25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cemil Kavukçu’dan gülümseten öyküler: ‘Tasmalı Güvercin’ ‘Öyküyü aramıyorum, beni bulup diretirse yazıyorum...’ Yine kıpır kıpır öyküler, yine Cemil Kavukçu… “Tasmalı Güvercin” adlı yeni kitabıyla selamlıyor okurları bugünlerde. Çocukluk döneminin, öykülerini besleyen ana damarlardan biri olduğunu söyleyen yazar, bu yapıtında da hayal gücüyle gerçeği iç içe geçiriyor. Öykülerini kurgulamadan yazıyor Kavukçu, çoğu onun için de sürpriz bu nedenle. Öykü kendini yazdırıyor çünkü. Dediği gibi “yıldız kayması gibi bir şey, bir an beliriyor sonra kayboluyor”. Öyküyü aramıyor, öykü onu buluyor ve diretirse yazıyor. Her ne kadar kimi mutsuzluk ve karamsarlık içerse de yaşamın öbür dinamiklerini ıskalamamaya çalışıyor öykülerinde. Hüzünlü bir anın ardından, bıyıkaltı da olsa gülümseten bir durum olsun istiyor. Tıpkı “Tasmalı Güvercin”de olduğu gibi. Cemil Kavukçu ile Tasmalı Güvercin adlı yeni kitabını konuştuk. Ë Gamze AKDEMİR ımıl kımıl öyküleriniz... Öykü kişilerinin ruhuna kilitkoşut bir enstrüman gibi eşlik ediyor mimikleri, fizikleri... Her öykünüzle genellemek değil niyetim ama ortak noktalardan biri de bu enstrümandan çıkan duygusal ama hayatın keyfini de barındıran o tını istisnasız... “Teferiç” te alnından boncuk boncuk ter damlıyor tahtaya kaldırılıp mahcup edilen çocuk Sami’yi okuyunca insanın... Göçmenin kendiyle göçmüş lügatından, içselleşmiş kültüründen damıtılan demler, o acıtatlı tat... Hem yüreğinde tüm görkemiyle yerleşik bu duyguları ifade etmekte hayli sıkıntılı çocuk bir yüreğin mahcubiyetle çırpınışı... Hem çocuk gözünün detaycılığı... Değilse eğer nedir? Öykülerimi yazarken gözümüzde canlandırabileceğimiz sahneler kurmaya çalışıyorum. Çünkü ben yazmadan önce onları görüyor ve yaşıyorum. Beş duyumuzla algılayabileceğimiz ayrıntılar olsun istiyorum. Söz konusu ettiğiniz tını da bunlardan biri. Öykülerde bu tını duyuluyorsa ki, siz bunu duymuşsunuz ne mutlu bana. Görmediğimiz ya da dikkat etmediğimiz öylesine küçük ayrıntılar var ki yaşamda. Bunların farkına vardıkça zenginleşiyoruz. Bazen bilmeden, istemeden bir kalbi kırabiliyoruz. Öğretmenin art niyetsiz bir biçimde Sami’ye sorduğu “Teferiç nedir” sorusunun açtığı gedik gibi. Art alanda da göçmen olmanın ezikliği var. Göçmenler dillerini ve kültürlerini içselleştirseler de korumak için bir çaba harcıyorlardı çocukluğumda. Düğünlerde, eğlencelerde ya da kırlara açılarak dışa vuruyorlardı duygularını. Anımsadıklarım mutluluktan çok hüzün veriyor bana. Yeni kuşakların bu gelenekleri tanıma şansı pek olmadı. Bu nedenle bunları korumak, yaşatmak için bir çabaları da olamaz. Mazi... Şimdi büyümüş küçük bir SAYFA 4 K çocuğun hayal gücüyle yoğrulu, yer yer masalsı, yer yer yetişkin kavrukluğunda dilinden cinler, periler, öcüler, devler... Sonra Tico Ablalar, Dingil Enver’ler hey gidinin dercesine... Aşk, ten, arzular, fonda yalnızlara yakın plan... Büyümüş (hiç istemese de) o çocuğun akıl ötesi, dil ötesi dikkati... “Dut”un duyumsattığı ilk duygulardı... Yazarı, öyküsünü oluştururken, eleğinde kararken ki ana duygusunu ve kişisel izdüşümlerini iyice bir açsın şimdi... Ki bilelim yanıldık mı, yanılmadık mı? ‘DUT’ GİBİ ÇOCUKLUK! Her öykünün oluşum biçimi, kendini yazdırma süreci farklı. Öykülerimi önceden kurgulamadan yazdığımı birçok söyleşide dile getirmiştim. Dut’un serüveni de öyle oldu. Çocuklara ürkünç masallar anlatan, mahalleli tarafından dışlanmış, yalnız yaşayan Tico Abla, onun evi ve büyük arka bahçesi ilk çekirdeği oluşturdu. Yazmaya başladığımda öykünün nasıl bir yol izleyeceğini, nerelere uzanacağını, tamamlanıp tamamlanmayacağını da bilmiyordum. Çünkü başladığım, sürdüremeyip bıraktığım öykülerim de var. Başka bir öykünün içinde biçimlenmeye çalışan Dingil Enver’in yolu bu öyküyle kesişene dek bir duraklama dönemi oldu. Bir süre yazamadım. Enver’in asıl yerinin bu öykü olduğunu düşündüğümde ise Dut’un yolu açıldı. On dakikada okunan Dut, son biçimini alana dek aylar geçti. Küçük çocuğun gerçek olduğunu düşündüğü masal, büyüdüğünde bambaşka bir gerçekliğe bürünüyor. Çocukluk Cemil Kavukçu’nun ‘Tasmalı Güvercini’, ‘Görünmeyen’ ve ‘Defter’ dönemi, öykülerimi bes adlı iki bölümden oluşuyor. leyen ana damarlardan biri. Müthiş bir hayal gücü var çocukların. Küçücük bir bahçe bile oyun alanına dönüştüğünde sınırsız bir evren oluveriyor. Dut öyküsünde zaman da çocukluk ile şimdi arasında gidip geliyor. Kitabınızın adı mesela neden “Hangi Kedi” değil ya da “Teferiç” değil de “Tasmalı Güvercin”... Bana öyle geldi ki, siz olsaydınız bu kitabın adını “Teferiç” ya da “Hangi Kedi” koyardınız. Öyle gerçekten.. Bende de oluyor bu. Bazı öykü kitapları için, “Yazar niye bunu seçmiş ki,” diyorum, “bana kalsa onu değil bu adı koyardım.” Kitaplarımın adını, her şey bittikten, kitap boyutunda bir dosya oluştuktan sonra düşünüyorum. İnanın, bir ad bulmak öyküleri yazmaktan daha zor geliyor bana. Kitabın içindeki bir öykünün başlığı her zaman kitabın adı olmayabiliyor. Örneğin, “Uzak Noktalara Doğru”, “Dört Duvar Beş Pencere”, “Başkasının Rüyaları”, “Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak” kitaplarının adları böyle. Sorunuza gelince, bu kitaptaki öyküler arasında tematik bir bütünlük olmasa da masal unsurları, gizem, yalnızlık, anlaşılamamak gibi birbirine bağlanan ilmikler var. Tasmalı Güvercin’de bunlar bir arada olduğundan öbür öyküleri de bu şemsiye altında toplamayı uygun buldum. Bir de şöyle bir kanı var; kitaba adı verilen öykü yazarın en beğendiği ya da en güvendiği öyküymüş gibi düşünülüyor. Ben hiçbir zaman böyle düşünmedim ve öykülerim arasında bir ayırım yapmadım. Yine de en iyisi, kitabın içinden bir öyküyü kapağa taşımamak. Böylece öbürlerine de haksızlık etmemiş olurum. ‘İLİŞKİLER KOPUYOR’ Kimi kader der, kimi şunu, kimi bunu der... Ama şu bir gerçektir ki insan sıklıkla pes eder, yılar... Kimi küllerinden yeniden doğar, kimi ise yarı ölür... Kent hayatının çocuklara bile sirayet eden kirli gri rutininde hiç de yabancısı olmadığımız, mecburiyet belasına ortak paylaşım anları... İnsansılık hali... Kayıtsız, heyecanını yitiren tiplere alegori değil mi “Hangi Kedi”? Günümüzde büyük kent yaşamında yitirilen yalnızca heyecan değil ne yazık ki. İnsan ilişkilerinde bir soğuma, güvensizlik, iletişimsizlik ve içtensizlik var. Çok katlı yapılarda oturan insanların çoğu birbirini tanımıyor. Dolmuşta, otobüste, metroda, asansörde insanlar konuşmuyor. Birbirlerine “günaydın” ya da “iyi akşamlar” demeyi bile çok görüyorlar. Elektrik direklerine ve otobüs duraklarına yapıştırılmış bir el ilanı görmüştüm bir gün. Hem de çok yakında, bu yaz. “Lütfen birbirinize ‘günaydın¥ iyi günleriyi akşamlar’ deyin, hiç CUMHURİYET KİTAP SAYI 1027
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle