04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D “Gün doğmadan meşimei şebten neler doğar!” eğinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN Anılar üzerine bir genelleme eşimei şeb” gecenin dölyatağı demek. Gece yeni bir güne gebedir. Doğan günle bizi nasıl bir serüvenin beklediği bilinmez. O gün yeni umutlarla başlayabilir. O gün belki de sonumuz olacaktır. Bir günün içinde, belki de günün kısa bir diliminde, roman olmayı bekleyen nice olay var. Yeter ki görmesini bilelim. Nasıl yazılacağının bilincinde olalım. Sıradan bir insanın bile yaşadığı ayrıntılarda şaşırtıcı bir dünya olabilir. “Hayatım roman” sözü boşuna söylenmemiştir. Ama öykü ya da roman yazmak biçem oluşturma işidir. Düzanlatımla bir olayı yazmak öykü ya da roman sayılmaz. Belki anılarda bile böyle bir biçem özelliği aramak gerekecektir. Edebiyat alanında kendini kanıtlayan öyle kişiler var ki, onların anıları, bir yaşama çevresini tanıtmanın ötesinde, biçem inceliğiyle, tat alınarak okunur. Her anı yazanın kendine özgü bir kişiliği vardır. Önemli olan anılarınızın izinde o kişiliği tanımaktır. Günlük tutarken bile unuttuğumuz, karıştırdığımız olaylar vardır. Zamanın sisleri arasında silinen anıları belleğin anlayışına bırakırken ne denli gerçekçi oluyoruz? Kimi anılar bir döküm özelliği taşır. Anıları yazanın öyle dolu bir yaşama serüveni vardır ki, küçük bir ayrıntı bile yaşamanın anlamı haline gelebilir. Anılar zamandizine uygun bir akış içindeyse yadırganmaz. Anlatıcının kişiliğidir önemli olan, tanıklıklar biraz gölgede kalabilir. “M “BİR ÖMÜR BOYUNCA” Edebiyat insanlarının anılarına da aynı gözle bakabilir miyiz? Örnekse Refik Halid Karay, karşı çıkan eleştirel yazıları yüzünden az sürgün çilesi çekmemiştir. Anılarında bile biçem özelliği, öykü tadı vardır. Refik Halid anılarını iki kitapta topladı: “Minelbab İlelmihrab” (Kapıdan Mihraba Dek ya da Baştan Sona Dek), “Bir Ömür Boyunca”. (İnkılâp Kitabevi anılarından romanlarına dek Refik Halid’in bütün kitaplarını bir dizi içinde yeniden yayımlarken önemli bir yayıncılık görevini yerine getiriyor. Bu dizide anılar da yerini almış oluyor). İttihatçılar dönemindeki Anadolu sürgünü, Kurtuluş Savaşı’na karşı duruşu nedeniyle 150’liklerle birlikte, Beyrut ile Halep sürgünü, Refik Halid’in anılarında çarpıcı özellikleriyle yer alır. Mustafa Kemal, ileri gelen İttihatçıların Kurtuluş Savaşı’na karışmamasına özen göstermiştir. Gene de Kurtuluş Savaşı İttihatçı subayların özverisiyle kazanılan bir savaştı. Refik Halid Karay’ın anıları, o karanlık dönemin belgesi sayılır. “Memleket Hikâyeleri” ile “Sürgün” romanı, anıların ışığında yeniden değerlendirilmeli. Beyrut ile Halep sürgününü anlattığı “Bir Ömür Boyunca” başlıklı anılarında Atatürk’le ilgili anısına da değinir: “Gerçek gurbette yaşadığım ikincisinde ise ‘Sürgün’ romanıyla dönmeden önce, Büyük Atatürk’ün misafiri olarak yanına çağrılmak gibi; hatırladıkça göğsümün kabardığını duyduğum, yüksek bir iltifata eriştim; fakat affı bekledim.” Refik Halid’in anılarında “Mütareke İstanbulu”nun çürümüş ortamını, dost olarak bilinen insanların ikiyüzlülüğünü, Atatürk’ün sofrasındaki İttihatçıların gizli niyetlerini, İstiklal Mahkemeleri’nin acımasızlığını da öğrenmiş oluruz. “GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ” Ercüment Ekrem Talu da Refik Halid gibi 1888 İstanbul doğumludur. Recaizade Ekrem’in oğlu olan yazar değişik dergilerde, gazetelerde anılarını yazmış, kitap haline getirmemiştir. Alaattin Karaca, Ercüment Ekrem’in dağınık yazılarını toplayarak dört bölüm halinde düzenlemiştir. İlk bölümde aile çevresi anlatılmaktadır. İkinci bölümde, Ercüment Ekrem’in “Edebiyat Âlemi” dergisinde, “Tanıdıklarım” başlığıyla çıkan yazılarından derlenen “Portre Anılar” yer almaktadır. Ercüment Ekrem “Son Posta” gazetesinde “Artık Yazabilirim” başlığı altında İkinci Abdülhamit döneminin siyasi olayları ile güncel durumları anlatmıştır. Kitaptaki bu üçüncü bölüm “Tarihsel Anılar” olarak değerlendirilmektedir. Dördüncü bölüm, “Bir Zamanlar İstanbul” diye yorumlayacağımız, “Eski İstanbul İle İlgili Anılar”a ayrılmıştır. Bir kenti en iyi anlatma biçimi de anılardan yola çıkmak olabilir. Aslında Ercüment Ekrem, “Eski İstanbul”u anlatırken bir zamanların yaşama biçimini anlatmış oluyor. Günümüzle karşılaştırarak nasıl bir değişim içinde olduğumuzu daha iyi anlıyoruz. Alaattin Karaca bu anılar derlemesine “Geçmiş Zaman Olur ki” adını koymuş. Eski bir sözü anımsatıyor: “Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.” (GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ, anılar, Hece Yayınları, 2005). Recaizade Mahmut Ekrem gibi ünlü bir edebiyatçının oğlu olması, Ercüment Ekrem’in geniş bir edebiyat çevresiyle ilişki kurmasını kolaylaştırdı. Özellikle “Portre Anılar” bölümünde dönemin ünlü edebiyatçılarını bilinmeyen yönleriyle tanıtır. Ercüment Ekrem’in kaleminden Nigâr Hanım’ı, Ahmet Rasim’i, Süleyman Nazif’i, Halit Ziya’yı, Osman Cemal Kaygılı’yı tanımak ayrıcalıktır. Gülmece edebiyatının dile kazandırdığı bir incelik vardır. Refik Halid de, Ercüment Ekrem de biçem özelliğinden geçen yazarlardı. OSMANLI’NIN SON DÖNEMLERİ Tıbbiyeden sınıf arkadaşımız Meral Sunata (artık ünlü kadın doğum hastalıkları uzmanı Meral Umuroğlu), babası İsmail Hakkı Sunata’nın İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan anılarına ilgimizi çekti. İsmail Hakkı Sunata 1892’de İstanbul’da doğar. Hukuk Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiyken Birinci Dünya Savaşı döneminde askere alınır. Çanakkale ile Doğu Cephesi’nde savaşır. 1. Kitap: “İstipdattan MeşrutiyeteÇocukluktan Gençliğe”. 2. Kitap: “Gelibolu’dan Kafkaslara”. 3. Kitap: “İstanbul’da İşgal Yılları”. Bu anılar XIX. yüzyılın sonlarından cumhuriyete doğru Osmanlı Devleti’nin son 25 yılına tanıklık ediyor. O karmaşık dönemi abartısız, yalın bir dille anlatan İsmail Hakkı Sunata, belgesel sayılacak bir biçem özelliği gösteriyor. Daha önemlisi İsmail Hakkı Sunata anılarını yazarken kendini de denetlemenin ayrımına varıyor: “Hayat, nasıl da sezilmeden ve elle tutulmadan akıp gitti. Tam altmış beş yıl ve arkada kalan izlerden bir sızıntı bile görünmüyor. Anılar insanı oyalamasa, geçen varlık, yok yürekten bağlılığını, hizmet aşkı ve doğruları savunmaktaki mücadele azmini, bilimsel merakını, dürüstlük ilkesini, mesleki etik değerlerden taviz vermeyen tutumunu genç araştırmacılara aşılayarak kurumsallaştırmıştır” (‘KAMU YARARI’NI ÖNCELİKLİ GÖREN BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ, İnsanlar Anıldıkça Yaşar, Yem Yayın, 2010). Yurdumuzun içinden geçtiği 70’li, 80’li karmaşa yıllarında, erkek egemen toplumun ağırlığı altındaki İstanbul Teknik Üniversitesi’nde, Hande Suher gibi bir kadının dekanlık yapması, öldürülecekler listesinde olduğuna aldırmadan öğrencileriyle bütünleşmesi, kendini değil hep yurdunun çıkarlarını düşünmesi, kaç öğretim üyesinin üstesinden geleceği bir çalışmadır? İyi ki ben de, eşim de öğrencilik yıllarımızdan bu yana Hande Suher gibi yiğit bir kadını tanımak onuruna ermişiz. Bir insanın yaşama düzenine sığmayacak o çalışmalarla nasıl bütünleştiğine tanık olmuşuz. Eşim Dr. Leziz Onaran’la yaşamaya alışmaya çalışıyorsak, HandeEsat Suher çiftiyle arkadaşlığımızın bunda payı var. Onlarla arkadaş olmak demek, insanın kendine duyacağı saygıyı yitirmemesi demektir. “GALİBA HADDİMİ AŞTIM” Askeri hekim olarak kıta hizmetimin önemli bir bölümünü 5. Zırhlı Tugay Topçu Taburu Hekimi olarak geçirdim. Benden önce topçu taburunun hekimi Hüsnü Göksel’miş. İnsan ilişkilerindeki içtenliğini iyi bildiğim büyük bir cerrahtı Hüsnü Göksel. Tabur Komutanımız Osman Köksal’dı. Dürüst, çalışkan bir asker. En iyi arkadaşlarımdan biri, Ali Armağan, 1. Batarya Komutanı bir yüzbaşıydı. Sessiz görünüşünün arkasında fırtına gibi bir subay. Sonradan generalliğe yükseldi. Ama ben askerlikten erken ayrılınca yollarımız da ayrılmış, birbirimizi yitirmiştik. Ama Ali Armağan’ın anılarını okurken, 5. Zırhlı Tugay’ın güneye göçünü, İskenderun’da çadırlı ordugâh kurduğumuz, bir çadırda olduğumuz günleri anımsadım (GALİBA HADDİMİ AŞTIM, Tekin Yayınevi, 2005). Dönemin genel kurmay başkanına çıkıştığı, Osman Köksal’ın onun arkasında durduğu olaylara hep tanık oldum. Ali Armağan şimdi 85 yaşında. Anılarını 80 yaşına girdiği zaman yazmış. Denizli’nin bir köyünde doğan bu Anadolu çocuğu Bursa Işıklar Askeri Lisesi’ne girmek olanağını bulmasaydı, ne orduda yükselip önemli görevler yapabilir, ne ordudan ayrıldıktan sonra çalışma düzenini sürdürebilirdi. Bu dürüst askerin şu sözleriyle yazımı noktalamak istiyorum: “Anılarımın sonunda, halen sırtında üniformasını taşıyan tüm arkadaşlarıma bir inancımı açıklamak istiyorum: Gerçek rütbeniz omuzlarınızdaki yıldızlar değildir. Asıl rütbeniz, ülkeniz için yaptığınız yararlı hizmetler ile insanların, özellikle astlarınızın sizin için yüreklerinde besledikleri güven, sevgi ve saygıdır.” İyi ki anılar var. İyi ki o anılar bize görmeyi öğretiyor. Yoksa yaşamanın pek de anlamı kalmazdı. ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: demek. Acaba hayat anılardan mı ibaret? Hayatı ebedileştirmek, anıların yaşanması mı demek?” İsmail Hakkı Sunata’nın tanıklığı, özellikle Ermeni sorununun içyüzünü, “Mütareke İstanbulu”nu öğretmesi bakımından ilgiyle okunması gereken anıları içeriyor. İNSANLAR ANILDIKÇA Hande Suher bir cumhuriyet kadını. Yaş 80’e gelince (19292009) kendiyl ödeşmek ister gibi anılarını kaleme almış. Kentlerin soluk alması için emek veren bir mimarın konusu, hekimlerin çabası gibi, insandır. Hande Suher’in anılarını değerlendiren doktora öğrencileri Fulin Bölen, Hale Çıracı, Mehmet Ocakçı, Lale Berköz, Hatice Ayataç şu gerçeği ilgilerimize sunuyorlar: “Prof. Suher, şehircilikmimarlık bilimine ve İstanbul Teknik Üniversitesi’ne sevgisini, Mustafa Şerif Onaran Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1070 SAYFA 22
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle