02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hidayet Karakuş’tan yakın tarihe dair Şeytan Minareleri Sıvas kıyımını anlatan edebi ürünler zincirine eklenen roman var karşımızda: Şeytan Minareleri. Hidayet Karakuş, şair kimliğini ayrı tutmayı başararak, şiirini romanının gölgesine düşürmeden, başka romanlar da yazıp yayımlamış, kabul görüp ödüllendirilmiş bir yazar. Romancılığı, Şeytan Minareleri‘yle yetkinleşti. Ë Burhan GÜNEL esmi tarih 1993 Sıvas yakımını nasıl yazacak acaba ya da yazacak mı? Yoksa benzerlerine ilgi göstermediği gibi, sayfalarında yer açmayacak mı? Sıvas yakımını gerçek boyutlarıyla, birkaç belgesel kitap geleceğe taşıyabilir mi; bu, yeterli olabilir mi? Başka sorular eklenebilir bunlara, sonuç değişmez: Olumlu yanıtlamak zor. Arşivlerdeki duruşma tutanakları da, dönemin sorumlu yerel yöneticilerinin parlamentoya taşınarak dokunulmazlık zırhıyla korunduklarını, bazı sanıkların eski adalet bakanlarından biri tarafından tutukevinde ziyaret edilip daha sonraki süreçte avukatlığını üstlenip savunulduğu da unutuldu çoktan. Toplumumuzun çoğunluğu öylesine belleksiz ve duyarsız. kitabında olguyu sıcağı sıcağına gündeme taşımıştı ki bunu yaparken eli ve yüreği yandığından, Ateş ve Kuğu adındaki romanını yazıp yayımlamak için on yıl kadar beklemek zorunda kalmıştı.) Hidayet Karakuş, 2 Temmuz 1993’te Sıvas’ta çıkarılan büyük yangını anlatmak için, ülkenin üzerinde yükselen o kara ateş gibi yüreğinin ve belleğinin soğumasını beklemiş olmalı, kitap yayımlanıncaya kadar aradan geçen on altı yıl bunun göstergesi sayılabilir. Öyle de olsa, anlatısının her bölümünde, giderek her bölümcesinde hâlâ dumanı tütmekte olan, köze dönüşmüş acının yakıcı tadı ve azalmayan sıcaklığı duyuluyor. Dişlerini sıka sıka, soğukkanlı olabilmek için özen ve çaba göstererek, taşkınlığa, duygu aşkınlığına uğramadan yapıtını oluşturmaya çalıştığı seziliyor. Romandaki şu belirleme, bu sezginin göstergesi denebilir: “Genzime doluyor acı bir koku, sesim yanıyor. Saç kokusu, yanık deri kokusu! Yitiriyorum, acının ateşten pençelerinde bütün zamanları yitiriyorum” (s. 14). Karakuş, romanını oluşturan tüm öğelerin arasından dil özeni, Türkçeye saygısı ve sevgisinin yanı sıra dile egemenliği, bunlarla koşut olarak, ancak daha geride olmamak üzere, kurgusal üst dil yaratma çabasıyla dikkat çekiyor. Geleneksel anlatıların biçimsel ve biçemsel özelliklerini güncelleyip çağına, daha da önemlisi, Sıvas Yakımı olgusuna uyarlayarak, kaleme aldığı metnin dokusunu sağlamlaştırıyor, anlatılanları inanılır kılıp olayın görünmeyen yanlarıyla bütünleşerek oylum kazanmasını sağlıyor. Resmi tarih olayın (buzdağının) tabanını hiçbir zaman anlat(a)mayacağına göre, bu görevi (de) yazar üstleniyor. Kurgu, anlatıcı (Masalcı, Beybaba), dinleyenler ve konuşamayan yangınzede Nilüfer üzerinden gerçekleştiriliyor. Yanı sıra, tanıklar ve olguyu kotaranlar, katılımcılar var. Anlatmanın, konuşmanın ne demek olduğunu irdeleyen yazar, dinlemek üzerinde de durur: “Dinlemek, ruhu yatıştırır; beyni eğitir; bilgiye kapı açar. Sakinliğin anahtarı, anlamanın koşulu, düşünmenin ilk adımıdır” (s. 34). Buradaki vurgu, roman boyunca daha da anlam, içerik ve derinlik kazanır. Dinlemeyen bir toplumun kara yaratısıdır Sıvas yakımı ve benzeri saldırganlıklar. İçerik böylesine sağlam ve temelden bir bakışla zenginleşirken, roman da yukarıda değinildiği gibi, kurgusu ve oluşturulan bu üçlüdörtlü denge üzerinden gelişip yetkinleşir. ŞİİRSEL ANLATIM “Masalcı” ya da “Beybaba” diye adlandırılan (kimi zaman baba, kimi zaman koca, kimi zaman sevgili çizgisinde değişkenlik gösteren ve hepsini simgeleyen) anlatıcı, acısını bastıramayıp içine sığdıramadığından; evler, sokaklar anlatısına dar geldiğinden kendini oradan oraya atar, masalını, öyküsünü ve acısını başkalarına anlatmaya, aktarmaya çalışır. Anadolu’yu dolaşan geçmiş zaman gezginleri gibi öyküsünü paylaşma isteğindedir ama o bir kent insanıdır; kökleri, ilişkileri kentte (İzmir’de) derinleşSAYFA 16 R İÇİN İÇİN YANAN KENT Bu durumda, gerçeği anlatma ve unutturmama görevi edebiyata ve edebiyatçıya, özellikle roman ve romancıya kalıyor. El bette şiir de bu bağlamda etkili görevler üstlendi. Örneğin Kemal Özer’in Yaralı Temmuz adındaki özlü çalışması. Romana geçmeden önce bazı öyküleriyle ve Kül Tablet adındaki yapıtıyla Lütfiye Aydın’ı anmalıyım. (Bu satırların yazarı da 1994’te yayımladığı Karanfil ve Hançer adlı öykü miş, alıp götürülmez, başka yere taşınamaz olmuştur. Dolayısıyla, ne yapacaksa İzmir’in içinde yapması, ne anlatacaksa yine İzmir’in kendine uygun bulduğu ortamlarında anlatması gerekir. Karşıyaka’daki evinden çıkar, vapurla körfezi geçer, Kemeraltı’ndaki her defasında yeniden seçtiği bir köşede üslenir, anlatısını tamamlamaya çalışır. Özellikle Kemeraltı’nın betimlendiği bölümlerde kentin nabzının nerede ve nasıl attığı duyulur. Hidayet Karakuş, adeta yeni roman akımının temsilcileri, özellikle kurucusu Alain Robbe Grillet’nin yaklaşımıyla kenti, kentin yüreği durumundaki Kemeraltı’nı romanın başat kahramanlarından biri durumuna getirir. Öyle ki, kan ve can kazanan bu “kahraman” Beybaba’yı (Masalcı’yı) insanlardan daha derinliğine anlar, kavrar ve önemser. Okur, zaman zaman, bugün görmüş tarihsel kentin depremlerini ve yakılışını yıkılışını da anımsar. Romanımızın iki temel eksikliğinden ilki, az kişili olması, ikincisi de mekân betimlemelerinin yetersizliği. Hidayet Karakuş, Şeytan Minareleri’nde bu iki sorunu da büyük ölçüde çözmüş bulunuyor. Mekân anlatımı Kemeraltı ile biçimlenirken romanın çok kişili ve çok kahramanlı yapısı, Sıvas’ta aydınları, suçsuz günahsız insanları yakma görevini üstlenmiş olan kara cahil insancıkların öyküleri anlatılırken kanlı canlı, “sahih” ve inandırıcı kimliklerinin sergilenmesiyle gerçeklik, zenginlik ve bütünlük kazandırıyor. Anlatımda bu başarı ve örneklik çizgisini oluştururken Hidayet Karakuş, şiirini de romanında işlevsel kılmış ama düzyazıya (metne) ezdirmez. Aynı zamanda, yeni Türkçe sözcükleri, dolaşımda sık karşılaşmadığımız seçilmiş bazı güzel, anlamlı, işlevsel kılınmış kelimeleri kullanmakta son derece atak ve ödünsüz davranır. Kurgu(sal) dil oluşumunda da benzeri bir başarı düzeyine değinmek gerekir. Bilindiği gibi sinema, tiyatro, destan şiir ve romanda kurgulamayla elde edilen yaratıcı üst dil (buna “kurgu/sal üst dil” diyorum) son derece belirleyici. Hatta toplu yapıtlarda, CD gibi çalışmalarda müzik de kurgu/sal dilden yararlanır; başarısını, öteki öğelerle birlikte buna borçludur. Özgün ve vazgeçilmez bir kurgu/sal dil oluşturulamayınca, bütünü meydana getiren parçalar (bölümler) ne denli yetkin olursa olsun, yanlış sıralama ve kurgulama nedeniyle, yapıtın toplu başarısından söz edilmesi zor, giderek kimi durumlarda olanaksızdır. Şeytan Minareleri bu yanıyla da üzerinde çok düşünülmüş, emek verilmiş bir roman görünümünde. İçeriğine en uygun kurgulamaya kavuşturulmuş başarılı bir roman. Kimi romanları ne denli nitelikli olursa olsun, dil ve kurgu/sal dildeki yetersizlikler nedeniyle elimden bıraktığım, bırakmasam bile yazarıyla için için tartışıp durduğum çok oldu. Şeytan Minareleri’ni anlatımından ve dilinden en küçük bir rahatsızlık duymadan okuyup bitirdim. Sık sık yüreğim sızladı, bilincim yeniden yanıp durdu. İçinden geçtiğim halde Sıvas kalkışmasının bilmediğim, gör(e)mediğim yanlarının olduğunu saptayıp irkildim. Tam anlamıyla roman gerçekliği içinde, 1993 Sıvas yakımının ve benzerlerinin anlatımı. Başka, simgesel açılımları da var. Şeytan minaresi: Ucu sivri, kendi içine kapanan bir burgacı andıran deniz kabuğu. İçe işleyen sızıyı, içinde yitirilen sevinci, yitiklerden doğan acıyı, içinde taşıdığı karanlığı, karanlığın sesini, yakılan güzel ve anlamlı sesleri, yok edilişin acımasız gizemini ve aydınlığa kurulan pusuyu çağrıştırıyor. Bunların her biri, romanda karşılıklarını bularak metnin yapısını pekiştiriyor. ? Şeytan Minareleri/ Hidayet Karakuş/ Cumhuriyet Kitapları/ 334 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1053
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle