Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Amy Spangler ve Mustafa Ziyalan’dan ‘İstanbul’da Kan Var’ caktır. Sadık adamın peşine takılır ve yalının yerini öğrenir. İZ SÜREN ÖYKÜLER Sonra, bilinen düz bir öyküye dönüşür cinayetin işlendiği ana kadar okuduklarım. Sadık, yaşlı uşağın alışveriş için evden ayrılmasını fırsat bilerek ölmesi gerektiğine inandığı kadını öldürür; çekmecedeki takıları ve parayı alır. Sonra da uşakla karşılaşır, onu da öldürür. Ne yaptığını bilmez bir haldedir ama sonra ne yaptığını düşününce çok korkar. Kendini Boğaz’ın derin sularına salar. Sadık, ardında iki ceset bırakarak öte dünyaya yelken açar Boğaz’ın derinliklerinde. Silah ve solgun gül imgesi alıp beni nerelere götürdü. Öğrencilik yıllarımdaki devrimci tiplerden biriyle karşılaştım öykünün omurgasında. Bir zamanlar ilgi duyduğu delikanlının olgun, saçları kırlaşmış bir erkek olarak cesediyle karşılaşması, öykü anlatanı allak bullak eder. Bu cinayetin polisçe çözülmesinden önce bir dedektif inceliğiyle çözmeye çalışır yazar öykünün gizemini. Hapislerde işkencelere dayanan Kerem, dışarı çıktığında sevdiği kadının akli dengesinin yerinde olmadığını görür. Zabıta olarak çalışır ve evine bağlı bir adam olarak hayatını sürdürmek ister. Karısına bağlıdır Kerem ama karısı onu başkalarıyla aldattığını söyleyerek hırpalar. Yadigâr, çocuklu bir kadındır ve evine erkekler almasıyla mahallenin dilindedir. Kerem’le Yadigâr birbirlerini severler. Yoksul kesim insanlarının oluşturduğu gecekondudaki yaşamları betimlemeyi yazar yapmış zaten, benim burada bu can alıcı fotoğrafları bir daha gözler önüne sermeme gerek yok. Bir cinayete neden ve nasıl gidiliri Cemile Çakır çok iyi göstermiş. Küçük insanların dünyasında ne çok öykü var ölümle kol kola! Ercan ile o pısırık ve utangaç kız liseden arkadaştırlar. Ercan, kızların gözbebeğidir ama tembeldir. O pısırık kız onun ödevlerini yaparak gözüne girmeye çalışır. Onun aklı bir karış havadadır ve başka kızlarla flört eder. Yılda bir kez Galata Kulesi’nin civarında bir lokantada yemek yerler. Pısırık kız bir fırının hesaplarına bakar, Ercan da fırında çalışır. Evli bir kadınla ilişkisini anlatır Ercan. Sonra kuleden atlayarak intihar eden bir adam girer araya. Her kasımda buraya gelir o “ilgi çekmeyen sessiz” kız. İstanbul’u surlar olmadan düşünmek kimin haddine! Surların dibindeki mahalleler ayrı bir dünyadır, onlar İstanbul’un tarihiyle perçinlenmiştir sanki. Orada mutluk ve mutsuzluk, cinayet ve düğün iç içedir de İstanbul’un başka semtlerindekilerin haberi bile olmaz bu dünyadan. Çocukluğa geri giderek bir cinayetin aydınlanması mı? Tanık olunan ama unutulamayan ne çok şey vardır belleğimizde. Üstü örtülü her şeyi içine alır bellek. Zamanı gelince de o görüntüler kendilerini dışa atarlar. Öykülere, romanlara, filmlere falan girerler. Bir itiraf: “Gel ben sana işin doğrusunu söyleyeyim. Hayatın hakkından geldim, herkesin hesabını gördüm ama ölümü ben de yenemedim be güzelim. Ben de yenemedim.” Oysa o, “Sahibine hiç ulaşmamış mektupları, peçetelere karalı itirafları, bağdaş kurulup yatakta yazılan günlükleri duvar yazılarını, uğruna can verilmiş düşünceleri her şeyi” okuyan da cinayet işler, ya da cinayete tanıklık eder. Karabasanlara boğulur, uykuları kaçar. ? İstanbul’da Kan Var/ Yayıma Hazırlayanlar: Amy Spangler, Mustafa Ziyalan/ Sel Yayınları/ 142 s. SAYFA 13 Siz bu satırları okurken kim bilir... İstanbul çok uzakta ve ben iğde gölgesinde kitap okurken kim bilir ne cinayetler işleniyordur ya da tasarlanıyordur öykülere, romanlara girecek, filmleri çekilecek. O mega kentin dünyasını semt semt kucaklamak hiç de kolay değil ama Metin Kaçan, Edward Foster, Özge Baykan, Fatih Altınöz, Mustafa Ziyalan, Neslihan Acu, Cemile Çakır, Vince Czyz, Türkay Demir, Karin Karakaşlı İstanbul’da Kan Var’da buluşturmuşlar öykülerini. Farklı bir öykü seçkisi çıkmış ortaya; polisiye değil ama iz süren, cinayete giden yolda yürüyen şaşırtıcı öyküler. Ë Gültekin EMRE stanbul’dan çok uzaktayım. İstanbul yerli yerinde duruyor bu yaz sıcağında bunala bunala. Deniz kenarındayım, iğde ağaçlarının serin gölgesinde. Dalgalar birbirlerini itip kakıyor; martılar dalgalarla güreşiyor sanki, dalıp dalıp çıkarak denize. Balıkçı motorlarının pat patları geliyor uzaktan. Büfenin radyosundan “Bir yangının külünü yakıp geçtin” diye inliyor bir kadın. Buz gibi biramdan bir yudum alıyorum ve on öyküden oluşan İstanbul’da Kan Var’ı okumaya başlıyorum İstanbul’dan uzakta. Amerikalıyı polisler alıp götürürken, ben de bir başka cinayetin kokusuna doğru savruluyorum. Birbirlerini zerre kadar sevmeyen Sururi ile Şeyda’nın yaşadığı eve konuk oluyorum onlar birbirlerini yiyip tüketirken. Onların her günkü bezgin, birbirinin aynısı günlerinde ruhum sıkılıyor. Sururi televizyon tamircisi ve tinerci çocuklar tarafından öldürülmekten korkan silik bir adam. Şeyda, Sururi’den hiç gün görmemiş ve kocasının ölmesi için dua edip duran, çekici hiçbir yanı olmayan sıradan bir ev kadını. Günün birinde Allah Şeyda’nın duasını kabul eder ve kocasının öldürüldüğü haberini alır. Dünyalar onun olur. Dükkânı satar, paraları bankaya koyar ve hayatını yaşamaya başlar. Bir süre sonra komşuları Şeyda’ya koca aramaya başlar. Sururi’yi kimin öldürdüğü anlaşılamaz. Sonra bir başka mekâna geçiyorum, mutsuzlukların ürpertici dünyasında düşler kurmaya. “Altınşehir Çok Yaşa”mıyor ne yazık ki hiçbir yer eskisi gibi kalmadığından. Patronuyla ailecek görüşürken kriz çıkar ve sonra da ekonomi bunalıma girer, Bekir. İşsiz kalır. Karısı işe devam eder. Bekir iş bulamaz koskoca İstanbul’da. Kafasında kuşkular tepinip durur ve karısıyla eski patronunu kendi yatağında halvet halinde yakalar. Düş mü gerçek mi olduğunu bir yana bırakalım bu yakıp kavuran sahnelerin. Bu olaydan Bekir çok etkilenir ve kalkar Altınşehir’e gider. Çözümü orada aramak için yollara düşer, Bekir. Kafa karıştıran görüntü ve sesleri de alır yanına. Sonra Boğaz Köprüsü’nde Rus bandıralı gemiyle göz göze gelir. Bekir, belli ki öte dünyaya doğru ciddi bir yolculuğa çıkacaktır Boğaz’ın serin sularına gömülüp gidince. AmerikaKumkapı arasında Pamuk’un da içinde olduğu bir kaosta buluyorum kendimi, Bekir’in karamsar dünyasından kurtulup. Arif’in ölümünün peşine takılan bir öykü yazarını izliyorum bu kez. Arif’in evini kolaçan ediyoruz cinayeti kimin işlediğini Karin Karakaşlı belki buluruz İ ORTALIĞA SAÇILAN KAHRAMANLAR Amy Spangler ile Mustafa Ziyalan hazırlamış kitabı. İstanbul’un çeşitli semtlerinde, karanlık, kasvetli ara sokaklarında, yoksulların düş dolu dünyasında gezinmeye hazırlıyorum kendimi. Polisiye tadında ama dedektiflerin cirit atmadığı öykülerle İstanbul’un kasvetli, sıkıntılı, korkulu gecelerinde buluveriyorum kendimi. Sanki İstanbul’un her semtinde bol cinayetli, kanlı filmler çekiliyor ve ben bu çekimlere kare kare tanık oluyorum ya da bu filmlerde oynuyorum bir okur olarak. “Çakalların uluması ve hiç görmediğim bir renk armonisi” kuşatıyor belleğimi. “Rüyaların sıcak bir battaniye duygusu yaydığı çocuksuluk, öğle uykularının gece düşleri” yolumu kesiyor. Ne iş yaptığı belli olmayan bir büronun Ankara’dan İstanbul’a gelen elemanının peşine takılıyorum. Eşcinsel ilişkilerin bürodaki işlerle nasıl bir bağlantı oluşturduğunu kavrayamıyorum ama İstanbul’un her an bir cinayet işlenecekmiş duygusu veren sokaklarında, lokantalarında, hamamlarında dolaşıp duruyorum bir dedektif titizliğiyle Amerikalı’nın izinde. “Bu kentte bir kez çile çekilirse kenti bırakıp gitmenin olanaksız” olduğu söylenir hep. “Nereye gidersen git hep içinde” kalır kent. “Beyoğlu bir zamanlar Pera”ymış. “Osmanlılar zamanında yabancı elçiliklerin olduğu” bölgeymiş burası. “Sonra da Beyoğlu Rum, Musevi ve Levanten” olmuş; “Şimdi de daha çok Türk.” “Bölge, çevrilen cinsel dolapların anılarıyla” doluymuş. Bir kadının öldürülüşüne tanık olan Amy Spangler ile Mustafa Ziyalan okurlarını İstanbul’un çeşitli semtlerinde, karanlık, kasvetli ara sokaklarında, yoksulların düş dolu dünyasında gezdiriyor. diye. Arif’in bir travesti olduğunu öğreniyoruz “Fatih’te kurulan, ayakkabı da satılan Çarşamba Pazarı”ndaki işportacı o tuhaf adamdan kavga dövüş. Ayakkabı fetişisti bir travestinin yakılarak öldürülmesinin cezası da onu öldürene aynısı olmalıydı elbette. Şimdi de buyurun Arnavutköy’deki bir cinayetin peşine takılalım. Sadık, yoksul bir ailenin çocuğudur. Eskişehirlidir. “Anadolu Üniversitesi’nde edebiyat bölümünde” okumuştur. Bir arkadaşının peşine takılıp İstanbul’a gelmiştir ailesinin tüm itirazlarına karşın ve bir dergide çalışmaya başlamıştır hemen. Dergi kapanınca açıkta kalıverir. İş arar, bulamaz. Buldukları da uzun sürmez, karnını doyurmaz. Bir gün deniz kenarında bir kanepede otururken yanına oturan adam ona inanılmaz bir öykü anlatır. Yaşlı hanımından bezmiş ve onun kendisine bir şey bırakmadan tüm mallarını başka bir yere bağışlamasından yakınır durur bu yaşlı uşak. Ölümü hem kendisi, hem de huysuz, lanet hanımı için kurtuluş ola Neslihan Acu Vince Czyz CUMHURİYET KİTAP SAYI 1070