22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

...KISA KISA... Harezmî’den Cahit Arf’a Ë Gamze AKDEMİR Ferit Dinçer u kitap en çok da gençler için yazıldı sizin de içinde belirttiğiniz gibi. Neden? Ve resmi tarihin yönlendirdiği gençliğin kültürel kökenlerine olan ilgi ve bilgisi neden zayıf? Gençlerimiz köklerinden habersiz oldukları için sapı kopmuş nilüfer çiçekleri gibi gelişi güzel çekildikleri yere gitmektedirler. Genelde, İbni Sina, Harezmî, Cezeri gibi bilim adamlarından bahsedilirken isimleri bilinir ama hangi dönemlerde hangi şartlarla yaşadıkları ve yaptıkları çalışmalar (var olan pek çok akademik çalışma halkımıza indirilemediği için) bilinmez. Bunun temel nedeni resmi tarih kitaplarında bilimsellikten çok, güce önem verilmesi ve anlamsız böbürlenmelerdir. Resmi tarih kitaplarında bilim adamlarımıza yer verilmemektedir, bunun sonucunda gençlerimiz bilimi kendi köklerinin dışında sanmaktadırlar. Televizyon programlarında ve internette gezinen “Amerikalı bilim adamlarına göre” ile başlayan bilgiler de bunu açıklamaktadır. Kitapta belirttiğim gibi gerçekte Arap bilim adamları çok azdır. Bilimi besleyen kan, Farslar’dan, Türkler’den ve Berberiler’den gelmektedir. Ancak Batı, kendisi dışındakilere önem vermediği için tümüne Arap diyerek geçiştirmiştir. Gençlerimiz kendilerine sunulan bu yönlendirici bilgileri ezber olarak almaktadır. Örneğin: Cebir’in kurucusunu soracak olursaË Nevide AKPINAR DELLAL B nız alacağınız yanıt, yakıştırmalarla ve yanlış bir şekilde “Cabir” olacaktır. Bu da ezberci öğretimin yarattığı bir sonuçtur. UYGARLIK TARİHİ Salt bir bilim tarihi değil kitabınız. Ayrıntılarıyla bir uygarlıklar, imparatorluklar tarihi de aynı zamanda… Okura rehber olması adına kitabınızda tercih ettiğiniz izleği ve çalışmayı nasıl planladığınızı anlatır mısınız? Uygarlık tarihi bir milletler tarihi değildir. Bazı siyasi amaçlarla böyle gösterilmektedir. Örneğin İyon ve Kopti bilim adamları, Yunanlı, İslam dünyasının bilim adamları da Arap olarak tanıtılmaktadır. İzlediğim plan, eski dünya üzerindeki siyasi ve askeri tarih karmaşası içinde bilimin nasıl yeşerdiğini belirtmektedir. Harezmî’den Cahit Arf’a isimli çalışmam dört bölümden oluşmaktadır. Binici ölümde ‘Bilimin Pınarları’ adı altında ilk çağlarda bilimin geliştiği yerler ve bilim adamları; ikinci bölümde ‘Havuz’ adı altında dünyadaki bilim çalışmalarının Bağdat yöresinde toplanıp değerlendirilmesi; üçüncü bölümde, ‘Türkler’ başlığı adı altında “Dünyanın tanıyıp bizim tanımadığımız” bilim adamlarımızın tanıtılması ve yaptıkları çalışmalar ele alınmıştır. Son bölümde ise kitapta adı geçen yörelerin kısa tarihleri, bilim adamlarının uzun Arapça isimleri ve Ay’daki kraterlere verilen bilim adamlarımızın adları Ay haritası üzerinde gösterilmiştir. Bilimin doğduğu coğrafyaların ve uygarlıkların ortak özellikleri ne/neler olarak sıralanabilir? Bazı insan meraklıdır. Örneğin: Dikkatli bir çiftçi güneşin her zaman aynı noktadan doğmadığının farkındadır. Bu meraklı insanlar dünyanın her tarafında doğayı incelerler. Sanki yeryüzünde belli toplumlarda bilim bir ırmağın kaynakları gibi oluşmuş. Bu bilgiler de çeşitli etkenlerle yayılmış gibidir. Bu bilgilere meraklı o zamanların egemenleri de gelişmelerine önayak olmuşlardır. Bunlardan birkaçı olarak: Makedonyalı İskender, Abbasi Hükümdarı Me’mun, Napolyon, Atatürk’ü sayabiliriz. Türk bilim tarihinde kırılma noktası olarak neyi söylemek olası? İki kırılma noktası düşünebiliriz; birincisi Abbasiler zamanında kurulan Bilgievi. İkincisi ise 1933’de İstanbul Üniversitesi’nde yapılan reform hareketleri. ORTADOĞU UYURKEN Uygarlıkların gelip geçmemesi, konup göçmemesini sağlamak noktasında çığır açan başlıca bilim adamları ve keşiflerini belirtir misiniz? Abbasiler döneminde Bilgievi’nin kurulması ile unutulmak üzere olan Yunan ve Ege düşüncesi tekrar canlanarak insanlığa kazandırılmıştır. Çalışmamda da belirtmiş olduğum gibi, bilim adamları olarak Harezmî, Biruni, İbni Sina, İbni Haldun, İbnü’l Heysem, İbni Yunus, İbni Rüşd gibi isimler sayılabilir. Sonraki çalışmanız hangi bölge üzerine olacak? Bu çalışmamın devamı olarak “Ortadoğu Uyurken” isimli, Gazali ve Eş’ari hareketi ile Ortadoğu ve İslam dünyasına serpilen bilime sırtı dönük yaklaşımlar sırasında Batı Avrupa ve ABD ’de ilerleyen gelişmeleri ve bilim adamlarını inceleyen bir çalışma yapmaktayım. Sanıyorum ki bu çalışmanın okuyucuları, Ortadoğu insanının nasıl Batı’nın şamaroğlanı haline geldiğini anlayacaklar ve Batı’daki milletler birleşirken niçin Ortadoğu’yu küçük aşiretler halinde tutmaya çalıştıklarını düşüneceklerdir. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr “Harezmî’den Cahit Arf’a”/ Ferit Dinçer/ Evrim Yayınevi/ 350 s. on Ada, sadece bir öykü değil, yaratılan anlam boşlukları ile aslında öyküler içeren bir romandır. Son Ada’nın her sayfasında hatta yer yer her paragrafında insanı derinden yaralayan, yaşanan sorunlara neşter vuran anlamlar yüklüdür. Romanda ne yok ki? Yok olmasına izin verilen sevgiler, aydınlar, yitirilen duygular, gelişen teknolojiyle kaybolan değerler ve doğa, doğanın dengesinin bozulmasının insanoğluna açtığı/açacağı tehlikeler, insanların yaşamsal varlıkları tehditlere maruz kaldığında veya vaatlerle kandırıldıklarındaki değişken davranışları, insanların korkaklığı ve vurdumduymazlığı nedeniyle yaşanan dramlar ve yaşanamayan hayatlar. Zülfü Livaneli, Son Ada romanında aydın insan olma sorunsalını, birey ve toplum ilişkisini ve bu bağlamda toplumdaki bireylerin değişik koşullardaki davranış ve tutum özelliklerini ele almaktadır, ancak bunu yaparken yarattığı anlam boşlukları daha birçok konuda okuru sürekli düşünmeye zorlamaktadır. Okur, aydın olabilmek, aydın cesaretini gösterebilmek için toplumdaki bireylerin eksik davranış ve tutumlarını, sadece doğruyu, iyiyi ve güzeli bilmenin ve seçmenin yeterli olmadığını, onları korumak için de gerekenlerin yerine getirilmesi gerektiğini, aksi takdirde insanın bu konulardaki eksik tutum ve davranışlarının sonuçlarını, insan ve içinde yaşadığı doğa arasındaki bağı, herkesin çevresinde olup bitenleri kaleme almaya ihtiyacı olduğunu düşünür. Şaşırır aynı zamanda, dilsiz bir oğlan örneğinde aslında isterse bir insanın nelere kadir olabileceğine. Son Ada’nın öyküsünün sade bir dille anlatılmasına şaşırır, sade bir anlatımla nasıl da böyle güçlü bir etki yaratıldığına şaşırır. Her şaşırış bir ayılıştır belki de bilinmez. Sıradan insanların da öyküleri olabileceği ve bunları da öze yoğunlaşarak dile getirebileceğine ikna olur belki de. Gerçek sanatçılar, gerçek aydınlar, dünyada ve ülkesinde yaşanan acılara asla sırtını dönemez. Bertholt Brecht der ki, “Deliler kendine sorar. Neden dünya bizim için harika bir şey değil? Bense kendime şunu soruyorum: Neden insanlar böyle?” Zülfü Livaneli de işte bu romanında bunu soruyor, neden insanlar böyle? ve bununla da insanları kendi gerçekleriyle yüzleşmeye ve düşünmeye çağırıyor. Bir toplumdaki sanatçının, aydının görevi dünyayı salt yorumlamak değil, öncelikle onu insancıllaştıracak yönde değiştirecek çözüm yolları göstermektir. LivaSAYFA 24 S neli de, mekânı ıssız bir adaya taşıyarak, öncelikle mekânı yabancılaştırarak okuyucusunun olaylara dışarıdan bakmasını sağlamakta ve böylece kendi hareketlerini sorgulamaya ve yarattığı güçlü etkilerle eyleme geçmeye, daha doğrusu aydın davranmaya, olayları dialektik bakış açısıyla değerlendirmeye çağırmaktadır. Son Ada, kahramanlar üzerine kurgulanmış bir roman değildir. Romanda 4 roman kişisi öne çıkmaktadır. Genel olarak otorite karşısında insan tutum ve davranışları ele alınır. Eserde otoriteye boyun eğmeyen, eğmeyi düşünmeyen 3,5 kişi vardır. Eserdeki en aydın tutumlu kişi yazardır. O çevresindeki olup biten kötülüklere büyük cesaretle karşı çıkabilen, insanları aydınlatma görevini üstlenmiş, çevresinden sorumluluk duyan kişidir. Ama Livaneli tek güçlü kişilikle yetinmemiştir. Eserde aynı şekilde bir kadını, Lara’yı güçlü kılmıştır her açıdan. Bununla da merhamet duyguları güçlü olan toplumdaki kadınlara önemli bir görev yüklemek istemiş olsa gerek. Lara, çevrede olup biten kötülüklere karşı çıkma cesareti gösteren aydın kişilikli bir bireydir. Yazarın ve Lara’nın tutum ve davranışlarında bireyselleşmiş bir başkaldırı, olumsuz gidişatlar karşısında güçlü ve kişilikli karşı duruşlar söz konusudur. Okuyucu, bu eseri okurken, bireyselleşmemiş toplum bireylerinin haklarının ellerinden nasıl da kolay alınabileceğine, bireyselleşmiş bir insanın elinden ise haklarının kolay kolay alınamayacağına ve kötülerin onlarla savaşımının hiç de kolay olmayacağına tanık olmaktadır. Roman, son sahnesiyle bir parça “Fareler ve İnsanlar”ı okurken yaşanılan duygulanmayı yaratıyor okurda. Roman öyle güzel kurgulanmış ki, tam da arZülfü Livaneli tık insanlar adayı terk edi Son Ada yor, yapacak bir şey kalmadı, bunca olumsuzluk yaşandı, kötünün yaptığı yanına kar kaldı derken, umulmadık bir şey oluyor ve okur şaşırıp kalıyor. Çarpıcı ve şaşırtıcı bir son yaşanıyor. Romanın sonu, kötülüklere karşı direnen birini daha belirgin kılacaktır. Kimsenin bir şey beklemediği bakkalın dilsiz oğlu. En sonunda, romanın aslında onun da direnişinin öyküsü olduğu anlaşılıyor. Romandaki dördüncü önemli kişi de Son Ada’yı kaleme alan Lara’nın kocasıdır. Ancak o aydın tavrı takındığında, direnme belirtisi gösterdiğinde iş işten geçmiştir. Tüm kötü olaylar olup biterken çekimser ve edilgen davranmış, sevdiklerine yardım edemeyecek kadar korkak bir bireydir. Kendine güveni yoktur, korkak bir mizaca sahiptir. Bu kendi kişisel özelliklerini de kendi satırlarında olduğu gibi anlatır. Sevdiklerine destek olamaz. Aydın olmanın en önemli unsuru “cesaretten” yoksundur çünkü. Yazar arkadaşı, terörist ilan edilip, adada olup biten tüm kötülüklerin nedeni olarak ilan edildiğinde, üstelik kendisinin isteğiyle yazar arkadaşının girdiği bir resim karesinden başı belaya girdiğinde ancak, o medeni cesareti kendinde bulmuştur. Bununla otoriteye boyun eğmeyen, eğmeyi düşünmeyen 35 kişi vardır romanda. Romanda yazarın, Lara ve bakkalın dilsiz oğlunun çevrelerinde devam etmekte olan olumsuzluklara, başlarına gelecek her şeye rağmen direnişine ve haklı oldukları halde, korkak davranan ve güçlüden yana taraf olan edilgen insanlar nedeniyle yalnız başlarına kalışlarına ve en sonunda da gittikçe artan olumsuzlukların nasıl da tüm bireyleri ve yaşadıkları eşsiz doğayı mahvettiğine tanık olunmaktadır. Son Ada’daki olup bitenler, insanlığın ortak acılarını, dramlarını yansıtırlar ve son adanın kişileri insanlığın ortak özelliklerini gösterirler. İnsanı ve onun içinde yaşadığı doğayı savunmak, bir aydının tarihi, ahlaki ve içgüdüsel görevidir. Zülfü Livaneli romanı Son Ada’da, bir aydın sanatçı, bir aydın yazar duyarlılığıyla yaklaşıyor zamana. Zülfü Livaneli’nin Son Ada’sı, bir romandır, alışılmışın dışındaki kurgusuyla, okurla buluşmayı bekleyen anlamsal düzeyde çok katmanlı bir aydınlanma eseridir. Felsefeci, yazar, sanatçı ve milletvekili gibi renkli yönleriyle Livaneli’nin düşünsel birikimi yansımış romana ve Livaneli romanda, insanların çevrelerini, düşünmeden içselleştirdikleri davranışlarını sorgulamalarını istiyor. ? Son Ada/ Zülfü Livaneli/ Remzi Kitabevi/ 183 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1001
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle