27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Müesser Yeniay’la ‘Dibine Düşüyor Karanlık da’ üzerine luyan bir cinsellik buldum, kendisini göremiyorsunuz, sadece nefesini duyabiliyorsunuz. “ŞİİR SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA YAYILMACI VE COŞKULUYUM” “Gibi” benzetme ilgecinin dizelerinizdeki çokluğu, şiirinizin benzetmeye dayalı olduğunu düşündürdü bana. Çok mu yararlanıyorsunuz bundan? “Gibi” sözcüğünün açımlayan bir yanı, geniş bir yöresi var: “Şiire çektim acıyı/ kıyıya çeker gibi bir deniz/ kızını”, “Burası bir kızın kasabası/ o kız bir lale gibi durur/ayakları üzerinde”, “Nar gibi çoğalıyorum seninle/ birinin yeryüzüne saçtığı yüzümü böyle taşıyorum”, “Su geceyi anlar/ gece gökte/ bir kap su gibi durduğundan.” Kitapta hemen hemen bu kadar kullanılmış, çok olmasa da belirleyici duruyor. “Kırmızıya gebe bir kadın oldu akşam/ gözleri salkım kopardı/ hüznün bağından” anlam yoğunluğu, çağrışım gücü, imgenin kapsamı açısından şiirin öznesi olarak ne dersiniz? Gözler burada üzüm yiyen değil dövülen bağcılardır. “Hüzün Bağı” ayrılık şiiridir, ufuk da gebe bir kadın gibi yer açar kendine gökte; gözler gözyaşının elleriyle salkımlar koparır. Damarlarda uyanan kartalın pençeleri, yalnıza uzanan bir eldir aslında. “Önüme çıktım/ ruhumdan tüten dumanlar arasında” nasıl bir inanç ve güçtür bu? Kendini beden olarak değil, gölge olarak çoğaltmak bu. Yüzünü aynaya dökmek, bulabildiklerini geri çağırmaktır. Büyük bir yeryüzünden sonra kendi yüzümüz keşfedilmeyi bekliyor, Piri Reis olmalı biri bizim yüzümüzden. “Bir benim kuyu elbisem var/ uzun.” Bu ayrıcalığınız(!) nereden kaynaklanıyor? Kuyunun içine düşmekten ve onu giydiğini sanmanın yeni bir giyim tarzı yaratabileceği düşüncesinden sanırım. Sadece kuyu değil, binlerce elbise var üzerimizde, içimizde. Bizden su yerine ses çıkıyor yalnızca, sesimiz insanı ıslatıyor; ama kuyular bir ülke, ilk önce bedenimizde açıyoruz onu sonra açılmış olan bir kuyuya kenar oluyoruz. “olmak da olmalık da” bizi içinden çekip çıkaramayan su. “Sonsuz uzun serviler/ eğiliyor içimde” dizeleri bana Ahmet Haşim’i çağrıştırdı, ne dersiniz? Bu söyleyişi ben de kendimin bulmadım açıkçası, bir şairin şiirinin torunu olabilir. Ama Ahmet Haşim şiirine uzağımdır. “Karanlığı sürüyor bir merhem gibi etine”, “karanlığı çiziyordu bir ağaç” bu nasıl bir “acı”dır? Beni karanlığın aynasına tutan güce sormak gerek. “Ben bir ortaçağ/ hangi kıyısına vursam karanlık bir deniz” bu kadar kötücül müsünüz? Dibine düşüyor karanlık da” diyeyim bu soruya, gelenekçi bir bağ var karanlıkla aramda, aile bağı kadar yakın. Karanlık bütün sorulara tek yanıttır, içkindir. Bu kadar kötücül değilim, sadece o anlar gerçekten kötü olduğum anlardır. Karanlığı göz yuvalarımda siyah bir göz olarak bulduğum zamanlardır. Ne zaman ya da hangi durumlarda “bir lale gibi” duramazsınız “ayaklarınız üzerinde”? Şiir söz konusu olduğunda lale gibi duramam daha çok eğrelti otuyum, yayılmacı ve coşkuluyum. ? Dibine Düşüyor Karanlık da/ Müesser Yeniay/ Şiirden Yayınları/ 56 s. ‘Karanlığın altındaki her şeyi seviyorum’ Müesser Yeniay Dibine Düşüyor Karanlık da ile şiirseverlerin karşısına çıktı. Yeniay şiirlerinde kendisiyle hesaplaşma ve dünyaya yeni bir anlam verme gibi temel izleklerin peşinden gidiyor. Yeniay’la, kitabı ve şiir anlayışı üzerine söyleştik. Ë Atalay SARAÇ lk şiir kitabınız yayımlandı, neler hissediyorsunuz? Şiirimin aslında gerçek olduğunu duyumsadım kitabımla, şiirlerin aynı vazoya bırakılan çiçekler gibi durmaları, inanılmaz güzel. Hâlâ uyuyorlar sayfalar içinde, okur şiirlere istediği karanlığı bağışlasın. Dedenize sunmuşsunuz kitabı, bunu açıklar mısınız? Evet, beni yetiştiren adamın ne renk bir ağaç olduğumu görmesini istedim. Sevgisini döktüğü kızın, onun sevgisinden heykeller kurduğunu göstermesi çok değil... İ “BEN’ ASLINDA KURU AĞAÇLARIN YASLANDIĞI BİR ŞİİR TARLASIDIR” Genç bir şairsiniz, şiirinizi oluşturan kaynaklar ne ve usta bildikleriniz kim? Şiirimin oluşumunda etkili olan kaynaklar: Karşıma oturttuğum kendim, karşıma çıkan dünya, karşılıksız bırakılan duygular, karşı karşıya gelindiğinde kendi karşımı bulamamak. “Ben” aslında kuru ağaçların yaslandığı bir şiir tarlasıdır, bilinmezlikle işi olan her şey paydasını paylaşır şiirle. “Bilmemek güçsüzlüktür.” Biz bu güçsüzlüğümüzü hayattan, gücümüzü ise şiirden alıyoruz. Usta bildiklerim: Kadın şairler özellikle Sylvia Plath, Anne Sexton; İlhan Berk, Robert Creeley, Ungaretti, Neşâti, Nâilî ve Haiku şairleridir. Şiirin en önemli öğesi kabul edilir imge. Sizin için de öyleyse imge anlayışınız nasıl? İmge çoğaltılabilir, birleştirilebilir olandır. Zihnimizin aynasına tuttuğumuz yerde imgeler farklı mekânlar sunacaktır bize. Bu bir bilgidir, sizin aklınızı benim kullanmamdır aslında. Kafamızın içinde dönen dünyayı bir yerinden tutup durdurmaktır anlık. Doğanın dilimize kazandırdığı bu görsel dili kullanmaktır. İmge uzakta olandır nesneye göre. İmgenin şiirsel olması biraz da bu uzaklıktan kaynaklanır. Odamız kafatasımızdır, eşyaları ise imge... Aklın dili görseldir burada. Robert Lynd, “Şiir bizi hakikate yaklaştırır” diyor. Sarte ise “İmge, belirli bir bilinç türüdür, bir şeyin bilincidir.” Herder’in de bir sözü var buna ilişkin: “Varlığı dile getiren, varlığın bir uzantısı olarak duran sözcükler değil imgelerdir. Ancak imgeler nesnenin yanına uzatılmış ikinci bir doğa gibi dururlar.” Şiirinizde ritm/ uyum ya da sessel öğeler çok ön planda değil. Bunları önemsemiyor musunuz yoksa başka öncelikleriniz mi var? SAYFA 8 Beni kavrayan hep imgeler olmuştur, kafamın bir yerinde bir tavan arasında duran görüntünün kendini önüme atmasıyla başlar genellikle şiir ya da ben kalbimi soyunmuş bir ağaç gibi atarım manzaraya acılar içinden. Şiirin ritmi huzursuzluğumun ritmi olsun isterim; deniz dibine batan bir şeyler vardır dalgaların hışırtısından, ağırlığını duyarım. Her gün doğan güneş, her gün kendini aynı yerde tutan toprağın müziğini istemem. Şiirinizin bir sorumluluğu var mı, varsa kime veya neye karşı sorumludur şiiriniz? Şiirimin sorumluluğu üst gerçeğe aittir, yani bu dünya altında barınamadığımız zamanlarda sığındığımız bir taraça olan gerçeküstücülüğe. Ayağımızı bastığımız yerin tek gerçeğimiz olmadığını duyumsadığımız yerde başlayan şiire… İnsanın kendisini annesinden sonra bir kere daha doğurması, şiirle; bu olağanüstü şeye… Bu ilk kitabınız sosyaltoplumsal konulara uzak duruyor. Daha çok bireysel olan ön planda... Evet, bireysel olan daha toplumsaldır aslında. “Ben” bütün insanlığı tek kişide toplar. Ben’in sorunları nitelik ve nicelik olarak çoğunluğun sorunlarından ağır. Ben böyle olduğunu duyuyorum. “Karanlık, kara, ağrı, acı, siyah, gece, akşam, hüzün…” gibi aynı çağrışım alanına yönelen sözcükler yoğunlukta şiirinizde. “İçime siyah kaçtı” demeniz bundan mı? Karanlığın altındaki her şeyi seviyorum. Aydınlık da görenler için bir tür karanlık, körlerin karanlığı aydınlık buna karşın. Ben sanırım bir körüm ve bu karanlık bana çok şeyler gösteriyor. Mesela hayatın köklerini orada görebiliyorum, gözlerimi kapadığımda. “En güzeli gözlerimi kapattığım kapı, geceyi bir siyahla yamayan.” “İçime siyah kaçtı” de mem gerçekten içime siyahın kaçmasındandır, umutsuzluğu ekmek olarak tüketmek gibi; içime eğildiğimde kara bir gök görüyorum, kirli... Gökkuşağının bütün renklerini dışlamış bir karanlık değil bu, bütün renklerini giyinmiş bir katman. Adıllara, özellikle de birinci, ikinci tekil kişi ile dönüşlülük adılına çok yer vermişsiniz. Bu, şiirinizin içe dönüklüğü ve çekingenliği, neden? “Ben, sen, kendi” adılları bir özü anlamaya yönelik: Et özü eski Türkçe ile. Şiir içe dönük, sadece insanın içine değil nesnelerin içine de dönük. “Belki su, yere düşen göktür.” Şiirin çekingenliği ise, bir yabancının sahip olduğu ürkeklik. Robert Creely gibi dersek: “Yüzüm benim/ ellerim benim/ ağzım benim/ ama ben değilim.” Şimdi nasıl içe dönük ve çekingen olmasın şiir? “Kadınkız, yüz, gök, su, göz” sözcükleri çok yoğun kullanılmış kitabınızda. Bunun anlam çerçevesi nasıl çizilebilir? Kadın, kız imgenin uysal yanıdır, hayatta olduğu gibi şiirde de çok iyi durabilir kadınlar; her birinin içinden yazdığı dışından okuyamadığı bir şiiri vardır, kadın olmak tek katmanlı şiir olmaktır aslında. Karşı cins tabelalarla şiirler asıyor onun boynuna, öyle değil ama. Kadın, sesini üfleyebilse rüzgârı şiir edebilir güçtedir. “Gök” imgesi üstümüzde duran ters çevrilmiş bir bakraç gibi, içine her şeyi alabilecek denli büyük dolayısıyla içine şiirimi de aldı; ne zaman içimin genişlediğini duysam ağzımdan kuşlar dolusu gök çıkar. “Su”, bu sözcük kendi başına şiir. “Göz” ise yüzümüzde taşıdığımız ayaksız gövde. Cinsellik de ağırlıklı dizelerinizde... İlk aklıma gelenler: “Kolları/ onun gündüzün devamı”, “Kiremitler o evde/ gecelerin arasına giriyordu.” Ağırlıklı mı diye tekrar döndüm dizelere ama so CUMHURİYET KİTAP SAYI 1053
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle