06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OKURLARA ergimizin bu sayısında da İzmirli yazarlar ağırlıkta, çünkü TÜYAP İzmir Kitap Fuarı tüm hızıyla sürüyor. TÜYAP İzmir Kitap Fuarı’nın, küresel krizin yıkıcı etkisini, hiç olmazsa yayıncılık alanında yoketmesini umalım. İzmirli yazarlarımızdan ilki; insanın bireysel, içsel sorunlarını, iletişimsizliklerini, hüznünü, toplumla olan çatışmalarını; toplumsal baskıların, zulmün insanı etikeliyişini lirik ve özgün bir anlatımla işleyen Yusuf Alper’in toplu şiirleri ‘Giderim Giderim Dünya Yuvarlak’ adıyla yayımlandı. Alper’le şiirleri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Sevgili Celal Üster yıllar sonra gazetemize döndü. Kültür Servisi Şefi olarak görev yapacak olan Üster’in, önceki yıllarda dergimizde yayımlanan ‘Yeryüzü Kitaplığı’ da yeniden sayfalarımızda yer almaya başladı. Üster’e hem gazetemize hem de dergimize hoş geldin diyoruz. İzmirli ikinci yazarımız ise Tuğrul Keskin. ‘Kanda’har’ adıını taşıyan son kitabıyla 2 Temmuz 1993’te Sıvas Madımak Oteli’nde yakılarak katledilen şair Behçet Aysan ve 33 aydın anısına,Türk Tabipler Birliği tarfından verilen Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü aldı. Keskin’le şiiri üzerine İsmail Mert Başat konuştu. TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı bilindiği gibi Füruzan’dı. Fuar yönetimi her Onur Yazarı’na yaptığını Füruzan’a da yaptı ‘Füruzan Diye Bir Öykü’ adını taşıyan bir Onur Yazarı kitabı hazırladı. Çok sınırlı bir sayıda basılan ve etkileyici fotoğraflarla zenginleştirilmiş bu kitabı artık Füruzan hayranları da edinebilecek. Kitap şimdilerde Yapı Kredi Yayınları tarafından da yayımlandı. ‘Füruzan Diye Bir Öykü’, biçemi ve içeriği ile edebiyatımızın eksikliğini yoğun olarak hissettiğimiz bir alanında çok önemli bir boşluğu dolduracaktır. Bol kitaplı günler... Pervasız Pertavsız ENİS BATUR D Faydasız kilisenin papazı: Televizyon ir televizyon kanalı, ekonomik dengesini tutturmak için, ülke nüfusunun ortalama beklenti hizasını hesaba katmak, yayın politikasını buna göre tayin etmek zorunda. Tek bir yolu yok o ölçüyü yakalamanın: Haber, magazin, spor ‘varyete’ ekseninde pek çok çeşitlemeyle karşılaşıyoruz. Ortalamayı temsil etmeyenlerin işi zor, beklenti çıtası yükseldikçe izlenecek şey bulma güçlüğü baş gösteriyor: İster, Türkiye’de olsun, ister başka bir ülkede, ekranın önüne oturmayı gerektiren haftada bir iki izlemeyle karşılaşmak kolay olmuyor. Ortalama çıtasını zorlayan özel kanallar nicedir devrede: Porno yayınlarından Mezzo’ya, altı ve üstü simgeleyen yayın çizgileri. Ortalamadan taşanların nektar toplamaya uzandığı noktalar. Doğa belgeselleri, Tarih, Caz, Bilim meraklıları onlara başvuruyor genellikle. Benim aradığım ‘formül’ başka. Ekonomik gerçekliği uygun olsaydı, bugüne dek akıl edilmiş, gerçekleştirilmiş olurdu sanırım; besbelli değil. Geniş fihristli bir depodan dem vuruyorum: Sinema tarihinden birkaç bin film; konser ve opera kayıtları; farklı kültür alanlarında (Edebiyat, Sanat, Tarih, Bilim) gerçekleştirilmiş çok sayıda belgesel; görsel ansiklopedik kaynaklar; gezi ve doğa yapımları… diyelim on bin maddelik fihrist, girip seçecek, 10 lira ödeyecek, izleyeceksiniz. Televizyon kanalı bir bakıma, sizin için geniş, durmadan genişleyen bir tür videotek kurmuş, dilediğiniz an, iki dakikada, dilediğiniz kayda ulaşabiliyorsunuz. Pazartesi gecesi, Bergman’ın Yedinci Mühür’ünü izledikten sonra kapsamlı bir Jef Koons röportajını seçiyorsunuz. Salı gecesini Tannhauser’e ayırıyorsunuz; fihristteki dört yorumundan birini seçerek. Çarşamba, 1966 Avrupa Şampiyonlar Ligi final maçına uzanmak istiyorsunuz. Perşembe gecesi, niye olmasın, çifte LéviStrauss söyleşisine. Cuma, Stan Brakhage’in kısa filmleri. Cumartesi, Heiner Müller’in bir oyunu. Pazar gecesi gergedanlarla ilgili dörtdörtlük bir belgesel. ‘Yerli’ örneklerden de kurulabilir aynı liste: Erksan’ın Kuyu’su, Ferit Alnar’ın Midas’ın Kulakları Operası, GS’nin UEFA final maçı, Ahmet Oktay’ın Oktay Rifat’la söyleşisi (TRT arşivinden), Erdoğan Tokatlı filmleri, Nur Sabuncu’nun oynadığı Hamlet (bulun bulabilirseniz!), kelaynaklar. Kültür endüstrisi gelişkin bir ülkede, bü B TURHAN GÜNAY eposta: [email protected] [email protected] tün bunlara, bir biçimde zaten ulaşabilirsiniz dışarı çıkıp: Bir televizyon kanalı onları toplamasa da olur. Türkiye’de olmaz bu: GS’nin final maçı sayılmazsa, hiçbirine erişemezsiniz. Kaç sürekli izleyicisi olur böyle bir kanalın? İşte bunu bilemem ben. Yeterli sayıda ‘müşteri’ çekeceği düşünülseydi, birileri çoktan ‘formül’ü uygulamış olurdu bunu bilebilirim ama. Şimdi düşünüyorum da, televizyon, göründüğünden, hatta görebildiğimden fazla yer tutmuş yaşamımda. Oysa fark etmeliydim, daha önce: Son yıllarda, defterlerimde sık döndüğüm bir konu olduğuna göre fark etmemişim. Televizyon hakkında ilk yazımı, sanırım 1970’te, Ulus gazetesinde yayımlamıştım: “Ankara Televizyonu Üzerine” çocuksu bilmişlikte bir değerlendirme içeriyordu. O günlerde henüz deneme yayını aşamasındaydı televizyon, Türkiye’de, siyahbeyaz üzerinden günde birkaç saat yayın yapıyordu. Asıl tanışmam, 1973’te Paris’e gelince gerçekleşti. Gene de pek az geçtim ekran karşısına, o dönemde; yurda dönüş sonrası, birkaç yıl boyunca televizyonsuz yaşamayı yeğledim evde. 1980 sonrası geldi eve, kutu; ‘video patlaması’ karar almamı etkilemişti, bir de oğlumun büyümesi sonunda, onun işi olacağı varmış! Kamera karşısına ilk kez 1978’de, Ankara’da geçtim. Rai Uno, Bedrettin Cömert’le ikimizi yan yana getirdiydi ve konu “anarşi”ydi; o rastlantı bana hâlâ acı verir. Sonrasında, tek tük kayıtlar olmuştur, asıl yoğun ilişki 1990’lı yıllarda başladıydı. Bir de düz televizyonizlerlik ilişkisi var, herbirimizin. Kanal sayısı arttıkça, sözümona çoğaldıkça seçenekler, uydu aracılığıyla yabancı kanallara açıldıkça, bir de bizim gibi sık yurtdışına çıkılıyorsa, ekran, bana kalırsa, olması gerekenin hayli üstünde bir yer kaplamaya başladı gündelik yaşamımızda. Çok ufak bir azınlık, doğru mesafede tutuyor onu; çoğunlukla, evi en azından geceleri işgal etmiş bir zorba gibi televizyon camı. Herkes şu ya da bu oranda kapılıyor, kaptırıyor. Berbat bir kitabı elimize almıyor, berbat bulduğumuz bir müziği o an susturuyoruz da, pekâlâ, berbat izlencelerin karşısında, hipnozumsu halde, kendimizi koyveriyoruz. Televizyondan beslenilebilir, besleniyorum ben. Son yirmi yıl içinde defalarca andım Arte’yi; sayısız programıyla engin katkısı oldu o tansıksı kanalın, açılmama. O oranda olmasa bile, bazı başka kanalların da. Geçenlerde örneğin, 5. kanalda, Plon Yayınevi’nin şanlı La Terre Humaine dizisiyle ilgili, iyi kotarılmış bir program vardı: Yöneticisi Jean Malaurie, kuşbakışı serüveni tanıttı. LéviStrauss’un Hüzünlü Dönenceler’iyle üne kavuşan, Ceram’la geniş okur kitlesine açılan, erkenden Mahmut Makal’ın Bizim Köy’ünü ağırlamış o dizi, bütün yeryüzü kültürlerine antropoloji ve etnoloji ekseninde pencereler açmış, ufuk oluşturmuş bir girişimdir. Şimdi, bir saatlik bir belgeselden daha uygun bir araç düşünemeyiz, La Terre Humaine olgusunu bütün boyutlarıyla görebilmek için Televizyon, bu anlamda, yararlı olmanın ötesinde vazgeçilmez olarak getirmiş, sunmuştur. Ama: Ne oranda? Simone de Beauvoir, nasılsa konuğu olduğu yarımagazinsel bir programda kameraya karşı söylemiş: “Televizyon çok yararlı olabilirdi, gelgelelim öyle olduğu ileri sürülemez”. Adorno, tam kırk yıl önce, 1968 başı, Alman televizyonu WDR’nin, Beckett’in Comédie’sini ve Film’ini gösterdiği gece yer verdiği “Beckett üzerine bir televizyon tartışması”nın ardından, program yöneticisine yazdığı kısa teşekkür notunda, böylesine uzun ve özel bir tartışmayı olduğu gibi, kesmeden yayımladıkları için şaşkınlığını dile getirir. (Tartışma metninin bütünü artık, Adorno’nun Beckett Üzerine Notlar’ında). Onun gözünde, bu tür bir yayın politikasının yaygınlık kazanması, televizyon bağlamında devrim anlamına gelebilirdi bir ölçüde Arte’nin o yönde adımlar attığı söylenebilir. Fihrist’li, yarı yarıya videotek nitelikli bir kanalı, “Beckett tartışması” tarzında yapımlara geniş yer verecek bir kanalı, bugün İnternet üzerinden denemek, hepten olanaksız mıdır? Bir ucundan, UBUWEB bağlantılı fikir yürütmelerine eklemlenebilir öyle bir tasarı.Ekran’ı, hiç değilse seçme yeteneğini kullanabilenler açısından bir hapisane olmaktan çıkarmanın yolları bir gün bulunacaktır. ? İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk?Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız?Yayın Yönetmeni: Turhan Günay? Sorumlu Müdür: Miyase İlknur?Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı?Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.?İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0(212) 343 72 64?Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL.?Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden/ Reklam Müdürü: Eylem Çevik?Tel: 0 (212) 25198 74750 (212) 343 72 74?Yerel süreli yayın?Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1001 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle