06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Güngör Dilmen’in ‘Ben, Anadolu’ kitabı üzerine Anadolu’ya can veren kadınlar lirlemede kadınların hiç mi payı yoktu? Ya da toplumun yenilenmesinde? Kısacası, erkek egemen zihniyetin damgasını taşıyan her şey, kadın bakış açısıyla yeniden değerlendiriliyor. Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı, tarihsel çözümlemelerde ırk, sınıf, etnik grup gibi tarihsel bir kategori olarak yerini alıyor. Kaynakların içinde kadınların seslerini duyurabildikleri kadın dergileri ayrı bir yer tutuyor. Yazarımız da Şair Nigar Hanım karakterini çizerken “Hanımlara Mahsus Gazete”ye başvuruyor. (s. 138) Kuşkusuz gerçeğin aranmasında yararlanılan belgenin rolü büyüktür. Nigar’ın, Osmanlı’nın son dönemini özne konumundan anlatmasında bunun da payı olmalı. Nigar’ı sürekli değişen ruhsal yapısı içinde yansıtan yazar, şairin erkek egemenliğindeki şiire karşı verdiği mücadelenin altını çiziyor. Dilmen, kaynak konusunda titiz; önyargı ve öznel bakış açılarının damgasını taşıyan, yerleşik anlayışın dışavurumu olan belgelere rağbet etmiyor. Bu nedenle olsa gerek, “Anlatıcı” rolü için arkeoloji alanındaki çalışmalarıyla tanınan değerli profesörümüz Muhibbe Darga’yı uygun görmüş. Ancak kaynakların isabetli seçimiyle doğru bilgiye ulaşmanın, karakterlerin cinsiyetçi önyargılardan tümüyle arındırılmış olduğu anlamına gelmediğini biliyoruz. Yazara itirazımız da bu noktada. diye övülmesini onaylar görünüyor. Oysa kadın değerleri olarak yüceltilen özellikler kadınların ezilmesine yarıyor. Fikriye de yaşamını kısıtlayan gelenek, göreneklere isyan etme gereksinimi duymuyor. Mustafa Kemal’e adadığı yaşamını, Latife hanım ile kendini kıyasladığında gözden geçirmeyi akıl ediyor ama bu, kadınlık durumunu içeren bir sorgulamaya dönüşmüyor. Yazar ise, Fikriye’nin gerçekliği kavrayışındaki yanılgısı, bir çıkış yolu olarak kendiyle hesaplaşmaktan kaçıp tutkusunun bedelini hayatıyla ödemesi karşısında yazıklanmakla yetiniyor. Sahnedeki erkek egemenliği, kocasının mektubunu okumaktan başka bir işlevi olmayan Naciye Sultan’da doruğa varıyor! Kuşkusuz bu kadınlar ve diğer benzerleriyaşadıkları dönemin bir gerçekliğini temsil ediyorlar. Tarih sahnesine çıkmaları eşleri ya da yakını oldukları erkekler sayesinde gerçekleşiyor. Konumları nedeniyle geniş ve belki de acı verici yaşam deneyimlerine sahipler. (Mevhibe’nin bir lider eşi olarak topluma modern yaşam tarzını benimsetme çabasını göz ardı edemeyiz.) Yazardan beklediğimiz, kendi başlarına birer tarihsel kişilik olmaları engellenmiş bu kadınlar aracılığıyla tarihin şu kadim sorununa vurgu yapmasıydı: Kadınların gerçeğiyle erkek egemen toplumun gerçeği birbirini tutmaz! Bu arada “Takuhi”nin acılarının (s. 330) annelik mitiyle ilgisinin olmadığını eklemeden de geçmeyelim. Yazar, bu acıların ardında yatan insanlık dramını ustaca sezdiriyor. Kuşkusuz itirazlarımız oyunun değerini azaltmaz. Kaldı ki, doksanın üstündeki kadın karakter arasında çoğunluğu oluşturan Nigar, Takuhi gibi olumlu örnekleri de görmek gerekir. Terzi Necla’nın “Mesleğimi soranlara ablalık diyeceğim artık”, “Anne hepimizin alıştığı bir kolaylıktı evin içinde” (s. 270, 271) sözleri, tüm dünyada sorunsallığını koruyan ve kadın araştırmacıların kavramsallaştırdığı “kadının ev içindeki görünmez emeği”nin yazınsal anlatımıdır. Aslında yazar, bir kadın oyunu yazdığını iddia etmiyor; karakterlerin “dram kişisi” olup olmamalarıyla ilgileniyor. Kadın ezilmişliği, karakterin bireyseltoplumsal durumu yansıtılırken kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu nedenle yazarın kadın ezilmişliği sorununu ne dereceye kadar geliştirdiği sorusu önem kazanıyor burada. Yazar, “...karakterleri oluştururken kendi gerçeğimi kuruyorum” (s. 394) dese de, tarihe ezilen cinsin bakış açısıyla yaklaşıyor ve bu tutumuyla cinsiyetçi önyargılarla dolu belgelerden farklı olarak cinsiyetçiliği, insanlığın çözmek zorunda olduğu toplumsaltarihsel bir görev olarak gördüğünü düşündürüyor. Öte yandan yazar, yalnızca cinsiyetçiliğe karşı değil, tüm gerici ideolojilere yazınsal tepki gösteriyor. Nitekim kadınların, ezilen cins olmanın yanı sıra ırksal, dinsel vb. aidiyetlerinden ötürü de baskı gördüklerinin altını çiziyor. (“Nilüfer”, “Nakşıdil” gibi.) Bu yüzden sert biçimde eleştirildiği oluyor. Sözgelimi Anadolu kadınını Türk milliyetçiliği çerçevesinde irdelemediği için suçlanıyor. (“Engingün”, ss. 372379) Peki, yetke (otorite) figürleriyle dolu Anadolu tarihinde karakter seçimi yapmak kolay bir iş midir? Yazarın “kendi gerçeğini kurarken” Batı’nın evrenselci ölçütlerine yaslanması, çeşitli gerekçelerle, sözgelimi ortak insanlık mirası içinde yalnızca Batı yoktur, gerekçesiyle eleştiri konusu yapılabilir. Açıkça şu tür sorular sorulabilir: Osmanlı, kimi bilimsel çevrelerce öne sürüldüğü gibi, yalnızca “İslami bir fetih devleti” midir? “İlerleme” düşüncesine hep mi karşı olmuştur? Osmanlı kültürünün içinde barındırdığı değerler dayanışma duygusunun çok güçlü oluşu, yabancılaşmanın ise az oluşu vb. göz ardı edilebilir mi? Bu yazının sınırlarını aşan böylesine karmaşık bir konuya belki şu soruyu sormakla biraz olsun açıklık getirebiliriz: Güngör Dilmen’in oyunları dünyanın her yerinde neden ilgi görüyor, yabancı dillere çevriliyor? Kitabın sonunda verilen “Türk Dili” dergisinde yayımlanmış yazıda(1), oyun için, “...hâkim olan görüş Anadolu’nun Türk ve Müslüman değil, Hıristiyan olduğudur”, ifadesi yer alıyor. Oysa oyunun bütününden edinilecek izlenim şudur: Anadolu kültürü daha önceki uygarlıkların izini taşır! Oyunda işlenen konular evrensel sorunları içermekle birlikte, Anadolu topraklarında yaşamış toplumların, her tarihsel dönemdeki toplumsal gelişiminin özgüllüğü içinde ele alınıyor. Kadın karakterler de hem farklılıkları hem de birbirleriyle benzerlikleri içinde varoluyorlar. Oyunda kullanılan mitoloji, gündelik deyiş, komedi vb. unsurların, Anadolu topraklarının izini taşıdığı görülüyor. Bu topraklarda yaşamış toplumların özgül düşünme ve hissetme tarzı okur/izleyici üzerinde farkındalık yaratıyor. Karakterler sahici, inandırıcı. Sanat sahici olduğunda izleyici üzerinde güçlü etkiler bırakır. Demek ki “Ben Anadolu”nun sırrı burada yatıyor. Yazarımız Anadolu’daki uygarlık katmanlarını göz ardı etmiyor, sanatını kendi ülkesinin sanatsal geleneğinin sınırları içinde görmüyor. ÖNEMLİ BİR BELGE... Öte yandan Dilmen, satır aralarında tiyatro dışında kalan, düşünce ve ifade özgürlüğünün engellenmesi, dinin siyasette kullanılması, çağdaş ve laik değerlerden uzaklaşma vb. sorunlar hakkındaki görüşlerini de dile getiriyor. Kültürel farklılıklara saygılı ama günümüzün, çeşitli sömürü ve baskı biçimlerinin üstünü örtmeye yarayan postmodern çokkültürlülük lafazanlıklarından uzak bir duruş sergiliyor. Batı’nın şarkiyatçı bakış açısına karşı oluşu ise, “Karagöz’ün Filozofluğu”nda (s. 342) anlatımını buluyor. Sonuç olarak, Ben, Anadolu, geleceğin tiyatro araştırmaları için olduğu kadar kadın araştırmaları için de önemli bir belge niteliğinde. Didaktik değil ama öğretici… Ayrıca Güngör Dilmen, Türkçenin geliştirilmesinden sorumluluk duyan bir yazarımız. Biçemi, özgün bir yazınsallık sergiliyor. Gündelik deyiş, siyasal ve şiirsel söylem yerli yerinde. Zengin bir sözcük dağarcığı, dinamik, yalın bir anlatım… Duru, akıcı dil okumayı kolaylaştırıyor. Bu arada yazarın araştırmacı titizliğini, yaratıcılığını, sahne tasarımında da gösterdiğini belirtelim; kendi tasarımı olan “Hitit Güneşi” (ss. 391392) adeta dile geliyor. Son karakter “Sarıkız” ise oyuna damgasını vurmuş. Şiirselliği kadar yazarın belki de erkek cinsinin bir temsilcisi olmasından ötürü özeleştirel tutumuyla da övgüyü hak ediyor. “Biz kimiz bu acunda?” diye dünyaya kafa tutan, “tanrıça gezinişli” Sarıkız (s. 382), okura tadına doyulmaz bir duygu ve düşünce yoğunluğu yaşatıyor. ? (1) Türk Dili, aylık dil dergisi, Şubat 1987. “Ben Anadolu Hakkında”, Prof. Dr. İnci Enginün. Ben, Anadolu/ Güngör Dilmen/ Pan Kitap/ 420 s. Güngör Dilmen Ben, Anadolu adlı oyununda, üç farklı dönemle Eskiçağ, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi Anadolu’yu anlatırken, bu topraklarda yaşamış ve yaşayan kadınların öyküsünü dillendiriyor. Ë Tülin TANKUT üngör Dilmen’in, değerli sanatçımız Yıldız Kenter’in başarıyla oynadığı “Ben Anadolu” adlı oyunu, Türkiye dışında Almanya, İngiltere, Rusya, Amerika, Singapur gibi pek çok ülkede sahnelendi. Haziran 2008’de de Ben, Anadolu başlığıyla Pan Yayıncılık tarafından yayımlandı. Güngör Dilmen, kendi ülkesinin sınırlarını aşmış, tiyatromuzda tartışılmaz bir yeri olan sayılı yazarlarımızdandır. Aynı zamanda da gerek dünya görüşü gerekse yazınsal ilkelerinden ödün vermemesiyle tanınır. Belki de bu yüzden Ben, Aradolu’nun başına oyunun başından geçen serüvenleri de içeren “Kendimle Konuşmalar” bölümünü ekleme gereksinimini duymuş. Bu bölümde oyun için yararlandığı kaynakları şöyle sıralamış: “Mitologya, tarih, anılar, en çok düşlem.” (s. 392) Kendi tarih anlayışını, Bizanslı kadın tarihçi Anna Komnena’ya söyletmiş: “Tarih bir yorumbilim”dir. (s. 78) Kadınların geçmişine ilişkin kaynakların başında da mitologya ve tarih gelir. Ulaşılan kaynaklar hem erkek merkezli hem de Batı’nın ürettiği paradigmaları içerdiğinden sorgulamayı gerektirir. Kadınları “tarih içinde görünür kılmaya” yönelik araştırmalar ise henüz yeni sayılır. Batı’da 1970’lerde, bizde ise 80’lerin ortalarında başladı. Bugün çok sayıda üniversitemizde kadın araştırmaları bölümlerinde kadın çalışmaları yapılıyor. Kadınları konu alan özgün kaynaklar keşfediliyor. Profesyonel tarihçilerce yazılmış tarihi metinlerin dışında kalan mektup, anı, tezkire, edebiyat yapıtları, kişilerin tanıklıklarına başvurularak elde edilen bilgiler inceleniyor. Araştırmacılar, kadın deneyimlerinin tarihe kaydedilmediğine dikkat çekiyorlar: Kadınların savaşlarda oynadıkları rol? Savaş sürerken yaşamı idame ettirmeye çalışanlar kim? Sözgelimi Türkiye Cumhuriyeti’nin yazgısını be G OYUNUN KURGUSU “Kendimle Konuşmalar” bölümünde oyunun kurgusuyla ilgili açıklamalar yer aldığı için burada doğrudan doğruya itirazlarımıza geçebiliriz. Birinci oyun (“Eskiçağlılar”), tanrıçalar ülkesi Anadolu’da Kübele ile başlıyor. Bu dönemde kadının toplum içindeki önemi, gücü vurgulanıyor. İkinci (“Osmanlılar”) ve üçüncü (“Cumhuriyetliler”) bölümlerinde, çoğu gerçek yaşamdan alınmış kadın karakterlerin kişisel dramları ve idealleri uğruna verdikleri mücadelelerin tarihseltoplumsal anlamı, çektikleri acılar, ödedikleri bedeller gözler önüne seriliyor. Ancak kimi karakterler modernleşme projesi çerçevesinde incelenirken kaçınılmaz olarak cinsiyetçiliği sorgulama gereksinimi yaratıyor. Bilindiği gibi Batı çıkışlı modernleşme, insan haklarının tüm insanları kadınlar da genel insanlığın bir parçasıdırkapsadığını savlar. Oyundaki öncü kadınların çoğu, toplumun yenilenmesine yönelik modern değerlerle yüzyıllardır süregelen tutucu değerlerin ortasında bulur kendini. Bizdeki modernleşme Batı’daki gelişmişlik düzeyinde olmadığından mücadeleleri daha zor geçer. Kaldı ki yasal eşitlik de görecedir, yasalar cinsiyetçidir; kadın kimliği, moda deyimle söylersek, “ötekilik” temelinde oluşturulmuş bir kimliktir. İtirazımıza gelince; kimi karakterler tartışılmadan, modern toplumca onaylanmış haliyle sunuluyor. Kimi gerçek kişilerin, tarihsel olayları aktarırken gelenekten kopamadıkları oluyor. “Sahnede” erkeklerin soluğu hissediliyor. Anlatıcı Darga bile “önemli olayların” gözleyicisi konumundan kurtulamıyor: Olayın önemi, kadınların olaya gösterdikleri ilgiye ağır basıyor. Mevhibe’yi ele alalım: Yazar, Mevhibe’nin görüşünün üstüne çıkamıyor. Kadının iyi bir eş, iyi bir anne olmanın dışında, kişisel özgürlüğü adına mücadele vermemesini eleştirmiyor, üstüne üstlük yararlandığı belgede Mevhibeİsmet İnönü aşkının “yirminci yüzyılın büyük aşkı” (s. 208) SAYFA 8 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1001
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle