22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Gürsel Korat’la yeni romanı ‘Rüya Körü’ üzerine söyleştik ‘Bu romanda zaman, benim’ nos, işine hiç yaramayan iktidar bilgisiyle donanırken, iktidar için ölümüne savaşan Andronikos hiç işine yaramayacak bir geçmiş bilgisiyle donandı. Böylece tarihi zemin üzerinde zamanın değişik etkileriyle boğuşan gerçek insanlara ulaştım. Romanın izlekleri, kavramları, üzerine eğildiği insanlık halleri, olayların akışıyla çakışarak öylesine iç içe geçmiş bir sarmal oluşturuyor ki, birini diğerlerinden kopararak, ayrıştırarak soru sormanın aykırılığını peşinen kabullenmek gerekiyor. En başta da ‘zaman’ kavramı ve ondan bağımsız düşünülmesi olanaksız olan’ kader’, ‘rastlantı’, ‘unutuş’,’ hatırlama’ vb… Zaman, ilk romanından bu yana, bütün yazdıklarında temel sorunsal olarak dikilir durur karşımıza. Ancak, Rüya Körü’nde ‘zaman’la ilişkinin, zamanla didişmenin farklı bir boyuta ulaştığını görmemek mümkün değil. Hayatın ve felsefe tarihinin içinden geçip geldiğin bu noktada iyice öznelleşmiş bir zaman algısıyla karşı karşıyayız ya da bu algının roman sanatı içinde vücut buluşuyla… YENİ AFORİZMALAR Rüya Körü’nde benim zamana ait yeni aforizmalarım var. Bu romanda zaman, benim. Yazmanın giderek benim için bir ruhsal dönüşüm ritüeli haline geldiğini düşünmüyor değilim. On bölümden oluşan romanın sekiz bölümünün başlığında rüyayla tanımlanan başka kavramlar yer alıyor: “Rüya Korkusu”, “Rüya Kardeşliği”, “Rüya Körlüğü” vb… Birbiriyle her açıdan taban tabana zıt iki karakterin, gelecek rüyaları gören tarih yazıcısı Stefanos’la geçmiş rüyaları gören asker siyasetçi Andronikos’un birbirini tamamlayan rüyaları, bir yandan romanın lineer zamanını dokurken bir yandan da özellikle Stefanos’unkiler iç içe geçen karmaşık zaman algısının ilmeklerini atıyor. “Uyku ve Ölüm” başlıklı son bölümde zamanların iç içeliği hem tepe noktasına ulaşıyor, hem de birden yalınlaşıyor. Geleceği anlatarak ilerleyen romanın sonu, bilincin bir anının sonsuza uzandığı ebedi bir şimdiki zaman fotoğrafı sanki. ‘Rüya Körü’nü çalışırken teknikle ilgili olarak hiç yapılmadığını düşündüğüm şeylerden birini yapmaya karar verdim: Genellikle roman veya öykü anlatıcısı, geçmiş zamandan geleceğe doğru akan olayları sıraya koyar, zihnimizi düzçizgisel bir anlam bütünü içinde hizalar. Bu hareket, geçmişten günümüze doğru akan olayların “şimdi” ekseninde toparlanması yoluyla olur. Ben, ilk kez geleceği de söyleyen, bunu şimdiyi anlamada bir teknik düzey olarak cisimlendiren bir roman yazmaya karar verdim. ‘Rüya Körü’, geçmişin ve geleceğin sürekli açıklandığı bir şimdiki zaman romanıdır. Oysa biz daha çok geçmişi ve şimdiyi açıklayan anlatım biçimlerine alışkınızdır. Yazmak, gündelik hayattakinden farklı bir bilinçle rüya görmek midir senin için? Yazmanın rüya görmek olduğunu söylediğimizde, akılla kurulan bir alanın çağrışımsal olduğuna dair önemli bir iddia ortaya atmış oluruz. Fakat sorunuzdaki, “farklı bir bilinçle rüya görmek” vurgusu önemli; elbette yazmanın kendisi de sonuçta yazarın rüyasıdır. Bu haliyle de çok katmanlı yazı bileşkesinin bir ayağı da sözünü ettiğiniz bu rüya halidir. Yine bir şey daha var: Zaman geçtikçe yalnızca roman için değil, hayatımız için bile “zaman geçti gitti, her şey bir rüya sanki” demez ¥ Gürsel Korat’ın okuru olmak, keskin bir edebiyat bilincinin yarattıklarıyla çeşitli düzlemlerde diyaloğa girmektir. Edebiyatının alanını sürekli derinleştiren, derinleştirerek genişleten bir yazardır Korat. Romanları, öyküleri, denemeleri, edebiyat üzerine düşünceleriyle tutarlı olan, yinelemeyi reddeden, yenileyen bir yazınsal yolculuğun farklı dallardaki ürünleridir. Gürsel Korat’la yeni romanı Rüya Körü’nü konuştuk. Ë Nursel DURUEL üya Körü, çeşitli açılardan konuşulması gereken bir roman. Önceki romanlarından ‘Zaman Yeli’, ‘Güvercine Ağıt’ ve ‘Kalenderiye’yi okumuş olanların hemen fark edeceklerini sandığım bir noktadan başlamak istiyorum söyleşiye: Bu üç roman, on üçüncü yüzyıl ve sonrasındaki farklı zaman dilimlerinde, ağırlıklı olarak Kapadokya coğrafyasında geçiyordu. Rüya Körü’nde ise daha eski bir zamana uzanıyorsun. Romanın mekânı da Bizans İmparatoru Manuel Komnen (Manuil Komnenos) dönemindeki Konstantinopolis. Yani, ilk kez bu romanda çevreden bakmak yerine, iktidarın odağı olan merkezden çevreye yöneltiyorsun bakışını. Romanın ana kahramanını iktidarın dışında tuttuğunu belirterek sorayım; neden bu kez İstanbul ve on ikinci yüzyıl? İlk yazdığım roman ‘Zaman Yeli’ 1243 yılındaki olaylarla açılmıştı, ‘Rüya Körü’ ile o tarihten yüz yıl öncesine gittim. Ben tanrı anlatıcıydım, zamanı istersem ileri, ister geri alabilirdim! Böyle bir böbürlenme yaşamadım elbette; çünkü romanı ölçüp biçerek, eksiksiz bir Tanrısal bilinçle tasarlayıp kuramıyor insan. Bir şeye tutuluyorsun, SAYFA 4 R etkisine giriyorsun; içine düştüğün ağdan akılla sıyrılıp çıkman gerek. Yoksa duygularının tutsağı oluyorsun. Ben, Andronikos Komninos’un yaşam mücadelesine hayretle baktığımı saklayamam, bu nedenle hiç de istemediğim halde, Doğu Roma soylularının yanında buldum kendimi. Elbette Selçuklu soylularının da. Bildiğiniz gibi benim hiç soylularla işim olmamıştı. “Peki, dur bakalım” diyerek kendime bir serinlik verdim. Dikkat etmem gerekirdi, çünkü soyluların hayatını anlatanın diline onların dili siner, tarihi roman yazanların kasıla kasıla ettiği her tumturaklı laf retorik şişinmeye dönüşür, o tarihi kişinin dili romancıyı tutsak eder. Açıkçası, roman yazarı tarihi kişinin hayatını iğfal ederken, tarihi kişi de romancının dilini ele geçirir. Kanımca romancının gözünü dört açması gereken ilk temel nokta budur. Çünkü başka hayatları yağmalayıp üstüne ahkâm oluşturmak romancının işi olamaz. Siz zaten bilirsiniz, romanın amacının tarihi gerçekleri açıklamak, bir bilimsel gerçeği tartışmak olmadığını yıllardır söylüyorum: Ne yapacaktım ki ben bu tarihi kişilikleri? Etkisine tutulup girdiğim şey neydi? Ben bu olaylar arasından, günümüz insanına söyleyebileceğim neyi bulup çıkaracaktım? Romanın yapması gereken şeyi yapabilecek miydim? Yani güncel tartışmanın ihtiyaç duyduğu bilgiyi değil de, zamanla eskimeyen insani hakikatleri getirip orta yere koyabilecek miydim? Bunun için zaman kavramıyla çalkalanıp duran zihnimi, kehanet ve gelecek düşüncesine doğru serbest bıraktım. Hatta hiçbir insanın başına gelmeyecek bir şeyi Stefanos’un başına getirdim: Gelecek zamanın bir parçasını olduğu gibi görecekti. Andronikos ise Gürsel Korat’ın ilk üç romanı, on üçüncü yüzyıl ve songeçmişin bir parçasını. İktidar rasındaki farklı zaman dilimlerinde, ağırlıklı olarak Kakavramı dışında tuttuğum Stefapadokya coğrafyasında geçiyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1085
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle