27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ lelerin umudunu diri tutan şiirler yazmış, kitleleri şiirine, şiirlerini kitlelere ulaştırmayı ve yüksek sesle, hep bir ağızdan, meydanlarda, salonlarda söyletmeyi başarmış bir ozan. Komünist bir şair, devrimci bir şiiri düşündüğümüzde, onun saydığımız bu özelliklerinin yansıtıldığı en iyi şiirinden biri, “Kirtim Kirt”i yeniden okumanın ve üzerinde düşünmenin tam sırası: Can yoktu ki sevdalara düşe,/Kurt yoktu ki kızıl kana üşe/Yoktum ki yol geçe/Gül yoktu ki, dal yoktu ki…/Ve döne döne ateş/Döne döne madde/Gökler yarıla dürüle/Dağlar savrula devrile,/Kırıla döküle yıldız/Sular evrile çevrile/Döğüşe döğüşe madde/Değişe tokuşa madde…” İnsanın, hem akıl varlığı olarak yapıp ettiklerinden sorumlu hem de olan biten karşısında “duygu ve duyusallık” varlığı olarak, kendi eylemliliklerinin sonucu bir kişilik olduğunu da iyi bilen Gökçe diyor ki: “Umutsuzluğumuz arttıkça, geçmişi suçluyoruz ve sanıyoruz ki, o koşullar hep varlar. Oysa, bireylerin birbirleriyle ilişki kurdukları toplumsal koşullar, kişiliklerin koşullarıdır. Hiçbir zaman bizim olmayan bu koşullar, kendi eylemlerimizin koşullarıdır ve kendi eylemlerimizden doğmuştur…” Bu durumda, şairin yaşamı şiire dahildir diyenlerin söyledikleri doğruysa eğer, Gökçe’nin yukarıdaki sözleri, onun şiirlerine yansıyan yaşamını anlatması bakımından çok önemli. Çünkü yaşamı büyük yalnızlıklar ve acılarla geçmiş birinin, bu yaşamı bilerek seçmesinden daha doğal ne olabilir ya da “eşyanın tabiatı” gereği değil midir böyle bir seçim? Gökçe’nin şiirinde “Aydınlanmacı” tavır, tarihsel bağları ve kökleri.. İnsan akıl varlığıdır “aklını kullanma cesaretine” sahip, “ergin akla” ulaşmış biri olarak, eylemlerinin sonuçlarını göze almış, bu sorumluluğu taşıyabilecek olgunluğa erişmiş bir kişiliktir. Gökçe, yaşamak istediği bu hayatı bilerek seçti. Doğuracağı sonuçları da, Anadolu insanına özgü alçakgönüllü bilge kişiliğiyle göğüslemesini de bildi. Ustalığı hoşgörüyle, üretkenliği alçakgönüllülükle birleştiren ve herkesin olan şiirler yazdı. Yaşadıklarından kimseyi sorumlu tutmadı. Onun en büyük yarasını, en iyi biçimde Timuroğlu dile getirdi. Söylediklerini buraya almalı ve genç kuşaklara onu yeniden anlatmalıyız. Şiirlerini yeni baştan okumalıyız. Elbette ki bunun, küskün giden şairimize bir yararı olmayacak. Ama, bizden sonraki kuşaklara, onu yaşatma çabamızın bir belgesi olarak kalacak bu. Gökçe’nin şiirlerini okuduğumuzda, en bireysel tepkisinde bile, toplumsal bir içerik, toplumsalcı bir dünya erekleyen öz taşıdığını sezeriz. Onun şiiri, Bedreddin’den Mansur’a, Nesimi’den Giordono Bruno’ya, Sokrates’ten Pir Sultan’a, Deniz’lerden Mumcu’lara değin uzayan zulümler tarihinin türküsüdür. Unutmaya ve unutturulmaya karşı bir bellek yenilemesi! Kitlesel bütünlük bir olgunluk belirtisidir. Toplumsalcı Türk şiirinde, materyalist dünyanın estetiğini içselleştiren kurgusu ve içeriğiyle, yerelden ulusala, ulusaldan evrensele uzanan çizgide, bin yıllar ötesinden ışığını bize ulaştıran yıldızlar gibi parlayıp duracak, Türk şiiri içinde. Gökçe’yi ve şiirini “büyük” yapan “şey” ya da “şeyler”e gelince; özetle: İnsanlık kadar uzun bir geçmişe tarihlenen halk ekini, halk dili ve halk damarı türkülerdir... Enver Gökçe’nin şiiri, işte bu tarihin şiiridir. Bu yolu bilerek yürümüş ve bunu bir yaşam biçimine dönüştürmüş tarihin şairi Gökçe’yi, “…bir ipin ucunda sallandırmadılar, bir baltanın keskin ağzında parçalamadılar, derisini yüzmediler, ateşlere atmadılar. Ama onu şiirden yoksun kılarak yaşamın dışına attılar. Gökçe’yi, bu soylu şairi, şiirden uzaklaştırmak denli büyük zulüm olamaz. O, şiirlerinde halk duyarlığını örgülüyordu. Bunu, kültür ve toplumbilimin tüm gerekleriyle yapıyordu. Yaptıklarının tümünde üstün bir bilinç düzeyinin olduğunu görüyoruz. Örneğin, belli kültürlere tarihsel bilinci taşırken halkımızın kültür düzeyini gözden ırak tutmadığını “ yazmaktadır, Timuroğlu. Ne ki, onun yaşamı ve yapıp ettikleri düşünüldüğünde, tarih öncesi Anadolu’da yaşamış “Gılgameş”in, Anadolu’yu insancıllığın beşiği ve insan sevgisinin anavatanı yapan Yunus’un, Dadaloğlu’ların, Köroğlu’ların, Karacaoğlan’ların, Pir Sultan’ların çağdaşı ve yirminci yüzyılda dünyaya serpilmiş bir ışığı yapmaktadır onu. Yaşar Kemal’in “Büyük şiirin” oluşumuna tanık olduğu yaşamı işte bu. Su gibi berrak, cam gibi göstergen. Devrimci, komünist, dosdoğru, eğrisiz, ödünsüz ve lekesiz bir yaşam, eğilmeyen bir baş! Kendi yaşamını halkın yaşamından ayrı tutmayan, onlarla yatıp onlarla kalkan, emekçilerle yan yana, kol kola çalışıp gezen, türküler, masallar, maniler, destanlar, deyişler söyleyen... Yani halk olan her şey gibi, büyük fırtınaları da halk duyarlığıyla sezip bunları üstün bilinç düzeyinde şiirleştirmesini bilen bir şairin, başka türlü yaşamı olmazdı. Bir şeyin altını, Vecihi Timuroğlu’nun da ısrarla vurguladığı gibi belirgin biçimde çizmeli: “Enver Gökçe” diyor Timuroğlu, “salt halk diline ve halk şiirine yaslanmıyor. O, tüm Türk şiiri ve yazınını inceliyor. Bir tek dizenin mihnetini, acısını çekiyor. Bir imgeyi yaratırken, Türk şiirinin bütün inceliklerini ve olanaklarını araştırıyor ve “berceste mısrayı” yakalıyor. Berceste mısra, bir Divan terimi değil mi? Kimi zaman bu şiirden, “gelincik yüzlü” imgeler geliştirir, “Evvel maddeahir fikir” dizeleri de Divan şiirinin deyişiyle kurulmuş diyalektik bir anlatıdır. “Demir ve ekmek aşkına mesuduz” dizesi, bende her zaman bir Naili hazzı bırakmıştır. “Yetişmedi daha Celal Paşa kolu”ndaki Evliya Çelebi ağzı, Enver Gökçe coşkusundandır. Şiirinin köklü öğesi, materyalist felsefeye dayanır ve diyalektik düşüncenin bilincini taşıyan şiirlerdir… Gökçe’nin bir toplumbilimci yanı da vardır. Yapıtları, üstün bir bilincin ürünüdür. Belli kültürlere tarihsel bilinç taşır. Bunu yaparken, halkının kültür düzeyini ıraksamaz..”. Enver Gökçe, masal öğelerini, yerel halk deyişlerini de kullanır: “Zaman akar, zaman geçer/Zaman zindan içinde/Biz mapusta gürül gürül yatardık” dizeleri, çocukluğumuzda nine ve dedelerimizin bize anlattığı masal başlangıcındaki “evvel zaman içinde, kalbur saman içinde” tekerlemesini çağrıştırır. Ne ki, burada Gökçe, yinelemeye düşmeden yapar bunu. Şiirsel oluşumun bütün tatlarını duyurmaktadır bize. Özgün bir şiir diliyle anlatmaktadır. Şiirsel kurgu, yüksek bir bilinç ürünü, akıcı, sürükleyici, yalın ve çarpıcıdır. Yaşamın bir de acı gerçekliği vardır. Bir çocuk merakı ve aceleciliğinde duyuran kendini. Koparıp alır masalsı o dünyandan ve dünyanın zulümlerle örülü acı gerçekliğinin karşısına diker seni: “Getirdiler ite kaka bir yiğit,/Ayak çıplak/Ak bir mintan içinde…” dizelerinde. Ardından, “Kırmızı parıltılı ve narin /Bir kiraz dalı/Irgalandı/Has bahçenin içinde” dizeleriyle şiir sürer gider. Şiirde dile getirdiği “has bahçe” bir başka masal örgesidir (motif). Gökçe bunlara, salt birer deyiş unsurları olarak değil, yüksek bilincin bir ürünü dizeler olarak yer vermiştir şiirlerinde. Bilindiği gibi“Has bahçe”, padişah mülküdür. Karınca sızsa kıyamet nedeni. Üstünden kuş uçurulmaz, yanından kervan geçemez. Has bahçenin kiraz ağacı çiçek dökerken, öfkesini kuşanmış gür sesiyle, Eğinli Bekir çıkagelir: “Bu ne bok kader/Toprağım yok, tarlam yok./Ne kadar/Toprak var dünya da oysa/Ömrübillah herkese yeter.” Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. ? SAYFA 21 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1053
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle