Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hayal kuran, yarattığı hayali yaşatan bir yaradılışa sahip Madam Arthur Bey. Bu yetisi sayesinde de hayatı zindan ediyor kendine ve çevresine. Bir tür Tanrı mertebesine oynuyor Madam Arthur Bey, ne dersiniz? Ama tek taraflı oynuyor, kötülüğü yayıyor etrafına… İnsanlar aslında yarattıkları Tanrı kavramıyla kendi iktidar anlayışlarını tarif eder. Bu romanda da Madam Arthur Bey tıpkı Şahbaz gibi “iktidarı” simgeliyor. Tarih boyunca farklı isimler ve farklı mitlerle anılan ama temelde aynı arayıştan kaynaklanan ve tamamıyla insani bir kavram olan Tanrı, gerçekten insanlara “mükemmel” bir hayat vermek isteseydi, verebilirdi. Her şeye muktedir olan o Tanrı tarifi bunu yapabilecek kudrettedir. Ama yapmaz. Yani insan hayal ettiği hayatı kurabilecek kudrettedir ama o da bunu yapmaz. “Mükemmel” denen şey yani “cennet” uzaklarda bir hayal olarak kalsın ister ve bizzat özene bezene inşa ettiği cehenneminde yaşamayı seçer. Madam Arthur Bey “tanrı insan”ın ta kendisi ve dediğiniz gibi hayatı kendisine de etrafına da zindan ediyor. TERCİHLERİN SORGULANMASI Biraz da yahut tamamıyla unutuş, hatırlayış üzerine meselesi olan bir hikâye önümüzdeki, doğru muyum? Evet ama bunu biraz açmak gerekiyor. Mantık açısından bakarsak insanlar tarihte sadece bir kez savaşmış ve savaşın ne korkunç bir şey olduğunu görüp savaşmaktan külliyen vazgeçmiş olmalıydı. Oysa insanlar tarih boyunca savaştı ve sonuçlarını gördükçe daha çok, daha çok ve daha çok savaştı. Gittikçe profesyonelleştiler. Demek ki savaştan herkes aynı sonucu çıkarmıyor. Herkes her şeyi aynı anımsamıyor! Bu açıdan bakarsak yazdıklarım bir unutuş veya hatırlayıştan çok tercihlerin sorgulaması üzerine. Son dönem anlatımızda bu konu başka başka yazarların da meselesi oldu, olmakta hatta. Yakın geçmişte örneğin (ilk aklıma gelenler) Latife Tekin Unutma Bahçesi’ni yazdı, keza Mehmet Eroğlu Belleğin Kış Uykusu’nu kaleme aldı. Bu sanırım bir toplumsal yaraya ya da vurdumduymazlığa bir tepkinin sonucu. Bahsettiğim örnekler ve özelde sizde; durumu nasıl görüyorsunuz? Malumunuz yeni romanınıza, kahramanlarınız geçmişi hatırlamamak, üzerini örtmek için yoğun çaba sarf ediyor, gerçi Olcayto ne kadar uğraşsa da… İnsanlar istese bambaşka bir düzen de kurabilirdi. Eğer cennetin bir tarifi varsa, bizzat kendisi de olabilir, gerçekten yaratılabilir demektir. Ama bunun için müsebbibi oldukları mevcut düzenle hesaplaşmaları gerekiyor. “Var olmaktan” gelen bir gücü olduğunu fark etmesi gerekiyor. Tarif ettikleri tanrının aslında bizzat kendisi olduğunu artık kabul etmesi gerekiyor. Bunun bedelini çok ağır sanıyoruz, aslında hiç de öyle değil. Başka türlü bir hayat kurgulasak, hayat gerçekten başka türlü ¥ olur. Bu olabileceğin olmaması halini “unutmak”la simgeleştirmek mümkün. Eğer insan gerçekten hatırlasa, yani yaptığına “kuşbakışı” baksa, bunları yapmaz. O, unutmaya sığınarak kendi içine saklanıyor ve içindeki “kötü”yü meşrulaştırıyor. “TANRIYI DİSKALİFİYE EDİP ÇÖZÜMÜ ‘İNSANDA’ ARAYAN KOMÜNİZM BİR ‘ADIM’DI” Tabii bir yanda da geçmişine hayran, geleceğine inanmayan karakterleriniz de var romanda… Mesela Kara Yalı’nın dilsizi Maria. Şöyle diyor sonlara doğru: “İnsan için değil, insana rağmen kurulan sistemler kıskacıyla delik deşik olmuş hayatlarda artık geleceğe dair bir umut yok.” Alabildiğine umutsuz bir ifade, ne dersiniz? Biraz da yalnız insan yaratımının nasıl ortaya çıktığının bir çözümlemesi gibi bir durum var ortada? Evet söylediğim gibi insan insanın tanrısıdır ve “Tanrı neden kötülüğe müsaade ediyor” sorusunun cevabı da yine insanda. Tanrıyı diskalifiye edip çözümü “insanda” arayan komünizm bir “adım”dı. Ama bu adımı atanların bacaklarını hızla kırdılar. Şimdilik hiç kimse bu kâbustan uyanmak istemiyor. Artık yaşananlar kâbus olarak tarif bile edilmiyor. Kendi kazdığı mezara giren insan orada uyumaya ve insanın insana zulmüne razı olmaya meyyal. Evet, şimdilik bunu “umutsuzluk” olarak tarif ediyoruz. Ama her şey değişir. Bu şimdinin saptaması, yarının değil… Kitabın bir yerinde şöyle denir: “Güven verici yalancılardır yazarlar.” Ne dersiniz? Yalanla masal zıt karakterlerdeki iki kardeş. Yalan gerçeği örter, masal örtülü gerçeğin perdesini aralar. Okurun dikkatli olması gerekiyor, çünkü yazar, ideolojik tercihine göre masalcı ya da yalancı olabilir. ? [email protected] Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey/ Mine Söğüt/ Yapı Kredi Yayınları/ 168 s. “Kendi bireysel dertlerimi ne kadar hafife alıyorsam evrensel dertlerin sorumluluğunu da bir o kadar üzerimde hissediyorum. O yüzden ruh halimi “kötü” olarak tanımlayamam ama endişeli olduğu kesin” diyor Mine Söğüt. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1082 SAYFA 17