06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tuğrul Keskin’le “Kanda’har”ı konuştuk ‘Şiirimin asli damarı hayattır’ 2 Temmuz 1993’de Sıvas Madımak Oteli’nde yakılarak katledilen Şair Behçet Aysan ve 33 aydın anısına TTB tarafından verilen “Behçet Aysan Şiir Ödülü”nün 14.sü Tuğrul Keskin’in “Kanda’har” adlı dosyasına verildi. Kanda’har’ı ve Tuğrul Keskin’in şiire yolculuğunu konuştuk. Ë İsmail Mert BAŞAT uğrul Keskin, Zifir ile Yunus Nadi Ödülü (2004) gibi önemli bir ödülü aldıktan sonra, Kanda’har kitabındaki şiirlerin için, bizlerde özel bir yeri olan Behçet Aysan Ödülü sana sunuldu. Kutluyorum. Geriye dönüp baktığımda, Kafkas’ların masal ve destanlarıyla büyüdüğünü; gençlik yıllarının 196570’lerde şiir yazmaya başlayanlarla olduğu kadar, II. Yeni’nin önemli isimleriyle ve sonrasında 7880’lerden bu yana şiir yazanlarla da iç içe geçtiğini biliyorum. Şiiri ise metropol labirentlerinde kaybolma duygusuna kapıldığında da, ticaret ile uğraşmak zorunda kaldığında da hiç bırakmadın. Sanki hep şiir soludun da bu soluk seni ayakta tuttu; kendi özgün sesine ve şiir tutumuna taşıdı. Yine de, şiirini yasladığın geniş toplamda seni besleyen ana damarları sen bize açıklar mısın? Ne güzel tesbit etmişsin şiirimin soluk alıp verdiği mecraları. Hiç şüphe yok ki hayatın kendisidir şiirimin asli damarları. Kanımca, bir şair, neyi yaşarsa derinliğine, onu yazabilir ancak. Senin de yukarıda tespit ettiğin gibi, çocukluğum büyük destanların yaşanıp, yazıldığı bir coğrafyada geçti. Iğdır’da. Hani haritada Ermenistan içlerine doğru uzanan küçücük bir aralık vardır ya orada. Adı da Aralık zaten, doğduğum kasabanın. İlkokul çağlarımda babamın kıraathanesine ozanlar gelirdi, büyük halk ozanları. İlk onlardan dinledim sanıyorum Yusuf ile Züleyha’nın hikâyesini. Bu hikâye mesela, bende öylesine yer etmiş ki, çok yıllar sonra “Yusuf ile Züleyha” adlı bir şiir yazdım, “İpekler Çoğaltmaya” adlı kitabımda olmalı. Aslı ile Kerem’in yakan hikâyesini daha küçücük yaşlarımda ezbere bilirdim. Hazreti Ali’nin Cenklerini, Fuzuli’nin Leyla ile Mecnun’unu, Zaloğlu Rüstem Destanı’nı, Dede Korkut’un Deli Dumrul hikâyelerini… Daha sonraki yıllarda benim de yazarak genişlettiğim eşsiz Azeri halk önderi Babek’in hayatını, savaşlarını, insanın içini burkan büyük mücadelesini ve daha pek çok destan ve hikâyeyi bilirdim o yaşlarda. Bu hayatları bilmek büyük düşler kurdurur çocuklara, bilirsin. Hep o kurduğum düşlerin peşinden yürüyerek bugüne geldim... Biraz da bu düşler sanırım şiirimin kaynağı. Çünkü o destansı insanları ve hayatlarını hiç unutmadım. İzmir’e göç edişimizle birlikte büyük şehrin insanı ve seksen öncesi hayatlarımızın “melankolik illegalitesi” ve sonra uzayıp giden gurbet yolları, hapis damları, içimde nefes nefese soluyan hayat, yani her şeydir yazdığım şiirin “Kanda’har”a da uzanan damarları. deki cevahiri korumanız gerekiyor. Fakat bizde nedense bu “Put”ları yıkma meselesi her şeyin inkârı gibi anlaşılıyor. Böyle olunca da, yaptığını sandığın “Yeni şeyin” bir yanı güdük kalıyor. 1980 sonrasından günümüze uzanan arayışların büyük kısmı da böyle. Kendinden öncekini anlamak ve anladığın yerden yeni bir şey yapmak yerine, “inkâr”ı üstünden oluşturunca düşüncelerini, şiirden politik tutumu bir bütün olarak sürmek, şiirin ifade ettiği “anlamları” “anlamsız” bulmak gibi, şiiri, hayatın dışına, ölü alanlara taşıma eylemleri gelişiyor. Gelişti de. Hiç şüphe yok ki, şiirin yapı taşı sezgidir. Ve sezgi de “anlam” ifade ettiği sürece önemli ve kalıcıdır. Sezgi “anlam” ifade etmezse, bir meczubun hezeyanından başka bir şey olmaz. İnanıyorum ki, “öteki”nin acısını anlayıp yazmak, toplumsal düzlemde şiiri yeniden vazgeçilmez kılacaktır. Kişisel sayrılıklardan kurtarılmalıdır şiir. Şuracıktan, komşudan şorul şorul kan giderken, o akan kanın kokusuyla başı dönmeli, midesi bulanmalıdır şiirin. Değilse, o kan her şeyin hesabını önce şairden sorar. Neden şairden sorar, biliyor musun? Çünkü şair, binlerce yıllık duyarlıkları, acıları anlamak zorundadır da ondan. Çünkü şiir, toplumların ileriye bırakabilecekleri nefeslerinin, vicdanlarını ifade biçimidir de ondan. Ben bundan korkuyorum işte, o hesap gününden. Bunun için birlikte, aynı toplumu oluşturduğum insanları anlamaya, onların acılarında derinleşip, söylemeye çalışıyorum. “Kanda’har”daki “Çağıldayan” adlı şiirimde. “Ah’ım, sonsuz acılar içindeki şiirim/Söyleyen ağzı ol, solgun bu halkın.”dizeleri belki bundandır. Kanda’har kendi şiir gelişiminde coğrafyanı genişletiprahatlattığın bir çalışma. Diyelim, Tacir ve Cinayet’teki şiirler, daha çok “kent” üzerine odaklanmıştı. Yine, Zift kitabındaki şiirlerin “ülke” üzerine kapandığını söyleyebilirim. Yani bir eksen değiştirme değil, yayılma ve zenginleşmeden söz ediyorum. Dikkatimi çeken ikinci şey, duygulanımları duyarlılığa, yara işaretlemeyi “yaraya seslenmeye” dönüştürmüş olman. Bu çalışmanda buyruk kipleri yok ve duygudüşünce diyalektiği oldukça güçlü. İmge örgüsünü ve belleksel göndermeleri duygudüşünce alanlarının gerilimli birliğinde kurman, şiirinin zaten katmanlı olan yapısını daha da çoğaltmış. Bence, Rimbaud’nun sözcükleri ile “öfkeyi örgütleme”nin ve okurda kalıcı sorular uyandırmanın gizi, estetiğin içinden çözülmüş. Bu değerlendirmelerimin eksik ve fazlası varsa itirazlarını ve yine var ise, şiirinde daha öteye taşımak istediğin şeylere dair düşüncelerini paylaşır mısın? YALINLIĞA ULAŞMAK Onlarca yıl şiir yazmış bir insan, derinleştirerek genişletebilirse şiirinin alanlarını, belki o zaman bir parça kalıcı kılma şansı olabilir şiirinin, diye düşünüyorum. Bu derinleşmeden, karmaşıklaşmayı anlamıyorum, asla. Çünkü derinleşmek ancak, bir yalınlığa ulaşmakla mümkün olabilir. Otuz yıllık şiir serüvenimden ve binlerce yıllık şiir geleneğimizden bunu öğrendim. Çünkü sezgi, karmaşadan kurtulmuş, billurlaşmış bir ortamda açığa çıkıyor, tıpkı cevahir gibi. Şiir de sözün ve sezginin ve “bazen de” aklın, en yoğun billur halidir diye düşünüyorum. Kısacası gittikçe, yalınlaşarak derinleşen bir şiirin peşindeyim, onu arıyorum. Birtakım eski şiirlerimde bunun ipucu vardı. Zifir’de oldukça yaklaştım bu şiire. Kan ¥ T UFKUMUZUN AÇILMASI... Biliyorsun 1980’lerin depolitizasyon politikaları koşutunda, şiirde de politik tutumun süpürüldüğü, “tarafsız”, “steril” bir şiirin savunulduğu derin görüşler piyasaya sürüldü. Diğer yandan günümüze doğru, başkaca akışların somuta, madde akımına, parçalı hama, görsele, deneysele, vb. doğru yönelişleri ortaya çıktı. Bir dizi, farklılaşmamarkalaşma amaçlı çıkış denemeciklerini saymıyorum hiç. Sen ise şiirlerinde politik bir tutumun ve politik bir şiir dilinin sahibisin. Bu çerçevede, demin sözünü ettiğim arayış ve akışlara dönük değerlendirmelerini bizlerle paylaşmanı isterim. Ola ki şiir ufkumuza dair kaygıların varsa, ufkumuzun açılması hangi devinimler içinde olanaklı görünüyor? Şiirimizdeki her tür arayışa sıcak baktığımı söylemeliyim öncelikle. Arayışlar, yeni akılları, yeni biçimleri, yeni sesleri getirir ve şiirde yeni olan ne varsa arayışların sonucudur kuşkusuz. “Putları yıkmak” için yola çıkmazsanız, aynı putun önünde eğilirsiniz binlerce yıl. Putları yıkmanın yolu arayışlardır. Ancak, her “Put”u kırıp attıktan sonra onun yerine yeni ve mükemmel bir “Put” ikame edemiyorsunuz tabii. Yeni denilen şey “ben “Bir şair, derinleştirerek genişletebilirse şiirinin alanlarını, belki o zaman bir parça kalıcı kılma şansı olabilir, diye düşünüyorum. Bu yaptım oldu”yla olkarmaşıklaşmayı anlamıyorum, asla. Çünkü derinmuyor elbette. Kırdı derinleşmeden, leşmek ancak, bir yalınlığa ulaşmakla mümkün olabilir” diyor Tuğğınız o “Put”un için rul Keskin. SAYFA 16 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1001
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle