29 Mart 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Michel Onfray’den ‘Filozofların Karnı’ Boş mideyle felsefe yapılmaz Michel Onfray, kurduğu şölen sofrasına midesi değil kafası kaldıranları davet ediyor. Masada kimler yok ki: Diogenes, Kant, Rousseau, Nietzsche, Marinetti, Sartre… Filozofların Karnı, felsefeden uzaklaşmayan bir alternatif felsefi kitap. dünya görüşü arasında koşutluk var. Onfray, onun söyleminden damıttığı görüşle; “gereğinden fazlasına sahip olma arzusu eşitsizliği doğurur” sözüyle konuya açıklık getiriyor. Belki de bu nedenle Rousseau, süt ürünleri ve sebzeyi masasına istiyor. “her bireyin yardımsever hekimi olacak, haz yoluyla kişilerin sağlığını korumasını sağlayacaktır.” Yemekler, onlar aracılığıyla bireylerin bedensel özellikleri dikkate alınarak akıllıca uyarlanmaya çalışılır. Onfray’in söylediklerine bakılırsa, Fourier’nin gözünde gastronomi, beslenmeyle bilgeliğin, ışık ve toplumsal düzenin birbiriyle uyumlu olmasını sağlayan temel bilime dönüşür. Dolayısıyla Fourier’nin minik börek takıntısıyla gün yüzüne çıkan “güzel tatlar” yakalama isteği, gastronomi ve yemek felsefecilerinin de başat çabası. Bu yolla “en sıradan yemek bile, her çeşidiyle kusursuz hale getirilmek” istenir. Serde şairlik bulununca Fourier’nin, yiyecekleri simgesel bir retoriğin içinde sınıflandırması tuhaf karşılanmamalı. Bu nedenle, mesela dut ve böğürtlen, Fourier tarafından lirik söylemle birleştirilip basit ve saf ahlakın simgesine dönüştürülür. YİTİRİLEN ZAMANI YAKALAMA “İnsanın kendi yaşamının şairi olması gerektiğini” savunan Nietzsche, içine döner; arınmanın yandaşlığına soyunur. Beden için en uygun olanı kavramak da besinini kişinin kendisinin seçmesi de bu arınmanın önemli ayaklarından. Nietzsche’ye göre “sofranın zenginliği, gösteriş yapma isteğiyle” açıklanabilir ancak. Onfray, Nietzsche’nin sofrayı “zenginliğin dışavurumu” diye nitelediğini söyler. Onfray’in satırlarından Nietzsche’nin bir beslenme uzmanı gibi davrandığı açıkça görülüyor. Onun temel yargısı “insanın midesinin çapını tanıması” üstüne. Şölen sofrasındaki bir başka isim Marinetti. Onun derdi ise “yemek yiyen herkesin sanat yapıtı yiyormuş duygusuna kapılmasını sağlamak.” Düzenleyici sanat Marinetti için sofraya da hâkimdir ve böylesine bir sanatın masadaki işlevi “insanı yemek yeme isteğine hazırlamak”tır. Kısacası Onfray’in de dediği gibi Marinetti, sofrada tüm duyuları etkin bir rol oynamaya çağırır. Marinetti’nin bütün duyuları hareketlendirme önerisi Sartre’da deniz kabukluları söz konusu olduğunda fazla işlerlik kazanır; ona göre kabuklular, doğal görüntüleri nedeniyle yenilesi şeyler değildir. Kabukluları yemek, onların doğallığını bozmak anlamına gelir. Sağlıksız bedeni Sartre’ın yeme alışkanlığını da etkiler. Olur olmadık zamanlarda yemek yiyen, bazen iki gün aç kalan bir adam var karşımızda. Kısacası Sartre, “hasta, bozulmuş veya kokuşmuş et” dediği bedenini hor görür. Sanrılarını “süsleyen” deniz kabukluları da, yiyip içtikleri ya da tam tersi yemedikleriyle bedenine etmediğini bırakmayan Sartre kadar acımasız. Onfray’in de aktardığı gibi Sartre, yıllar sonra kendini şöyle tanımlar: “Bir adam görünüşünü ansızın kaybettim; bu insansal salondan bir yengecin kıçın kıçın çıktığını gördüler. Maskesi düşmüş yabancı kaçtı artık, oyun devam ediyor.” Kim ne yediyse yedi ya da yemedi, filozofların ardında kalanlar masanın üzerinde vızıldayıp duruyor. Şölen sofrasında kısa sessizlikler geziniyor. Notlar, söylevler, atışmalar, tavsiye ve görüşler günü tıka basa doldurdu. Şölendeki filozoflar kimseyi ne zenginliğe ne de mutlak yoksunluğa çağırdı. Onfray’in deyişiyle “yitirilen zamanı yakalama güdüsü” vardı masada. Bazen de her şeyi olduğu gibi bırakma. Ama şu da bir gerçek, boş mideyle felsefe yapılmıyor. O halde önce masaya buyurun. ? Filozofların Karnı/ Michel Onfray/ Çeviren: Aykut Derman/ Can Yayınları/ 158 s. [email protected] http://bulunmazali81.blogspot.com Ë Ali BULUNMAZ itabı elime alır almaz, Pascal dedenin bir sözü geldi aklıma. Dede, “Felsefe bir saat bile didinmeye değmez” demişti. Bu sözün ne anlama geldiğini kavramam on yılımı aldı, olsun varsın. Zamanında bir dostumla promil sınırlarını zorlayan bir ortamda tartışırken felsefenin hiçbir anlamı olmadığını yumurtlayınca, karşı tarafın sinir katsayısı tavana vurmuştu. Pascal dededen cesaret alarak ettiğim bu laf, içeriden biri olmanın rahatlığıyla benim için geçerliliğini koruyor. Felsefe hiçbir işe yaramaz; faydacı cemaate inat, tam da bu yüzden değerli işte. Felsefenin “değersizliği”, onu ezberleyen ya da herhangi bir kapıyı aralamak için kullananların algılayabileceği bir şey değil. Hele felsefeyle midesini genişletmeye çabalayan günümüzün kimi çakma “filozoflarının” anlayabileceği bir şey hiç değil. Mide demişken, Michel Onfray konuya tam da buradan giriyor; filozofları hafiften gurmeleştirip sevdikleri ya da sevmedikleri yiyeceklerle söylemleri arasında bağ kurmaya çalışıyor. Filozofların Karnı, bu açıdan bakıldığında felsefeye yemek ve yeme kültürü bağlamında yaklaşan özgün bir yapıt. K MUTFAĞIN FELSEFESİ “Üst bir dil kurmuş, düşüncenin sınırlarını zorlamış filozofların ne yiyip içtiği beni ırgalamaz” diyebilir bazıları. Bazı kerkenezler de hemen, baştaki “üst”e takılıp bunu “üstün”le karıştırabilir, hem de bilinçli şekilde. Gelgelelim Marx, “insan ne yerse odur” demiş ya, yeme alışkanlığı herhangi birinin pek çok yanını ele verebilir. Onfray sanki buradan hareket ediyor. “Ruhunu satan bilgeler”den çok, yemeğe ve düşünceye ruh katanlarla ilgileniyor. İnsana keyif veren yemekler gibi zihnini açan düşünceler de hazzın kesinlikle tadılması gereken bir boyutu. Onfray, yirmi sekiz yaşında kalp krizi geçirince “Acaba filozoflar ne yerken haz duyar?” türünden bir soru aklına tebelleş olmuş. Yemek kitaplarından biraz uzaklaşmış ama bu kez filozofların yiyip içtiğine mesai harcamış. Öte taraftan biraz da kendisini “boğan” diSAYFA 14 yet uzmanına gönderme yapmak adına “KENDİ YARATILIŞINA oturup Filozofların Karnı’nı yazmaya koHÂKİM OL” yulmuş. Her gün aynı saatte, aynı yerde yemek Onfray, yüzyılları birbirine yaklaştıran yiyen, hemen herkesin saatini onun geçişibir sofra kurup konuklarını şölen havasınne göre ayarladığı sert filozof Kant’ın şölen da ağırlıyor. Masada kimler yok ki: Diogesofrasında ne amaçla bulunduğunu sorabines, Rousseau, Kant, Nietzsche, Fourier, lir okur. Lezzetsiz, kuru ve keyifsiz bir yeSartre ve Marinetti. Bir acayip sofra, bir tumekle eşleştirilebilir Kant. haf şölen. Karmaşık mutfaktan hoşlanmayan, yuFilozoflarla veya felsefeye bulaşanlarla muşak eti seven, şarabın kalitelisine yöneaynı masaya oturmak riskli. Çünkü o masa len Kant’ın, beğendiği yemeğin tarifini heya hazzın doruklarında gezineceğiniz ya da men aldığını aktarıyor Onfray. Yediği ve kör bıçakla herkesin birbirine gireceği bir içtiği her şeyi ayrıştıran, üstüne düşünüp yere dönüşebilir. Ama denemeye değer analizler yapan Kant, sofrada bir gözlemci doğrusu. adeta. Onun olduğu yerde yargılar öne çı“Mutfağın felsefesi olur mu?” demeyin, kıyor. “Aşırıya kaçmama” eğilimi devreye felsefe her yere sızar; mutfağa da mideye giriyor, oburluğa ve sarhoşluğa ket vurmade. Foucault, “yaşama sanatı” dediği besya yöneliyor. Onun derdi bilgiyle sarhoş ollenmeyi, kişinin bedenini “doğru, gerekli mak. Onfray, Kant’ın “kendine hâkim olve yeterli kuşkuyu duyan özne biçiminde ma” dürtüsünü, yine onun sözüyle bize duinşa etme biçemi” diye niteler. Eh, öyle yuruyor: “Kendi yaratılışına hâkim ol, yokolunca Kiniklerin ağa babası Diogenes’in sa o sana hâkim olur.” Bu sözden anlaşılaçiğ ahtapota dadanmasına şaşmamalı. Çüncağı üzere, onunki bir beden bilgeliği. kü doğal düzen, başka her türlü düzenden Seksen yıllık diyeti, Kant’a ömrünün son üstün onun için. Yapaylık dışlanıp “ilksel günlerinde şöyle yazdırır: “İnsan yaşamını yabanıllığa geri dönme” istenci, Diogeuzatma sanatı, yaşayanlar arasında yalnızca nes’in önünde neden çiğ ahtapot durduğuhoş görülen kişiler haline getiriyor bizi sonu açıklıyor. nunda; bununsa, insanı en çok sevindireUygarlığın simgesi ve Prometheus’un bacek durum olmadığı keşına dert açan ateşin reddi, Kinik sin.” Diogenes’i doğal beslenmenin kollarına bırakır. Ne de olsa Kinik besŞair Fourier ise isteklerin özgür bırakılmasını, lenmesinin (ve dünya görüşünün) düşselliğin gerçekliği diletemeli, “insanın kendi gereksinimdiği yöne çekişine izin velerini doğanınkilerle sınırlaması” rilmesini ve kişinin kendi üstüne kurulu. Yapaylığın yadsınmasının ve doğaya dönüşün simgearzularını tek gerçek kasi, herhalde en iyi biçimde Diogebul etmesini destekler, benes’in çiğ ahtapotuyla anlatılabilirri yandan da uyumdan söz di. açar ve bu uyum için gasRousseau da az buçuk Diogetronominin biçilmiş kafnes’in kabından yer, bedensel ihtitan olduğuna inanır. Ne yaçların ötesine geçişe şüpheyle bade olsa Fourier, ütopyanın şairidir. kar. Yani ihtiyaç fazlası, Rousseau Gastronomi, genel doyiçin tehlike çanlarının çalması demak bilmezliği çekip çevimektir. Doğal yaşamın ya da besrecek bir kurtarıcı onun lenmenin uygarlıkla beraber bozulduğu bir gerçek; Rousseau’ya göre için. Onfray, Fourier’nin çetin ve uzlaşmaz doğanın dilini an“yemek felsefecilerini” düzeni sağlamada önemli lamak zordu ama bunu başarmak da bir erdemdi. Onfray’in Rousse Filozofların Karnı, felsefe görevler üstleneceğini bilyemek ve yeme kültürü dirdiğini söyler. Fourier’e au’yu sofraya oturtması boşuna de ye bağlamında yaklaşan özgöre yemek felsefecileri, ğil, çünkü onun da beslenişiyle gün bir yapıt. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1085
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle