22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ bir şey kaybetmezsiniz,” diye kalın ispirtolu bir kalemle yazılmış ve fotokopiyle çoğaltılmıştı. Yazının altında ad, kurum ya da kuruluş yazmıyordu. Bu ilan beni çok etkilemiş ve düşündürmüştü. Bir başkaldırıydı aynı zamanda. Bireysel bir çaba olmalıydı. Bunları yapan kişi gerçek değil de, bir öyküden ya da romandan kaçmış gibi gelmişti bana. Birkaç gün içinde o ilanlar yırtılıp söküldü. Aslında bir öyküye de dönüşebilir. Aynı iletişimsizlik annebabaçocuk arasında da var. Böyle tekinsiz bir ortamda yetişen çocuk neyi ne kadar sever, hayalgücü nasıl gelişip zenginleşir diye düşünüyorum. “Hangi Kedi” öyküsündeki küçük bir kedi yavrusuna yönelen ilgi alegori tabi. Öyküdeki anlatıcı, anne ve küçük kızın en az o kedi kadar yalnız olduğunu düşünüyorum. ‘YAŞAMLA BAĞI EN GÜÇLÜ TÜR ÖYKÜ’ Net dille bitirmiyor öykülerini Cemil Kavukçu... Öykülerin belli bir sonu yok, ucu açık çoğu zaman... Belki öykünün sona doğru gidişatı değişecek, bambaşka bir temele evrilecek... Olur mu olur... Öykü kişileriniz de yoğunlukları gözönüne alındığında bir öyküde bitirilip gidilecek kişiler değil... Yazmaz mısınız belki o devamın doğurabileceği yeni öyküsünü de... Öykü, yaşamla bağları en güçlü yazınsal tür. Günlük yaşamda her an, her yerde karşımıza çıkacak durumları, anları, görüntüleri anlatıyor. Her şey küçük ayrıntılarda gizli aslında. Bir başlangıç noktası olmadığı gibi sonu da olmuyor öykünün. Çünkü önceden kurgulanmamış, bir an sonra ne olacağını bilmediğimiz yaşam sürüyor, öykü de ondan alınan bir kesit. Az önce de, öykülerimi kurgulamadan yazdığımı söylemiştim. Nerede noktayı koyacağımı, nasıl bitireceğimi yazarken ben de bilmiyorum. Daha doğrusu öykü kendini yazdırıyor. Yıldız kayması gibi bir şey, bir an beliriyor sonra kayboluyor. Öyküde her şeyi anlatmamak, okurun tamamlayacağı boşluklar bırakmak, ucunun açık olması, kesin bir sona bağlanmaması okurun da katkısını gerektiriyor. Ucu açık bırakılmış öykü her okuyanda farklı yönlere açılır. Belirsizlikler varsa tamamlanılmaya çalışılır, bir soru sorulmuşsa yanıtı aranır. Kişilerimin çoğu ortaya çıktıkları öyküde kalmadılar. Başka öykülerime girdiler, öykülerin arasında dolaşıp durdular. Hikâyeleri tamamlanmadıkça da beni rahat bırakacaklarını sanmıyorum. MARQUEZ, CORTAZAR, FUANTES... Devam demişken birbiriyle göbekten bağlı öyküleriniz de yer alıyor “Tasmalı Güvercin”de... Onları da bir önceki sorumdan bağımsız kılarak yanıtlar mısınız? “Tasmalı Güvercin” iki bölümden oluşuyor. “Görünmeyen” başlıklı ilk bölümdeki yedi öykü birbirinden bağımsız. İkinci bölüm “Defter”de ise birbirine bağlı dört öykü görünüyor ama defteri elinde bulunduran anlatıcının da bir öyküsü var. Defterin içindekiler kadar onun öyküsü de kapalı aslında. Do layısıyla birbirinin içine geçmiş beş öyküden oluşuyor ikinci bölüm. Evet, bunlar birbirine göbekten bağlı ama bir o kadar da uzaklar. Dört öykü bittiğinde bile çember tamamlanmıyor, az önce belirttiğiniz gibi ucu açık kalıyor. Benim de amacım bu; son noktayı koyduktan sonra okuyan kişi sürdürsün istiyorum. Bunun nasıl sürdüğünü, neler düşünüldüğünü de çok merak ediyorum. Bir de önceki soruda kastettiğim o öykülerinizdeki gerilim (yer yer mistik çağrışımlı) unsuru giderek daha mı belirginleşiyor öykülerinizde? (Mesela bir “Sarıkız Olayı”, mesela bir “İş Konusu” adlı öyküleriniz de olduğu gibi..) Olabilir. Ben bunu düşünmemiştim. Öykülerimin bazılarında fantazyaya, masala ya da dediğiniz gibi mistik çağrışımlı bir gerilime az da olsa yer verdim. Müthiş etkilendiğim, beslendiğim bir kanaldır bu. Marguez, Cortazar, Fuantes çok etkilemiştir beni. Yazdığım her öykü yazacaklarım için yol gösterici yanlış söyledim, aslında ‘yol açıcı’ demek daha doğru olmuştur. Varış noktası olmayan bir yolculuk ‘yazmak’. Hep bir şeylere hazırlanıyorsunuz. Kendinizi en hazır hissettiğiniz anda bile onun ne kadar uzakta olduğunu görüyorsunuz. Bilge Karasu’nun da dediği gibi, ancak yazarak öykünün ne olduğunu öğreniyorum. Üstelik öğreneceğim o kadar çok şey var ki… “Defter”i bugüne dek yazdığım öykülerin dışında tutuyorum. Defter’de huzursuz, belki rahatsız edici bir atmosfer olabilir. Çünkü bu öyküyü yazarken ben huzurlu değildim. Bu öykülerin açıklamasını isteseniz, açıklayamam. ‘HÜZÜN, HAS ÖYKÜNÜN VAZGEÇİLMEZİ’ Kıskanç, rutin, yaprak kımıldamayan çevresine inat, hırçın, hırslı, hatta kinli yaşanan imtinasız, bir hayatın kefareti gibi “Dönüş ve Hastalık” mesela... Mutsuz öyküler de hayli dikkat çekiyor “Tasmalı Güvercin”de... Hüzün, has öykünün vazgeçilmezi mi? Ne güzel söylediniz, hüzün aslında sanatın temel taşlarından biridir. Müzik dinlediğinizde, bir film ya ta tiyatro izlediğinizde, bir şiir, bir öykü, bir roman okuduğunuzda hüzünleniyorsanız kendinize doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Ama o yapıtı ortaya koyan sanatçının hüzünlü değil, mutsuz olduğunu, acı çektiğini düşünüyorum. Hüzün ve mutluluk birbirine göz kırpar. Mutsuzlukta ise acı vardır. Öykülerimde her ne kadar mutsuzluk ve karamsarlık varsa da yaşamın öbür dinamiklerini ıskalamamaya çalışıyorum. Hüzünlü bir anın ardından, bıyıkaltı da olsa gülümseten bir durum olsun örneğin. Çünkü hepsini iç içe yaşıyoruz. Yeni tasarılarınızı sorarak noktalayalım söyleşimizi? İlk kitabımdan bugüne yazdıklarımın hep son olduğunu düşündüm. Tasarılarım, hazırlıklarım, yazılmayı bekleyen öykülerim olmadı. Öyküyü aramıyorum, o beni bulur ve diretirse yazıyorum. ? gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Tasmalı Güvercin/ Cemil Kavukçu/ Can Yayınları/ 88 s. SAYFA 5 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1027
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle