27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Orhan Tüleylioğlu’ndan bir yakın tarih araştırması Bazen ölüler dirileri gömer devletin bir ayıbı örtmeyi istercesine engelleyişini. Tüm aramalara rağmen bulunamayıp on iki yıl sonra Sivas’ta yakalanan sanıklar Zekeriya Tekin ve İbrahim Duran’ı. Sivas katliamına karıştığı belirlenen ve hakkında yakalama kararı çıkarılan İhsan Çakmak’ın, 2004’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Ulaşım A.Ş. tarafından gişe memuru olarak işe alınışını. Bir dönem Adalet Bakanlığı yapan eski RP Milletvekili Şevket Kazan’ın, katliam sanıklarının avukatlığını üstlenmesi, bakanlık görevi sırasında sanıkların cezaevi koşullarını iyileştirmesini… Hatırlama listesini uzatmak mümkün. Katliamdan sonra ve bugün kendini aklayan ya da aklamaya çalışanların listesini de. Tüleylioğlu’nun kitabında bu isimler uzun uzadıya anlatılıyor. “NAKLEN İNSAN YAKIMI” Hani bir dergi vardı, İslami bir terör örgütünün dergisi; adı Taraf’tı, kapağında “Taraf olmayanlar bertaraf olur” yazıyordu. Tüleylioğlu, derginin Ağustos 1993 sayısında yayımlanan bir yazıyı kitabına almış, aklı durdurur nitelikte şeyler: “(…) Sivas’ta halkın öfkesi tek bir yumruk oldu ve işgalci hainliğin simgesi Soytarı’nın beyninde patladı. Patlamanın böylesini lügatte karşılayacak en uygun kelime ‘şanlı’ ve bu yüzden biz, Sivas halkının bu haklı kıyamına ‘Şanlı Kıyam’ diyeceğiz (…) Halk vurdu mu böyle vurur (…) Artık TC’de hayat yalnız Müslümanlar için zor olmayacak, işgalci laikler için de zor olacak (…) Herkes safını doğru seçmekle mükellef. Bizden söylemesi.” Yaşananların ve sonrasında belli kişilerin oluşturmaya çalıştığı ortamı özetlemesi açısından önemli bir kanıt bu. Tüleylioğlu’nun kitabının özgün yanlarından biri, katliam sonrası araştırma yapmak üzere TBMM’de kurulan komisyondaki tutanaklardan bölümleri aktarması. Burada da dikkati çeken bir şey var: Komisyonun bazı üyeleri, katliamın yaşandığı gün Sivas Valisi olan Ahmet Karabilgin’i sorgulama ve ardından tek suçlu ilan etme eğiliminde. Aynı şekilde Aziz Nesin de, tıpkı dinci basın gibi “tahrikçi” konumuna getirmeye çalışılıyor. Bir başka acı gerçek, yeterli güvenlik gücünün her şey bittikten sonra kente gelişi. Murtaza Demir’in komisyona verdiği bilgilerden bir bölüm: “Dünyada ilk kez naklen insan yakıldı. Devletin gözü önünde, polisin ve jandarmanın yanında (…) dünyanın gözü önünde kendi yurttaşının yakılmasını seyreden bir devlet, olmaz, devlet bunu anlatamaz.” O dönem Sivas Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürü Mehmet Yıldız’ın komisyon tutanaklarına yansıyan sözleri, otel ateşe verildikten sonra neler yaşandığını özetliyor: “(…) Zaten yangın başlamış, düşen yanıyor (…) Artık herkes keyif ediyordu, ondan zevk alıyordu (…) İtfaiyeyi getirdik, su sıkmaya başladı ama ne yazık ki, itfaiyecilerden birisi hortumu tutarken diğeri vanayı kapatıyordu (…) Yani, kimisi sıkıyor, yangını söndürmek istiyor, fakat bazısı da gidip kapatıyordu vanayı.” 1993’te yaşananlar bugün epey tartışılır hale geldi, bu da bir şey ama yetmez. Tüleylioğlu’nun kitabı Yüreklerimiz Hâlâ Yangın Yeri, Sivas katliamı için yine bir tartışma ve hatırlama olanağı sunuyor. Bir şey daha var, bazen ölüler dirileri gömüyor, dirilerden daha canlı halde, çok daha iyi görüyor, görünüyor ve nefes alıp veriyor. Unutulmadan yaşıyor, tıpkı Madımak’ta yakılan aydınlar gibi. O zaman gelin ufaktan kendimizi sınayalım: Tüm bu yaşananlara, temmuz sıcağındaki yakıp yıkma eylemine; o öldürüme tepki gösteriyorsanız ve bunu içiniz kaldırmıyorsa korkmayın, hâlâ insansınız… ? Yüreklerimiz Hâlâ Yangın Yeri/ Orhan Tüleylioğlu/ um:ag Yayınları/ 584 s. Sivas Madımak katliamı ile ilgili pek çok şey yazıldı bugüne dek. Hepsi birbirinin eksiğini tamamladı, öldürülenleri andı ve yaşatmak adına bir taş koydu. Orhan Tüleylioğlu’nun Yüreklerimiz Hâlâ Yangın Yeri isimli kitabı da böylesine bir hatırlama çalışması. Özgün yanı, katliam sonrasına yoğunlaşması; cinayetin ardından kurulan araştırma komisyonu tutanaklarından çarpıcı bölümleri içermesi. Ë Ali BULUNMAZ ç parantez: Rakamlar önemli, sayılar da. Ne de olsa hayatın matematiği var. Rakamlar ve sayılardan oluşan hesaplar, insanı bazen vezir eder bazen de rezil. 2 Temmuz 1993’te, Sivas’ta, Madımak Oteli’nde kaç aydın öldü? Açın bakın, her yazı ve yorumda farklı sayı çıkar karşınıza. 33’le başlar, 35’e çıkar, 37’de son bulur. Şimdi şunu bir kenara not edelim: 33 derseniz doğru söylersiniz; 35, yürek burkar, çünkü öldürülen aydınlarla beraber iki de otel görevlisi hayatını kaybetti. Ama 37 derseniz işte o zaman yaranın kanaması artar; alevler, dumanlar ve çığlıklar güçlenir: 37, öldürülen aydınlara eklenen iki otel görevlisine cinayeti işleyen güruhtan, kendi yangınında boğulan iki kişiyi de katmak demek. Dikkatli konuşmak gerek, sayılar önemli. Kapa parantez. giyinip, “demokrasinin gömlek olduğuna” kendini inandıran ve 3 Temmuz 1993’te Madımak’ta öldürülenleri suçlayan kimi yüzler de boy gösteriyor. Bu da küçük bir dipnot, dikkatli izlemek gerek. 2 Temmuz üzerine pek çok şey yazılıp çizildi, her biri, bir öncekinin üstüne yeni bir şey koydu. Tüleylioğlu da bir tuğla koyuyor. Gözünü, 2 Temmuz sonrasına; açıklamalara, yorumlara, mahkeme sürecine ve TBMM’de kurulan Araştırma Komisyonu tutanaklarına dikiyor. Dikkatli okumak gerek, çünkü bugün kamuoyunun yakından tanıdığı aktörler de var satırlarda. O dönem Araştırma Komisyonu’nun hazırladığı rapora şerh koyanlar (örneğin Abdüllatif Şener), şeriatçı topluluğu “Gazanız mübarek olsun” diye hareketlendiren ve sonradan RP’den milletvekilliği ile onurlandırılan bir belediye başkanı (Temel Karamollaoğlu), aynı partinin İstanbul’da belediye başkanlığını kazanmasının ardından kurumda işe alınan ve arkasından kayıplara karışan sanıklar (örneğin İrfan Çakmak) göze çarpıyor. 4 Temmuz 1993 günü dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in sözleri de dikkatle yorumlanmalı: “Burada halk birbirine düşmemiştir (…) Münferit bir olaydır, münferit olması meselenin çözümünü kolaylaştırır (…) Bunlar yavaş yavaş durulur, kaybolur gider canım. Hangi mesele kaybolup gitmedi ki?” “ANMA ŞÖLENİ” (!) Böylesine bir olayda birilerini, hele ölenleri suçlu ilan etmek çok kolay. “Tahrik” ve “saygısızlık” diyerek işin içinden çıkıverirsiniz, olur biter. Ama bitmiyor, bir de sular çekilip geride kalanlar yaşamaya ve anlatmaya başlayınca defter yeniden açılıyor. İşte o günlerde mecliste Abdüllatif Şener’in yaptığı konuşmadan kısa bir bölüm; hatırlamak için: “Kitle psikolojisi denen bir A Orhan Tüleylioğlu “MÜNFERİT OLAY” (!) İnsan yakın veya uzak geçmişi hatırlamalı, dikkatini toplamalı. Tıpkı 2 Temmuz 1993’te yaşananları hatırlaması gerektiği gibi. Neyse ki o günden “yüreklere su serpen” açıklamalar kayda geçmiş, biraz olsun ferahlıyoruz (!) Örneğin, “Oteli saran vatandaşlarımıza bir zarar gelmedi” ya da “Aziz Nesin tahrik etti, olaylar bu yüzden çıktı.” Sayılar gibi kullanılan dil de takınılan tavır da önemli. Dikkatli olmak gerek. Neden mi bunca laf? Önümüzde bir hatırlama, hatırlatma, uyarma ve uyandırma kitabı var da ondan: Orhan Tüleylioğlu’nun araştırması Yüreklerimiz Hâlâ Yangın Yeri. Kitabın alt başlığı “Sivas 2 Temmuz 1993.” Televizyonları açın bakın, bugünün hararetli tartışmalarında 1993’ün karanlığı masaya yatırılıyor. Olaylar sıralanıyor. Hatta bazı kanallarda iki dirhem bir çekirdek SAYFA 8 olay vardır. Kitle, Batı’da aynı şekilde, zaman zaman galeyana gelebilmektedir. Rio Festivali’nde, Münih Faşingi’nde meydana gelen olaylar hepimiz tarafından hatırlanmaktadır. Stat facialarını da hepimiz hatırlıyoruz, dünyanın dört bir bucağından. Sivas olaylarını da halk açısından, toplum açısından böylesi bir kitle psikolojisinin ürünü olarak değerlendirmek gerekir.” Bugün, yüzünde tebessüm, bazen gözünde az biraz yaşla Madımak Oteli’nin neye dönüştürüleceğini ya da daha çok dönüştürülemeyeceğini söyleyen zevat, tam on yedi yıl sonra hâlâ ve artarak devam eden utancın sözcüsü adeta. Ama olsun varsın, utançla yaşamaya alışkın bir toplumuz, onu her gün görmeye hatırlamaya değil. Hani belki o utancı tüm boyutlarıyla yeniden yaşayıp hatırlamak için okunabilir Tüleylioğlu’nun kitabı. Neyi hatırlayacağız peki? Örneğin 2 Temmuz 2002’de Ertuğrul Özkök’ün kaleme aldığı yazıyı ve oradaki şu cümleyi: “Sivas’ın sanayicileri, esnafı, insanlarının büyük bölümü şehirlerinin adının her yıl böyle büyük bir nefretle anılmasından huzursuzlar, çok mu haksızlar? (…) Anmayı nefret üreten bir ayin olmaktan çıkarıp sevgiyi ve kardeşliği aşılayan bir şölene dönüştürelim.” Neleri hatırlamalıyız başka? Örneğin, sanıklardan sekiz kişinin Almanya ve Suudi Arabistan’a iltica edişini. Fazıl Say’ın, bestelediği Metin Altıok Oratoryosu’nda göstermeyi tasarladığı katliam görüntülerinin CUMHURİYET KİTAP SAYI 1082
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle