27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y obert Louis Stevenson’ın Define Adası adlı romanında bir denizci şarkısı geçer ya da bir korsan şarkısı. Böyle şarkıları çevirmek zordur, bazen şiir çevirmekten de zordur. Belki serbestçe şöyle söylenebilir: “On beş tayfa tünemiş bir ölünün sandığına / Hey anam hey, var mı bana yan bakan / Diktin mi romu kafaya olursun zilzurna / Hey anam hey, var mı bana yan bakan…” Rom, Stevenson’ın romanının kanlı canlı karakterlerinden biridir sanki. Roman değil de rom/an handiyse. Bu 19. yüzyıl sonu romanının “rom”la dolu “an”larının haddi hesabı yoktur. Omzunda papağanıyla dolaşan Long John Silver, geminin tayfalarını isyana kışkırtabilmek için onlara bol bol rom içirir. Aslına bakılırsa, Define Adası’na gelinceye kadar, şekerkamışından elde edilen bu alkollü içkinin ilk olarak Batı Hint Adaları’nda ortaya çıktığı söylenir. Barbados Adası’nda bulunan 1650’lerden kalma kimi kayıtlarda romdan söz edildiği görülmektedir. Önceleri “rumbillion” adı verilen, 1660’lardan sonra kısaca “rom” denmeye başlanan bu içki, Amerikan kolonilerinin köle ticaretinde de azınsanamayacak bir rol üstlenmiştir. Afrika’dan getirilen köleler Batı Hint Adaları’nda şekerkamışı melasıyla değiştirilir, alınan melas New England’da roma dönüştürülerek Afrika’dan yeni köle alımında kullanılırmış. Yine de, rom, 17., 18., 19. yüzyılların korsanlık ve denizcilik öykülerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Böylesi öykülerin temelinde ise, kuşkusuz, deniz yaşamının acımasız gerçekleri yatar. Örneğin, besinlerle alınan C vitamininin yetersizliği yüzünden ortaya çıkan beslenme bozukluğu, iskorbüt, 15. yüzyılın sonlarına doğru uzun yolculuklara çıkan denizcilerde görülen ölüm ve güçsüzlüklerin başlıca nedeniydi. Gerek donanmadaki denizciler, gerek korsanlar, iskorbüte yakalanmamak için “grog” denen bir içki içerlerdi. Şekerli su, limon suyu ve romun karışımından oluşan bu ünlü denizci içkisi, tayfalara günlük tayın olarak verilirdi. İçilebilir su bitmek bilmeyen yolculuklarda kolaylıkla ve kısa zamanda kirlenebildiği için de, gemilere sudan çok şarap ve rom alınırdı nerdeyse. eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Bir gazetecinin kaleminden Bacardi rom imparatorluğunun 150 yıllık serüveni Bacardi’lerin ‘rom’anı R dırılırdı. Ama rom tayınından yoksun bırakılmak da en ağır cezalar arasındaydı. Britanya donanmasındaki isyanların dayak ve hücre cezasına çarptırılan tayfalardan çok, gündelik rom payından yoksun bırakıldıkları için deliye dönen tayfalar tarafından çıkarıldığı görülmüştür. Nitekim birçok korsan denizcilik serüvenine donanmada ya da ticaret gemilerinde tayfa olarak başlamış, ama komutanların zulmünden kurtulmak için firar edip kapağı korsan gemilerine atmıştır. Bunda, “daha çok para”nın yanı sıra “daha çok rom”un da hatırı sayılır bir katkısı vardır. gösterirmiş. “Oyun”, biri vuruluncaya ya da Kara Sakal sıkılıncaya kadar sürüp gidermiş. Tom Gjelten DAHA ÇOK ROM Korsan gemilerindeki tayfalara donanma gemilerindekinden daha iyi davranıldığı söylenir. Britanya imparatorluğu donanma mahkemesinin kayıtları, kaptanların tayfalara uyguladıkları vahşice baskıların örnekleriyle doludur. İmparatorluk gemilerinde kırbaçlama cezası yüzlerce yıl boyunca gündelik, sıradan olaylardan sayılmıştı. Tayfalar ayrıca daracık hücrelere kapatılarak ya da kavurucu güneşin altında direğe bağlanarak cezalanSAYFA 6 KATALUNYA’DAN KÜBA’YA Bir zamanlar Afrikalı kölelerin takas edildikleri, tayfaların, korsanların onsuz edemedikleri rom, kuşkusuz, düşük nitelikli ve çok sert bir romdu. 1830’da Katalunya’nın Sitges kentinden Küba’ya göç eden şarap taciri Facundo Bacardi ise bu vahşi romu evcilleştirmeye kalkıştı. Çok daha gelişkin yöntemler kullandı, dışarıdan katılan özel mayalardan yararlandı, mayalanmış ürünü kesintisiz çalışan damıtma kazanlarında damıttı. Romu, meşe ağacından yapılmış fıçılarda dinlendirerek “yumuşattı”. Böylece, dünyanın ilk berrak, “beyaz” romu çıktı ortaya. Ne ki, Bacardi ailesinin tarihi, 19. yüzyıl ortalarından başlayarak Küba’nın modern tarihinin ayrılmaz bir parçası olacaktı. Amerikalı gazeteci Tom Gjelten, Viking’den çıkan Bacardi and the Long Fight for Cuba 1830’da Katalunya’nın Sitges kentinden Küba’ya göç eden (Bacardi ve Küba İçin Verilen şarap taciri Facundo Bacardi. Uzun Savaş) adlı kitabında, bir Tarihin en ünlü korsanlarından Edaileyle bir ülkenin nerdeyse bütünleşmiş ward Teach ya da Amerikan folkloruntarihini anlatıyor. NPR’nin (National daki adıyla Kara Sakal da, ilkin bir İngiPublic Radio) çok savaş görmüş kıdemli liz ticaret gemisinde çalıştıktan sonra, muhabiri Gjelten, uzun araştırmalar sokorsan olarak adını ilk kez 1716’da dunucunda kaleme aldığı kitabında, buyurmuş, ertesi yıl ele geçirdiği bir Fransız günkü Bacardi imparatorluğunun ilginç ticaret gemisini kırk toplu bir savaş getarihini öykülüyor. misine dönüştürerek, Antil Denizi’nde Bacardi, günümüzde, daha başka gerçekleştirdiği soygunlarla ün salmıştır. ürünlerin yanı sıra yüz elliden fazla ülkeAncak Kara Sakal’ın sonu kötü olmuş, ye yılda 20 milyon kasa rom satıyor. Ama bir İngiliz filosu şiddetli bir çarpışmadan Don Facundo’nun 1862’de Küba’nın sonra Teach’i yenilgiye uğratmış, çarpışmada ölen Kara Sakal’ın başı gövdesinden ayrılarak gemisinin kıçındaki çivadraya takılmıştır. Yalnızca görkemli siyah sakalıyla değil, kimsenin bulamadığı ve büyük olasılıkla var olmayan definesiyle de nam salan Kara Sakal roma düşkünlüğüyle de ünlüdür. 19. yüzyılın korsan efsanelerinde, Kara Sakal’ın “içkili”, daha doğrusu “romlu” oyunları pek sevdiği anlatılır. Bu ilginç “oyunlar”dan birinde, Kara Sakal adamlarına özel kamarasında içki şöleni çeker, birkaç fıçı romdan sonra herkes dut gibi olduğunda bir teki dışında bütün mumları söndürürmüş. Sonra adamlarına eğilip kendilerini kollamalarını söyler, son mumu da üfleyip söndürür, piştollarını çekip karanlık odanın içinde rastgele ateş etmeye başlarmış. Eğer adamlardan biri vurulacak olursa, Kara Sakal’a göre, bu onun güvenilmez biri olduğunu doğusundaki Santiago kentinde, 3.500 pesoya satın aldığı teneke damlı, eski püskü, çatı kirişleri arasında yarasaların yaşadığı –ki bu yarasa Bacardi markasının simgesi olacaktır bir damıtımevinde başlattığı uğraşın ürünü Bacardi romlarının tek bir şişesi bile bugün Küba’da satılmıyor. Gjelten’in Bacardi kitabı, bir yandan da, bu garip çelişkinin öyküsüne dayanıyor. İŞ DEHASI Don Facundo, kendini emekliye ayırırken, şirketi en büyük oğlu Emilio’ya, romun gizli formülünü de onun küçüğü Facundo’ya teslim etmiş. Emilio bir yandan şirketi geliştirirken, bir yandan da Küba’nın İspanyollara karşı bağımsızlık savaşında isyancıları desteklemiş, iki kez hapse düşmüş, Küba’dan sürülmüş. Bu zor yıllarda Emilio’nun kardeşleri Facundo ve José ile eniştesi Enrique Schueg, şirketin varlığını korumayı üstlenmişler. Amerikalıların İspanyolları yenilgiye uğratıp Küba’yı işgal etmeleriyle birlikte Bacardi firmasının namı almış yürümüş. İçki yasağı yıllarında Amerikalılar rom içmek için Küba’ya akın etmişler. İzleyen yıllarda, biraz da Schueg’in “iş dehası”yla, Küba romun anavatanı, Bacardi de romların kralı olmuş. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Bacardi’ler, Batista diktatörlüğüne karşı çıkmışlar ve Fidel Castro’yu desteklemişler. Bazı işçilerinin isyancı güçlere katılmasına izin vermişler; Castro hareketine para desteğinde bulunmuşlar. Ama Castro’nun, iktidara geldikten bir süre sonra büyük şirketleri devletleştirmeye ve özel mülkiyete son vermeye kalkışması işleri karıştırmış. Yaşanan karmaşık bir süreçten sonra, bugün Bacardi şirketi Miami’de üslenmiş bulunuyor. Bacardi’ler Küba’ya birçok dava açmış durumda. Bacardi’lerin 1830’lardan günümüze gelen serüveni, bir film öyküsünden farksız. Küba’nın adını dünyaya duyuran bir markanın doğuşu, bağımsızlık savaşı, hapisler ve sürgünler, Castro hareketinin desteklenmesi ve Batista’nın devrilmesi, Castro’yla ters düşmeler ve CIA ile ilişkiler, ne ararsanız var. Aklıma, Andy Garcia’nın, ünlü Kübalı romancı Guillermo Cabrera Infante’nin senaryosundan gerçekleştirdiği “The Lost City” filmi geliyor da, sıkı bir “Bacardi filmi” neden çekilmesin diyorum. Aslen Kübalı olan Andy Garcia’ya yakışır. Castro’nun Küba’sına karşı bir propaganda aracına dönüşmezse, müthiş bir film çıkar ortaya. Bir “rom ve Küba” filmi olursa sorun yok, ama sermaye rahat durmaz, bir çuval inciri berbat eder. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1053
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle