02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA K laus Mann’ın en önemli yapıtlarından biri kabul edilen ‘Sonsuzda Buluşma’, 20’li yılların sonunda Almanya’daki bohem çevreleri ve Hitler’in iktidara geçişi öncesinde toplumda oluşan huzursuzluk ortamının bu çevreleri nasıl etkilediğini anlatıyor. Kitabı Esen Tezel değerlendirdi. Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’nde yapılan deneysel bir çalışma, “Metin türü bilgisine sahip, çevirinin gereklerini kavramış, bilinçli kararlar alabilen çevirmenler yetiştirmek nasıl mümkün olabilir?” sorusuna odaklanarak, sonuçları edebiyat ortamıyla paylaşmak üzere kitap bütünlüğüne taşıdı: ‘Kızılcık Karpuz Olur mu Hiç? İlahi Çevirmen!’ Ülker İnce ve Işın BengiÖner’in konuya ilişkin olağanüstü yazıları yer alıyor kitapta. 1963 yılından bu yana Türk yazınında tartışılmaz bir yere sahip Necati Tosuner. Kasırganın Gözü’nde kızlar, oğlanlar, adamlar, kadınlar, sokakta aynı, ayrı veya çapraz yönlerde çetrefilli ya da sıradan öykülerine doğru adımlıyorlar hayatı E5’in yamacından. Necati Tosuner ile ‘Kasırganın Gözü’nü konuştuk. Bilinç şairidir Enver Gökçe. Kendi deyişiyle, ‘diyalektik düşüncenin bilincini taşır kütlelere.’ Nâzım Hikmet’in açtığı yolda kendi özgün şiirini yaratmıştır. Şiirlerini kitlelere yaklaştırmış, kitleleri de şiirindeki yüksek bilincine çekebilmiştir. Halk duyarlıklarını iyi sezmiş. Şiirindeki bu yüksek duyarlığın halk dilinden, halk türkülerinden geçtiğini bilen Gökçe’nin, şiir gelişimindeki temel kavşaklar ve şiir durakları: “Halk şiirinden Divan şiirine, Nâzım’dan Dedekorkut’a, masaldan tekerlemelere” değin uzayan devrimci bir çizgide gelişir. Gelenekten beslenirken, şiirin devrimci özünden ödün vermez. Şiirinin özünde diyalektik ve tarihsel materyalizm yatmaktadır. Omurgasını da bu oluşturur şiirinin. Gökçe’yi Ali Ekber Ataş’ın kaleminden okuyoruz. Bol kitaplı günler... P ervasız Pertavsız ENİS BATUR Işık ve Uygarlık “Çalışma Odasında Ermiş Augustinus”, Carpaccio.´ TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] Gölge oyunlarını saymıyorum saymadığım an görüyorum ki, orada bir “zatiyet” değil Gölge; çünkü Işık, ilâhi bir yansızlıkla yayılmış bütün yüzeylere. Binlerce yıl boyunca, Pencere’nin dışlandığı doğru mu Doğu resminden? “İçeri”ye bakılmadığı doğru: Pencere bir resim ‘çerçevesi’ne indirgenmediğinde ya kuyu karanlığını içermiş ya da kapanmıştır: “İnterior”un işlenmesine kısıtlı ölçüde izin veren bir yaşam anlayışında ışığın kaynağı olarak devreye girememiştir. Aynı nedenle, minyatür sanatında aynaya da ender rastlanır. Gene de, bütün bunlar, tasvir söz konusu olduğunda, gölgenin ve doğal/yapay ışıkların, Zebannâme’de ya da Dîvanı İlhamî sayfalarında önümüze çıkan sayılı örnek bir yana, kullanılmamış olmasını açıklamaya yetmez: Dinsel kaynaklarda bir metafizik kesit oluşturur bir ölçüde güneş ve ay; kimi bilimsel tasvirlerde kuyrukluyıldıza rastlanır, ama ana çizgilerinde Işık ölçülmüştür, diyemeyiz. Chauvet mağarasından perspektifin devreye girişine uzanan çağlarda, Batı tasvir sanatında da benzer bir ölçümsüzlük olgusuyla karşılaşıyoruz. Karanlık ve Aydınlık konu edinilmiştir gerçi, ama farklı ışık dilleri geliştirilememiştir. Giotto’dan, Piero della Francesca’dan başlayarak, bir fizik sorunu olarak ışığın merkeze yerleştiğini görüyoruz. Bir çırpıda bütünlenmiş bir süreç değil bu: XIV. yüzyılda, Rimini okulunun olağanüstü ürünlerinde hâlâ dile gelmediği söylenebilir ışığın; Dürer’de bile, alan derinliğine sık rastlamıyoruz, ilk can alıcı örnek 1515’te geliyor: “Ermiş Hicronimus Hücresinde”. Gravürlerindeki dağılım ustalığı yağlıboya, suluboya çalışmalarında öne “Ermiş Hicronimus Hücresinde” 1515, Dürer. çıkmıyor ayrıca. Gene imariyi ayırırsak, Doğu’nun tasavvur sanatlarında ışık yüksek dereceli bir sorun olarak karşımıza çıkmıyor. Acem ve Osmanlı minyatüründe, Hindelinde ve Çin’de, Japon sanatında bir anakaygı oluşturmuyor ışık ayrıştırmaları: Gece üzerinde durmamış, güneşe ve aya, yıldızlara ve bulutlara, gökyüzünden yeryüzüne sokulan lekelere mesafeyle, bir tür kayıtsızlıkla bakmış, onlarla yüzleşmemiş Doğu uygarlıkları. M de, XVI. yüzyılda, ressamın Işık ile fizik sorunlarını geniş çapta çözdüğü, ölçülendirme hünerini olabildiğince geliştirdiği söylenebilir. Örnekse; Carpaccio’nun “Çalışma Odasında Ermiş Augustinus”u, ressamın yetkin bir ışık atmosferine yaklaştığının göstergesi. XVII. yüzyıl, öncelikle de Georges de la Tour’un yapıtında, cüretkâr sınavlara tanık oluyor. Yapay ışık kaynaklarının merkeze oturduğu resimlerinde, sanatçının aydınlıkkaranlık denklemlerinin en zorlu sahneleriyle hesaplaştığı görülüyor. Bir adım sonrasında, Rembrandt, daha da gözüpek bir ışık dili arayışına girişiyor. Klasik çağın son dönemdeki pek çok ustası, bu deneyi olası bütün uçlarda sınamış, tartmıştır: Turner’ın, Caspar David Friedrich’in sıradışı atmosfer koşullarında, en tekinsiz ışık ortamlarında gerçekleştirdikleri yapıtlara, Romantiklerin kozmografik soruşturmaları, olağandışı ışıklandırmalara yönelişleri eklenebilir. Asrî Zamanlar’ın bu bağlamda Resim sanatı açısından bağlayıcı iki gelişmesine öncelikle bakmak gerekir: Fotoğrafın ortaya çıkması ve yapay ışık kaynaklarının toplumsal yaşamın bütün boyutlarında, iç ve dış uzamda, yaygınlık kazanması. Yalnızca mimesis kaygısının alabora olmasına yol açmamıştır daguerrotype: Işığın kullanımına ilişkin, objektifin çıplak göze baskın çıkma raddesiyle bağlantılı yepyeni ayar kaygıları doğurmuştur. Bütün izlenimcileri tram tekniği kullanımına götüren temel olgulardan biridir bu. Claude Monet’nin “Rouen Katedrali” çeşitlemeleri, özü itibarıyla birer ışık okuması, handiyse vakitsiz gerçekleştirilmiş fenomenoloji denemeleri sayılabilirler. Degas, resimleriyle fotoğrafları arası durmadan aynalarla didişir. İki uygarlığı, iki kültür serüvenini yalnızca Işık ile ilişkileri gözönünde tutularak ayrıştırmak, değerlendirmek elde midir? KIVILCIMLAR Kleine Prosa: İstanbul’da, son hafta, Walter Benjamin’in “kısa nesir parçaları” masamdaydı. “Düşünce İmgeleri” saymış onları, Adorno dizimi Mallarmé’den söküp taşıdığını belirtiyor. İki oylumlu ciltten oluşan bir toplam: Denemeler, öykümsüler, düşler, gezi izlenimleri. Almanlarda o gelenek Kara Romantiklerle başlar. Schelling, fragma’nın öneminin altını çizer: Bir kirpi gibi yetkin bir gövde kurulması kaydıyla. Şu var ki, fragmanter yazıyla kısa nesiri bir tutamayız: Nietzsche’yle Walser’i. Modern Edebiyat’ın en gizli kapaklı, örtünmüş yazın türü kısa nesir. Geçişim eğrisi yüksek olduğu için belki de: Baudelaire’ın, Bertrand’ın mısra şiirlerinden upuzun bir damar gelişmiştir; kıpkısa öykü, ortaboyların arasında neredeyse saklanır; denemede bir kenar süsü muamelesi görür; yaşamöyküde (Ocnos) gözden kaçar. Hiçbir kütüphanede, kitabevinde ayrı, özel rafları olmamıştır. Oysa ‘kısa’, müzik dünyasında basbayağı çerçevelenmiştir. Kısa film, sinema dünyasında yerini açmıştır. Plastik Sanatlar bağlamında bile, “küçük iş”in yeri daha net, diyebiliriz. Hepsini bir arada düşünelim: Devrimci karakteristiği ağır basan girişimler. Tüketime gelmezler. Kıvılcım boyunda posundalardır. Ama büyük yangınları onlar tetikler. ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0(212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Reklam Müdürü: Eylem Çevik?Tel: 0 (212) 25198 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1053 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle