22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y ir süredir George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanını çeviriyordum. Hayvan Çiftliği’ni çevirmemden on yıl kadar sonra 20. yüzyılın bu kült kitabının çevirisini en sonunda tamamladığımı söyleyebilirim. Kuşkusuz, “Ee, n’apalım yani?” diye sormak gelebilir içinizden. Ama siz onu bir de yakın dostlarıma sorun. Daha önce, Haşek’in Aslan Asker Şvayk’ını çevirdiğim bir yılı aşan süre boyunca dostlarımın başını az ağrıtmamıştım. Belki “gizlilik kuralları”na yeterince uyamayan biri olduğumdan, belki de büyük zevk aldığım bir işi yakınlarımla paylaşmaktan ayrı bir zevk aldığımdan, sofra ya da kahve sohbetlerinde sözü döndürüp dolaştırıp Şvayk’a getirmiş; bazen romandan ilginç bir bölümü uzun uzun anlatmaya kalkışarak, kimi zaman karşıma dikilen bir çeviri sorununun çözümüne onları da ortak etmeye çalışarak, kimileyin de Haşek’in yapıtında kafamı kurcalayan bir konuya onları da katma densizliğinde bulunarak, başlarını şişirmiştim. Dostlarıma, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü çevirdiğim günler, aylar boyunca da cehennem azabı çektirdiğimi itiraf etmeliyim. Kimi sözcüklerin, deyimlerin karşılıklarına ilişkin ahret sualleri sorarak ya da durup dururken, ortaya, “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört bir bilimkurgu romanı mıdır?” gibisinden onları zerre kadar ilgilendirmeyen sorular atarak, sonra da biraz şaşkın, biraz sıkkın bakışlar arasında o soruları bilgiççe yanıtlamaya yeltenerek usanç verdiğimi biliyorum. O yüzden, Orwell’ın romanının çevirisini tamamladığımı “açıklamam”, eminim, Cumhuriyet Kitap okurlarının çoğunu değilse de yakın dostlarımın tümünü huzura kavuşturacaktır. Okurlara gelince, onlar da, çevirisi uzun yıllardır var olan bir kitabı neden yeniden çevirmeye kalktığımı soracaklardır belki de, haklı olarak. eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Çevirinin eskiyeni eskimeyeni B ve beceriyi gerektirmekle birlikte, bir yaratıcılık işi, dahası bir sanat olduğuna inanan bir çevirmen olarak, pek çok çevirinin zamana yenik düştüğünü görüyorum. Aslında, sözünü ettiğim eskime, ille de çeviride kullanılmış olan dilin eskimiş olmasından kaynaklanmıyor. Bazen dili eskimiş bir çevirinin dilini yenileştirdiğiniz zaman da pek o kadar yenilenmediğini görebildiğiniz gibi, eski bir çevirinin olanca canlılığını, yaratıcılığını, okunabilirliğini koruduğunu da keyifli bir şaşkınlıkla fark edebiliyorsunuz. Örnekse, Sabri Esat Siyavuşgil’in Cyrano de Bergerac çevirisi. Edmond Rostand’ın ilk kez 1897’de Paris’te sahnelenen bu ünlü oyununu 1942’de çevirmiş Siyavuşgil. Demek, tam altmış sekiz yıl geçmiş üstünden. Ama hâlâ büyülenerek okuyoruz. Bugün oynanmaya kalkılsa, belki tek bir sözcüğüne dokunulamayacak kadar “yeni”. Cyrano, sanki dile gelmiş, “Türkçe konuşuyor”: “Muazzamdır, / Öyle eksik değildir, ihtişamıyle tamdır. / Yassı burunlu aptal, küt burunlu budala! / Ben iftihar ederim böyle bir fazlalıkla. / Çünkü büyücek burun sevimli, iyi nazik, / Mesela benim gibi, gönlü açık, başı dik / Bir insanda bulunur, yoksa sizlerde değil. / Bunu iyice öğren, sonra karşımdan çekil. / Mesela şu tokatım, / Ne bulur ki Can Yücel Cevat Çapan Samih Rifat bu yüzde? / Bu yokuşu olmayan, bu eğri büğrü düzde, / Hangi arıza karşı gelir bu meramına, / İnat, gurur, haysiyet, hatta burun namına? / Nitekim şu zavallı tekmem de gitti boşa!” Behçet Necatigil’in Borchert’ten yaptığı Fener, Gece ve Yıldızlar çevirisinin üstünden de yarım yüzyıla yakın bir zaman geçmiş. “Düşlerde Fener Olmak” şiirini şöyle bir okusak: “Ben ölünce / hiç değilse / bir fener olsam, / kapında dursam, soluk donuk geceyi / aydınlığa boğsam. // Ya da limanda / gemilerin uyuduğu zamanda / gülüşürken kızlar / uyumasam, / dar kirli bir kanalda / bir yalnıza göz kırpsam. // (…) Evet, hiç değilse / ben ölünce / bir fener olsam, / tek başıma geceleri // uykulardayken dünya / gökte ayla senli benli / sohbete dalsam.” Borchert’in bu dizelerinin Türkçede daha iyi söylenebileceğini söyleyebilmek ne kadar zor, handiyse olanaksız. Bir yarım yüzyıl daha geçtiğinde, Borchert’in dizeleri Necatigil’in Türkçesinden okunacak belli ki; kuşkusuz, insanlar hâlâ şiir okuyorlarsa… “OZANLIK ÜSTÜNE” Ya Can Yücel’in çevirileri! Örnek çok elbette, ama ben nicedir kıyıda köşede kalmış bir Dylan Thomas seçeyim; “Ozanlık Üstüne” şiirinden birkaç dize vereyim: “Âşıklar yataklarında yata dursun / Didiniyorsam ben türkülerin ışığında / Bu ne ikbal, ne ekmek parası için / Ne fildişi sahnelerde keramet tellallığı / Ne işin cakası için filan / Didindiğim hep gönüllerin en kapalı kapısından / Verilesi hayrata…” Bu çevirinin üstünden de elli üç yıl geçmiş. Hani, şimdi biri kalkıp, “Yeniden çevireyim, aslına daha uygun olsun” dese, bu dizelerin yanında gülünç kalacak. Cevat Çapan’ın ünlü Sappho çevirilerinin üstünden de az zaman geçmedi. Yıllardır okuyorum, tadına doyamıyorum. Geleceğe kalacak çeviri diye buna DEĞİŞEN KOŞULLAR Çeviri üstüne kimi yazılarımda ve kimi söyleşilerde daha önce de söylemiş olduğum gibi, yazılalı yıllar olmuş bazı yapıtların tazeliklerini korumalarına, zamana dirençle karşı koymalarına, dahası durmadan değişen koşullarda bambaşka boyutlar, nitelikler edinmelerine karşın, o yapıtların çevirileri zamanla eskiyebiliyor. Onun için, bir kitabı çok uzun yıllardır, sözgelimi otuz yıldır yayımlamakta olan yayınevlerinin o çeviriyi gözden geçirmelerinde, gerekiyorsa yeniden çevirtmelerinde, çok eski bir çeviriyi yeniden yayımlamayı düşünen yayınevlerinin de seçimlerini kılı kırk yararcasına yapmalarında sonsuz yarar var kanımca. Çeviri uğraşının 3B’yi, bilgi, birikim SAYFA 6 George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanı 20. yüzyılın bu kült kitabı... denir. Eskir, diyebilir misiniz? “Bakmalara / kıyılmayan bir gelin, / gözleri bal renginde, / Aşkın güzelliğiyle / aydınlık yüzü. / Belli ki Aphrodite / aşmış gene kendini / sana yaransın diye!” Samih Rifat’tan da bir örnek vermeden edemeyeceğim. Bu seferki daha yeni bir çeviri. Kitabı Mukaddes’in Eski Ahit bölümünde yer alan şu ünlü “Süleyman’ın Şarkısı”, “Neşideler Neşidesi” ya da Samih Rifat’ın Türkçesiyle “Ezgiler Ezgisi”. İşte birkaç dize, nasıl eskisin ki: “Mür kesesidir benim sevdiğim / gece memelerimin arasında yatar // Kınaçiçeği salkımıdır sevdiğim / AynGedi bağlarında biter // İşte güzelsin sevgilim güzelsin işte / gözlerin iki güvercin // İşte güzelsin erkeğim tatlısın işte / yatağımız çayır çimen // Sedirağaçları çatkı olmuş evimize / tavanımız selviler…” Elbette, mutlakçı bir bakışla konuşmamak gerekir. Ama yine de, böylesi ustaların tezgâhında dokunmuş çevirilerin kolay kolay eskimeyeceği açık. Kanımca, asıl önemlisi, çevirmenin bir kitabı çevirirken ortaya koyduğu ustalık ve beceri kadar, o yazar ya da ozanı derinliğine kavraması, yüzyıllar öncesinden gelen dizeler ya da sözlerin duyarlığını günümüze taşıyabilmesi. O zaman çeviri “yeni” kalıyor, eskimiyor. Böyle bakıldığında, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ün önceki çevirisinin, eksiklikler, yanlışlar ve anlam kaymalarının da ötesinde eskimiş olduğunu düşünüyorum. Yeniden çevirmeye kalkışmamın nedeni bu. Hayvan Çiftliği’nin nerdeyse bir masal havasında sürüp giden, yalın dilinden sonra, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ün, Winston ile Julia’nın aşkın yasak olduğu bir dünyada sevişmeye çalıştıkları birkaç bölümün sokulganlığı, sevecenliği dışında, ürkünç içeriğine denk düşen mesafeli, “soğuk” anlatımını ne ölçüde yansıtabildiğime gelince, buna kitap yayımlandığında siz karar vereceksiniz. Bir de yıllar sonranın okurları elbette… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1085
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle