28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Julia Bachstein’ın derlemesi ‘Kedi Hikâyeleri’ Ë Aynur ÖZKAN Bilen bilir, kedi hikâyeleri hiç bitmez! ısır’da yarı Tanrı sayılan, Ortaçağ’da lanetli bulunup yakılan, günümüzde yalnızlık için arkadaşlığı neredeyse doktorlar tarafından önerilen kedi ile ilişkimiz binlerce yıl öncesine dayanıyor. Kediseverlerin kedileriyle ilişkisi ve kedi denen yaratığa ilgisi kıyaslamak belki de doğru değil amaköpekseverlerin köpeklerle olan ilişkisinden daha ilginç. Ayrıca konu ilginçlik ise acaba kediler mi yoksa sahipleri mi daha ilginç? İnsan kedilerle ilgili yazılmış kitapları okudukça bu soruya kesin bir yanıt vermeye kalkışabilir. Julia Bachstein’ın derlediği Kedi Hikâyeleri Türkçeye ilk kez çevrilen öykülerden oluşuyor. Esen Tezel, Dürrin Tunç, Aslı Genç, Begüm Kovulmaz, Nazmi Ağıl, Serhan Şimşek ve Aylin Karagöz tarafından çevrilen öykülerin yazarları arasında Oscar Wilde, Hans Christian Andersen, E.T.A. Hoffmann, Mark Twain, Grimm Kardeşler gibi tanınmış adlar ile ilk kez okunacak birçok yazar bulunuyor. Marcel Proust’un hayatında iki kez doldurduğu anket bir kez de kitapta bir Chartreux kedisi Tabby tarafından yanıtlanıyor. Bu anket kedi seven okurlar için Adeta bir okuma listesi sunuyor. Örneğin Tabby’nin en sevdiği roman kahramanı E. T. A. Hoffmann’ın “Murr Kedisi”, Ludwig Tieck’in “Çizmeli Kedi”si ve Natsume Söseki’nin “Ben, Kedi”si bilmeyen roman okurlarının dikkatini M Kediyle insanın dostluğu çok eskiye dayanır. Türkçeye ilk kez çevrilen öykülerin yer aldığı Julia Bachstein’ın derlemesi Kedi Hikâyeleri, hem Hans Christian Andersen, E.T.A Hoffmann gibi tanınmış yazarlara hem de çağdaş yazarlara ilham kaynağı olan kedilerle buluşturuyor okuru. çekecektir. Edebi eserlerde en sevdiği kadın kahramanlar ise “Bremen Mızıkacıları”ndaki kedi, Bulgakov’un “Usta ve Margarita” sındaki siyah kedi, Marlen Haushofer’in “Duvar”ndaki gri kedi. Kedi sevmezlerin bilgi dağarcığı için de faydalı olabilecek birçok not düşüyor Tabby yanıtlarıyla. Aslında radyo oyunu olarak Damon Runyon’un kaleme almış olduğu “Lillian”, American Play Company Inc’in özel düzenlemesiyle öyküleştirilmiş. Kitabın açılış öyküsü olan Lillian ironik, neşe verici bir dile sahip. Kahramanları kedi ve sahibi de akılda kalıcı tiplemeler. Gerçek hayattan biliyoruz, her biri kendi evinin baş oyun kahramanı olan kedilerin hangisi akılda kalıcı tiplemeler değil ki. Kitap boyunca karakterden karaktere giriyor kediler. Sahipleri de. D.L. Stewart’ın “Asla Kedilere Tahammül Edemem” adlı öyküsünde insanın istemese de nasıl o kedi sahiplerinden biri olduğuna ve kedisine nasıl bağlandığına tanık oluyoruz. Rudolf Geck’in “Geri Döndü” öyküsüyle ise Kedi Fritz’in eve nasıl döndüğüne. Detlef Bluhm “Kendince Bir Güzellik Mucizesi”nde Hoffmann ve kedisi Muff üzerine yaptığı kolajda, Hoffmann’ın hem romanından hem de kişisel mektuplarından alıntıladığı örneklerle birlikte yazarın hayatına, yaşadığı döneme ve yazın dünyasına, yazım ve yaratım sürecine, özetle bir yazara ayna tutuyor. Hoffmann okurlarının ilgi göstermesi gereken bir deneme. “Yazarın Kedisi”nde ise Elke Heidenreich genel yazar görüntüsüne değinip, yazarlık yaşam biçimine eleştiriler getiriyor. “Keşke bu kadar sigara içmeseydi” diye başlayan monolog, yazarın böyle sigara içmeye devam etmesi halinde kedinin onu terk edeceğini söylemesi ve kendine kasaptan alınmış lezzetli yiyeceklere konabileceği cana yakın bir büyükanne bulacağı tehdidiyle bitiyor. Hans Christian Andersen ise “Ah, zavallı ozan, zavallı kedi” dediği, kışlık saman paltosunu giymiş, ay ışığında süslü püslü duran tulumbanın üzerindeki küçük kedi ile ilgili izlenim lerini anlatıyor “Vasat Bir Şair Hiç Olmasa da Olur” dediği öyküsünde. Hava durumunu merak edenler ise TV kanalları arasında geçgeç yapmak zorunda değil bundan böyle. Çünkü eğer bir kedi uyuyorsa ve uyurken kafasını rahatça patilerinin arasına soktuysa, yağmur yağar. Uyurken dört patisini altına alırsa, hava soğur. Ön patilerini burnunun üzerine koyarsa, havanın rüzgârlı olması beklenmelidir. Kedinin bıyıkları sarkıyorsa, gene yağmur yağar. Kedinin bıyıkları dikilmişse, hava bir iki gün güzel olacak demektir. Peki, kediler niye çan takmaz ya da Çan Çiçeği’nin nasıl var olduğunu biliyor musunuz? İşte o çan çiçeğinin masalını Dürrin Tunç çevirmiş: “Bir zamanlar fareler çok zor duruma düşmüş, çünkü kedi etrafta gördüğü ne kadar fare varsa hepsini yakalayıp öldürüyormuş. Fareler toplanıp kediden nasıl korunacakları hakkında bir çare aramış. Ama çare bulmak zormuş, en tecrübeli fareler uzun uzun nafile düşünmüş. Sonunda genç bir fare ayağa kalkıp şöyle demiş: “Bir çan alalım, kedinin boynuna asalım, böylece yaklaştığını hemen duyarız!” Hep bir ağızdan neşeyle “Bu iyi bir öneri, hemen harekete geçelim” diye bağırmışlar. Bütün paralarını birleştirip bir çan satın almışlar. Sonra tekrar bir araya gelmişler: “Peki, çanı kedinin boynuna kim asacak?” Yine bağrışmışlar: “Ben asmam!” “Yok, ben de asmam!” Güzelim çan yerde işe yaramadan yatadursun fareler kavgaya tutuşmuş. İçlerinden biri “Senin suçun işte, gitti bütün paracıklarım!” derken öteki de “Hayır, senin kendi suçun” diye bağırıyormuş. Sonunda bir bahçe cücesi çanı farelerden satın almış ve çayırdaki güzel bir çiçeğe hediye etmiş. İşte o zaman bu zamandır çan çiçekleri vardır.”? Kedi Hikâyeleri/ Derleyen: Julia Bachstein/ Çeviren: Nazmi Ağıl, Begüm Kovulmaz, Esen Tezel, Aslı Genç, Dürrin Tunç, Serhan Şimşek, Aylin Karagöz/ Yapı Kredi Yayınları/ 226 s. Stefan Zweig’dan ‘Clarissa’ Stefan Zweig Yaşam ve ölüm arasındaki son senfoni Yatakta yatan eserleriyle ölümsüz Stefan Zweig ve karısı Charlotte Altmann. Masanın üstünde pulları yapıştırılmış veda mektupları. Anılarının üstüne kan dökülmüş. Eşyaların arasında yarım kalmış bir roman Clarissa. Ölmeden önce neyi özlüyordu? Zweig’ın son sözleri, son dilekleri Clarissa’da saklı. yazardı, insanlara verdiği mesajlarda “savaş birdenbire gelmez, ülkelerin politikaları çerçevesinde adım adım gelir, o ülkedeki insanlar gelen tehlikenin ayak seslerini duyup tedirgin olsalar da, iktidarın gücü onları uyuşturur, yazgılarını belirler” diyordu. Düzeni değiştirmek isteyen bir iktidarın, uçurum kenarındaki halkı uyuşturup kanla beslenen savaş uçurumuna atması kaçınılmaz. Gelen tehlikenin ayak seslerini duyup karşı çıkan bir avuç insan olmamalıydı, yazgımızı değiştirebilirdik pişmanlığı, anılarında denemelerinde hep vardı. Ülkesinin düştüğü durum onu kan kaybederek yaşamaya mahkum etti. Avrupa ülkelerinden gelen bir grup öğretmenin, değişik konularda vereceği konferansta not tutmak üzere gönderilen Clarissa toplantıyı yöneten Fransız öğretmen Leonard’la karşılaşır. Leonard’ın düşünceleri “Yalnızca basit insanlar, sessiz olanlar, hırslı olmayanlar, sadece onlar bir araya gelmiyor, dünyamızın bahtsızlığı da budur işte. Sessiz ve huzurlu yaşamak dışında başka bir düşüncesi olmayan o anonim insanları bir araya getirmek istesek nasıl olurdu; dünyanın en büyük gücü olurdu. Devlet çıkarları, sınıf çıkarları, bunların hepsi uzayda birbirine çarpardı” biçiminde. Zweig insanları hırstan menfaat ilişkilerinden arınmış, sadece çalışıp mutlu yaşamak isteyen hak yemeyen vicdan sahibi insanlar olarak, “sıradan yaşamlar bir araya gelse dünya barış içinde olurdu” düşüncesini hep taşır. Leonard ve Clarissa sekiz gün birlikte olur. “Artık yalnız değiliz. Yalnızca sen ve ben biz ikimiz dünyanın kendisiydik ve dünya daha önce hiç olmadığı kadar büyük ve güzel görünüyordu.” Elimizden kayıp giden dünyanın farkına varamadığımız aşkla gün yüzüne çıkan güzellikleri var. Seyretmeye, düşünmeye, hissetmeye vakit bulamadığımız güzellikler aşkla belirginleşir. Ayrılık saati gelinceye kadar yaşar içimizde. Zweig, köklerinden sökülmüş bir ağaç gibi ülkeden ülkeye dolaştı, ailesini yerini yurdunu kaybetti, çok yalnızlık çekti, aşkın güzelliğini, hırsın cehennemini sıradanlığın verdiği huzuru bir kez daha çarpıcı bir dille Clarissa’da anlattı. Avusturya Sırbistan’a savaş ilan etmiş. İki farklı ülkeden iki âşık savaşın ayrı kutuplarında, karanlık bir perde indi yeryüzüne. “En barışçıl insanların bile birden nefret kompleksleri gelişti ve deli gibi algılayıp deli gibi konuşuyorlar.” Savaşın insanlar üzerindeki etkisi Zweig’ın anlatımıyla zenginleşen duygu görüntüleri var romanda. Ölüm korkusu, kaygı, kırılganlık, baskı, yorgunluk, açlık, pislik, dehşet, insanları insanlıktan çıkaran her şey gözler önünde. Savaşın çıkışıyla birlikte hayatın gözü dönmüştü, karşısına çıkan Brancoric’de ağır bedeller ödedi Clarissa. Zweig’ın romanda andığı yazarlar Stendhal, Dostoyevski, Poe, Tolstoy, Montaigne, Pascal, Balzac ve Freud, okuyucuyu düşünceye yönelten birçok yol açıyor. Yüzleşemeyip yarıda kalan duygular tüyler ürpertici. Küllerin arasından çıkan bu roman şimdi yaşamın malı, üzerindeki kanlar güneş gibi ruhlarımızı aydınlatacak, büyük usta Zweig’ın yazdıkları dehşeti gören gözün, yaşam ve ölüm arasındaki son senfonisi.? Clarissa/ Stefan Zweig/ Çevirenler: Gülperi Sert, Serpil Yalçın/ Can Yayınları/ 184 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1082 Ë Ceylan KORYÜREK itler, insanları ölüme susatan, cinayetle beslenen bir şeytandı. İnsanlar çaresizlik, korku ve dehşet içinde ölüm istedi. Bir yatakta henüz sıcaklığı yitmemiş iki beden, kadının eli adamın göğsünde. Yaşamlarına kendi istekleriyle son verseler de, aralarındaki sevgi ortak yazgıları, ikisi de aynı düşte huzuru bulmak istemiş. Zweig ve karısı Charlotte Altmann’ın böyle bir ortamda ölüme gittiği düşünülürse Clarissa‘nın, savaşın acımasızlığıyla, ateşler içinde yanan bir yüreğin, kendimden geçtim, “insanlık kendisini kurtarsın” diyen bir roman olduğu görülür. Zweig, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nı yaşayan bir H SAYFA 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle