oynuyordu. Nataşa Rostova’yı canlandıran Ludmilla Savelyeva ise, yüzlerce genç aday arasından seçilmişti. Ama asıl anlatmak istediğim bu değil. Sinematek’te seyrettiğim Savaş ve Barış’ın, benim için gerçek kahramanı Hasan Âli Ediz’di. Film o sırada tecimsel sinemalarda gösterilmeyecekti ve Sinematek’in de birkaç gösterim için altyazı hazırlatacak gücü yoktu. O yüzden, filmin “anında çeviri”yle sunulması yeğlenmiş, bu uğraş için usta çevirmen Hasan Âli Ediz’de karar kılınmış, anlaşılan o da bu öneriyi kabul etmişti. Evet, koca Savaş ve Barış’ın çevirisini canlı olarak Hasan Âli Ediz’den dinleme olanağını yakalayan talihlilerden biriydim. EDİZ’İN KATKILARI 1924’te Moskova’ya giden, orada kaldığı beş yıl boyunca iktisat ve toplumbilim öğrenimi gören Ediz, dönüşünde gazete ve dergilerden eleştiri ve makaleler yayımlamış, ama kültür dünyamıza asıl damgasını Rus edebiyatından yaptığı çevirilerle vurmuştu. Milli Eğitim Bakanlığı Dünya Klasikleri dizisinin gerçekleşmesine önemli katkılarda bulunmuş; başta Gogol, Tolstoy, Turgenyev, Dostoyevski, Çehov, Gorki olmak üzere pek çok klasik ve çağdaş Rus yazarının elliden fazla yapıtını dilimize kazandırmıştı. Dostoyevski’nin Suç SAYFA 6 eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Tolstoy’un ‘Savaş ve Barış’ı yıllar sonra Zeki Baştımar çevirisiyle yeniden yayımlandı Bir çevirinin siyasal artalanı 1 ve Ceza’sını, Turgenyev’in Duman’ını, Zoşçenko’nun Çarın Çizmeleri’ni, Gorki’nin Ekmeğimi Kazanırken’ini, Benim Üniversitelerim’ini ilk kez onun Türkçesinden okuduğumu anımsıyorum. Hasan Âli Ediz’in, Savaş ve Barış filmindeki bitimsiz diyalogları, ileri yaşında yılların deneyimiyle çevirirken sesinden salona yansıyan “helecan”la esrimiş, kendimden geçmiştim. Bondarçuk’un üstünyapımı, bu “tarihsel ân”la birlikte benim için bambaşka bir anlam kazanmış; beyazperdeden gelen Rusça konuşmalarla Ovçinnikov’un müziği, sahnenin kıyısından yankılanan Hasan Âli Ediz’in vakur ama coşkulu sesine karışarak benzersiz bir tatla belleğime kazınmıştı. ÖZGÜNLÜĞÜNÜ ZEDELEMEDEN Geçenlerde Can Yayınları’nca, Zeki Baştımar çevirisiyle yayımlanan Savaş ve Barış’ı görünce, cehaletin cesaretiyle Shakespeare’in sonelerini çevirmeye kalkışan toy bir çevirmen olarak Sinematek’te yaşadığım o olağandışı saatleri anımsamadan edemedim. Bunun bir nedeni, Baştımar’ın çevirisinin de çeviri edebiyatımızda özel bir yeri olması belki de. Ama ilkin, kitabı yayına hazırlayan Faruk Duman ile Sabri Gürses’in kılı kırk yaran özenine değinmeliyim. İki ciltte küçük puntoyla yaklaşık 850 sayfa tutan bir yapı pıt, 194349 yılları arasında dört cilt olarak Milli Eğitim Bakanlığı Dünya Edebiyatından Tercümeler – Rus Klasikleri dizisinden Zeki Baştımar çevirisiyle yayımlanmış. BURSA CEZAEVİ’NDEN Ne var ki, Nâzım Hikmet’in Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar’ında sık sık değindiği gibi, Baştımar’ın, o günlerde Bursa Cezaevi’nde yatmakta olan Nâzım Hikmet’le birlikte yaptığı bir çeviriydi bu. Nâzım, 1940’lı yıllarda Kemal Tahir’le yaptığı yazışmalardan birinde, “Maarif Vekâleti benimle Zeki Baştımar’a Tolstoy’un Harp ve Sulh romanını tercüme ettiriyor. Ben Bayram ertesi bana düşen parçaları tercüme etmeye başlıyorum,” diyordu. Trabzon Muallim Mektebi’nin son sınıfındayken Sovyetler Birliği’ne geçerek, Moskova Şark Üniversitesi’ni bitiren Baştımar, 1932’de gizli Türkiye Komünist Partisi muhalefetinin Pavli Adası Kongresi’ne, ardından TKP 4. Kongresine katılmış, Merkez Komitesi yedek üyeliğine seçilmiştir. Aynı yıl Komünist Enternasyonal delegesi Margareta Vilde ile birlikte tutuklandıysa da aklanmış, bir süre yurt dışında kaldıktan sonra Ankara’da Başbakanlık Murakabe Heyeti Kütüphanesi memurluğuna atanmıştır. Nâzım Hikmet ise, o günlerde, toplam otuz beş yıl hapse mahkum edilmiş olarak, Bursa Cezaevi’nde yatmaktadır. ÜSLUP DENEMESİ Yıllar sonra, yurt dışındaki Türkiye Komünist Partisi’nin genel sekreteri “Yakup Demir” olarak tanıyacağımız Zeki Baştımar ile Nâzım Hikmet’in bu ortaklaşa çevirisinin, çeviri edebiyatımızda çok özel bir yeri vardır. Mektuplarından birinde, “Yani tercümede bir Rus muharriri ile Fransız muharriri tercümeyi yapan Türk muharririn diliyle değil, kendi dilleriyle konuşacaklar. Bunun için bir çeşit istilizasyon lazımdır…” demesine bakılırsa, Nâzım Hikmet, Tolstoy’un üslubu üstüne kafa yormakta, bir tür üslup çevirisine yönelmektedir. Gel gör ki, bilinen siyasal nedenlerle çeviride onun adı yer almayacak, Savaş ve Barış çevirisi yalnızca Zeki Baştımar adıyla yayımlanacaktı. Savaş ve Barış’ın Rusçadan ikinci ve son kez Leyla Soykut tarafından çevrildiğini, bu çevirinin 1968’de Cem Yayınları’ndan çıktıktan yıllar sonra İletişim Yayınları’na geçtiğini biliyoruz. Benim iki çeviri arasında bir kıyaslama yapmam olanaksız. Ama Zeki Baştımar (Nâzım Hikmet’le birlikte) çevirisinin hem Türkçesiyle usta işi nitelikler, hem de siyasal artalanıyla ilginç özellikler taşıdığı açık. Woody Allen, o her zamanki alaycılığıyla, “Savaş ve Barış’ı hızlı okuma yöntemiyle okudum: Olay Rusya’da geçiyor,” demişti. Demek, bu kitabı okurken, Milan Kundera’ya uyup, “yavaşlığı” yeğlememiz gerekiyor. ? Lev Tolstoy tın çevirisini, dilinin özgünlüğünü zedelemeden, küçük dokunuşlarla günümüz Türkçesine aktarabilmek, iğneyle kuyu kazmak gibi bir uğraş olsa gerek. Bu uğraşı, Faruk Duman gibi günden güne ustalaşan bir yazar ile Rusçadan yaptığı titiz çevirilerle tanıdığımız Sabri Gürses birlikte üstlendikleri için okuyucu şanslı sayılmalı. Kitabın gözden kaçırılmaması gereken bir özelliği de, Tolstoy’un 1865’te yazdığı “Savaş ve Barış için önsöz taslağı” ile 1868’de kaleme aldığı “Savaş ve Barış adlı kitap için birkaç söz”ün Gürses’in çevirisiyle okura sunulması. Tolstoy’un, bu uçsuz bucaksız romanı yazarken duyumsadıklarını, yaptığı zorlu çalışmaları, romanın geçirdiği aşamaları anlattığı bu metinler, yapıta yalnızca daha yakından değil, daha da önemlisi yazarının gözünden bakabilmemizi sağlıyor. Gürses’in, kitabın başındaki kısa önsözü ise, Savaş ve Barış’ın Rusya’daki ilk yayımlanışıyla ilgili bilgiler vermekle kalmıyor, belki bizim açımızdan çok daha ilginç olan çevirisi konusunda da aydınlatıyor okurları: ‘O MES’UD GÜNLER’ Savaş ve Barış, Türkçeye ilk kez Ali Kâmi Akyüz tarafından 1938 yılında, Fransızcadan, 328 sayfalık bir özet olarak çevrilmiş. Kitabın yayıncısı, dönemin önemli yayınevlerinden Hilmi Kitabevi’nin sahibi İbrahim Hilmi, Harb ve Sulh adıyla yayımlanan kitaba yazdığı önsözde, bu dev romanı eksiksiz yayımlamanın ekonomik açıdan çok güç olduğunu belirterek, “Ümid ederiz ki beş on sene sonra okuyucularımız çoğalacak, kitaba para verecek müreffeh meraklılar da hayli artacak… Allah’tan bu mes’ud günleri görmeyi çok isterim,” demiş. Allah da, “o mes’ud günleri” göstermekte fazla gecikmemiş... Hasan Âli Yücel’in milli eğitim bakanlığı döneminde kurulan Tercüme Bürosu, Tolstoy’un bu yapıtının Rusça aslından eksiksiz çevirisini çok geçmeden yayın izlencesine almış. Ya Ünlü oyuncu ve yönetmen Sergey Bondarçuk, ‘Savaş ve Barış’ı sinemaya uyarladı. Filmde Andrey Balkonskiy’i Vyaçeslav Tihonov, Piyer Bezuhov’u Bondarçuk oynuyordu. Nataşa Rostova’yı canlandıran Ludmilla Savelyeva ise, yüzlerce genç aday arasından seçilmişti. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1070