Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ soylu tutumların dışlanması, böy lesi insanların kelaynak kuşları gibi soylarının tükenmeye durduğu bir zamanda çağın sorunları da önlemlidir. Ama asıl varoluşsal sorun, geçip giden, bir gün bitecek zamandır. Tabii sonunda gelecek olan ölümdür. Tabii C. Süreya’nın çok sevdiği iki dizemi anarsam: “Biliyorum ölüm yok yaşama da/ Dostların geçip gitmesi var ancak”. Yoksa “eyvah öleceğim” diye paniklerle zamanı tüketmenin sanatsal yaratıyla bir ilişkisi olamaz. Olsa olsa sanatsal yaratı uğraşı o ölüm paniğini kovar. Yaşamın sonunda umarım diyeceğim şey “İşte geldik gidiyoruz/ Şen olasın Halep şehri” olsun. Tabii teknolojinin, hızın getirdiği, götürdüğü de ayrıca tartışılmaya değerdir. Şiirlerinizin yalın bir kurgusu ve dili var. Okuru yormayan ve de estetik. Bu anlamda şiir diline ilişkin düşüncelerinizi öğrenmek isterim... İlk şiirlerimde (özellikle ilk kitabıma almadığım) dil ve anlatım daha karmaşıktı. Bu biraz da delikanlılık dönemi ile ilgilidir. Birçok şairde başlangıçta karışık, kaotik anlatım vardır. Bu insanın doğasından gelen karmaşanın şiire yansımasıdır. Giderek zamanla daha yalınlaşma olabilir. Delikanlılık döneminde bilinçdışından bilince çıkan malzemeler daha fazla olur o da karmaşayı getirir. Ben ve bana yakın poetikası olan şairler o karmaşayı olası olduğunca azaltır, şiirinin okuyucu tarafından daha kolay alımlanmasını sağlar. Öte yandan başka bazı şairler (Örneğin genç Ece Ayhan), ‘bana ne’ der okuyucudan, ben yazarım o araştırsın anlasın. Bu, tarihsel, kültürel olana göndermeler içeriyorsa saygıyla karşılanabilir. Ancak bir tren yolculuğunda falancanın size ettiği lafa gönderme yaparsanız kimse bir şey anlamaz, algılamaz, uğraşmak zorunda da değildir. Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: Bence şiir ille de bir şey anlatmak zorunda değildir. Şiir imgeyle de imgesiz de yazılabilir ve o imgenin çağrışımları okuyucuyu birçok anlam dünyasına götürebilir, sezdirebilir, duyumsatabilir. Dolayısıyla ille de okuyucu, ne yazılmışsa onu anlasın derdinde değilim. O olanaksızdır. Bir şiirin 1000 okuyucusu varsa 1001 anlamı olabilir. Bu okuyucunun donanımı, yapısı, kumaşı ile de ilgilidir. Çok yalın şiirlerde birçok okuyucunun anladığı, sezdiği, duyumsadığı çakışabilir. Asıl konumuza dönersek ikinci kitabımla birlikte daha sıkı, yalın belki giderek de “daha bilgece” bulunan bir söyleyişe yöneldim, diyebilirim. Öte yandan son kitabımın sonundaki düzanlatım şiirlerde çağrışım zenginliğini hatta şizofreniform bir biçemi denediğimi (savaş, ABD, Bağdat başka nasıl anlatılabilirdi ki) söyleyebilirim. Ama bütün şiirlerimde okuyucuya el uzatan, ona hiç olmazsa dokunan (her şeyi benim gibi algılamasını istemeden) bir söyleyişten yana olduğumu da söylemem gerekir. Bunu yapmazsam İkinci Yeni’nin çöp sepetine giden (bilinen saygın adları dışında) onlarca, yine 80 sonrasının saçma (absürd) sözcük yığınlarını şiir sanan bazı şiir yazıcıları konumuna düşerdim ki yazın tarihi beni affetmezdi. Onları affetmedi, şimdiden yok oldu gittiler. Onu göze alamazdım, almadım. AYNI SORUNLARI YAŞAMAK... “Şiiriniz ve öfke” desem, ne dersiniz? Beşinci kitabım Şimdi Hangi Irmakta’dan sonra giderek öfkeli şiirler yazdığımı biliyorum. O kitabın ilk şiirinde “Adımı insan hanesinden siliyorum” demiştim. Dinçer Sezgin de belirtmişti. Şimdi de Orhan Kahyaoğlu, “Öte yandan, bir hırçınlık var bu şiirin özsuyunda” diyor ki ben de katılıyorum. Şiirime oldukça yüzeysel bakan bazı kişilerin mesleğimle şiirimi ilişkilendirdiklerinden olsa gerek, bunu göremedikleri oluyor. Ülkemiz koşulları, bir arpa boyu yol gidememek, insani değerlerin, insan yaşamının bile hâlâ hiçe sayıldığını görmek sanırım beni artık çileden çıkardı. Otuz yıldır aynı sorunları yaşamaktan gına gelmiş olmalı. Altıncı kitabım Dalgaların Sesiyle‘yi de yoğun öfkeli bir kitap olarak yorumladı Sezgin. Biliyorsunuz Psikolojik ve Psikodinamik Açıdan Nâzım Hikmet Şiiri adlı kitabımda ben de Nâzım’ı ağırlıklı olarak “şiirini öfkesinden çıkaran bir şair” olarak tanımlamıştım. Ben bile bu noktaya geldiysem söyleyene değil söyletene bakmak gerek. Bir konuşmamda “Niye kanayan şiirler” yazdınız diyen bir dinleyiciye bu şiirleri sizler (yani dış dünya) yazdırdınız demiştim. Tabii yaratıcılığı sadece yansıtıcı olarak görmek olası değildir ama sanat, şiir içsel olanla dışsal olanın eytişimsel ilişkisinden, etkileşiminden doğar. Kanamalar, zulümler olmasaydı o şiirler en azından o kadar kanamayacaktı. ? Giderim Giderim Dünya Yuvarlak/ Yusuf Alper/ Şiirden Yayınları/ 400 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1001 SAYFA 5