Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sema Kaygusuz’dan ‘Yüzünde Bir Yer’ Sema Kaygusuz Türk edebiyatının sön dönem parlayan yazarlarından. Esir Sözler Kuyusu, Doyma Noktası, Sandık Lekesi kitaplarında topladığı öykülerin ardından yazın serüvenine romanla devam ediyor. Bundan önceki Yere Düşen Dualar’la ülkemizde olduğu kadar ülke sınırlarını aşıp Avrupa’da da adından söz ettirdi. Şimdilerdeyse yeni romanıyla gündemde. Geçen günlerde yayımladığı, Yüzünde Bir Yer adını verdiği bu yeni romanında, babaanneyle torunu arasındaki hikâyeyi bizlerle buluşturuyor yazar. Dersim Ayaklanması’yla sürgün edilen ve büyük bir suskunluğa gömülen Bese’nin hikâyesini bütün kutsal kitaplarda var olan Hızır ve büyük bir metafor olan incir üzerinden anlatıyor. Hikâyenin ortaya çıkışınıysa Kaygusuz şöyle anlatıyor: “Ya Hızır’ diye kulağıma çalınan bir sesi hatırladım. Bu ses sevgili babaannemin sesiydi. Hızır’la aramdaki bağı ören babaannemdi yani. Sonra çocukluğumda dinlediğim masallar dirilmeye başladı.” Babaanneden dinlenen masaların dirilmeye başladığı noktada ise ortaya feci bir hayat tecrübesi çıkıyor. Sonuçtaysa Dersim sürgünü Bese, Hızır ve incir ağacının birbirine sarmalandığı bir roman çıkıyor ortaya. Ortada var olan anlaşılmaz, bilinmez ve mahrem bir konu. Romanın sayfalarını çevirdikçe, yıllardan bu yana süregelen suskunluğun gelecek nesillere ne kadar da büyük tesirler bıraktığını görüyorsunuz. Geçmişte yapılması gereken belki de incirle Hızır’ı kendi hallerine bırakmaktı. Ama geç değil sanıyoruz. Her şeyin daha anlaşılır ve güzel günlerin hayalini yakalamak bizim elimizde! Yazarın da bir yerde dediği gibi, “Ağacın aklına vâkıf değilsek, o akla merak duyarak yeni başlangıç yapmalıyız. İnsandan azade bir varlık olarak görebilmeliyiz onu.” Sema Kaygusuz’la yeni romanı Yüzünde Bir Yer üzerine konuştuk. SAYFA 16 ‘Bölüşülemeyen mahremiyeti ortaya koyan bir roman’ Ë Erdem ÖZTOP öyleşiye gelmeden, sizin hakkınızda geçmiş bir anekdota ulaştım: Ankara yıllarında reklam ajansına gidiyorsunuz. İlk iş görüşmesinde sanırım, yazar olmak istediğinizden söz açıyorsunuz… Görüştüğünüz yetkili de hemen müdahale edip, reklam sektörünün yazarlığı körelteceğini söylüyor. Ertesi gün kararınızı veriyor ve yazmaya koyuluyorsunuz… Hayatınızı dönüm noktası oluyor sanırım bu? Doğrusu söylediğiniz şeyler o kadar geride kaldı ki hatırlamakta güçlük çekiyorum. Öğrenciliğimde ve İstanbul’a geldiğim ilk yıllarda reklam yazarlığı yaptım ve o işten nefret ettim. Girdiğim her işten de kovuldum. O yüzden tam olarak dediğiniz gibi değil. S Ve peşi sıra öyküler yazdınız! Peki yazmayla geçen bu süreçte hiç ‘keşke’ dediğiniz oldu mu? Umutsuzluk ya da bu işten geçinememek hissi? Kendime bakacak yollar buldum her zaman. Ne bileyim dışarıdan yapılan parça başı işler, sinema fragmanları yazmak gibi... Ama hiç ‘keşke’ demedim. Kitaplara ayırdığım zaman, düzenli para “KİTABA AYIRDIĞIM ZAMAN İÇİN kazanmak için harcayacağım zamandan KEŞKE DEMEDİM” daha kıymetliydi. Bir önceki kitabınız Yere Düşen Gerçi bildiğim kadarıyla metin yaDualar’la roman türünü denemiş, eleşzarlığı yaptınız sonrasında, değil mi? tirmenler ve okuyucular tarafından Evet, İstanbul’da bir dönem bir olumlu karşılanmıştı. Öyküyle başlayıp halkla ilişkiler şirketinde çalıştım, bülromanla devam ediyorsunuz artık… ten gibi şeyler yazıyordum. 1999’dan Öykü, romana geçmekte bir basamak sonra bir daha hiç mesaili iş hayatım olmıydı yoksa? Ya da us’a düşenler bir madı. roman boyutuna mı ulaşmıştı artık? Öyküden romana geçilmez ki. Bu çok yaygın ama ne yazık ki yanlış bir bakış açısı. Sizin de işaret ettiğiniz gibi her temanın, her hikâyenin yeri ayrı. Bir kere roman ile öykü arasında kurgu dışında hemen hemen hiçbir yakınlık yoktur. Öykü bir eksiltme sanatıdır, şiire yakın, kırılma anlarıyla ilgili, ışık çakımlarına odaklı, kişileri konu alan çok özel bir disiplin. Roman ise karakterle, daha geniş zaman dilimleriyle kuruluyor. Dolayısıyla ben öyküden romana geçmedim. Öykü yazmayı bırakmadım da. Bu arada deneme, piyes, izlenim, Sema Kaygusuz’un yazdığı ilk roman, ‘Yere Düşen Dualar’ sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da adından söz ettirdi! günce gibi başka türlere de açığım ve çalışıyorum. Zamanı gelince yayımlayacağım hepsini. Öyküden sonra yazdığınız ilk roman, Yere Düşen Dualar sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da adından iyi söz ettirdi! Özellikle Avrupa’dan böyle bir tepki bekliyor muydunuz? Bir ümidim vardı ama doğrusu bu kadar hızlı bir gelişme beklemiyordum. Bir de kitabın çevirisi çok iyi oldu, bunun da etkisi var tabii. Öte yandan geçen yıl konuşulan ama az yazılan Kürtçeye de çevrildi öykülerinizden bir seçki kitabı, Üşüyen/Efsiri adıyla. Aynı coğrafyanın insanının farklı dilde sizin eserinizi okuyor olması nasıl bir duygu? İlginçtir, bu bana son derece doğal geldi. Kürtçe yasağını hiç benimsememişim demek ki. Ülkemde birkaç dilin birden konuşuluyor olmasının zaten yakın tanığıydım. Çocukluğumda Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yaşadığım için başka diller, başka diyalektler zaten gündelik hayatın bir parçasıydı. İzmir’in bazı semtlerinde Rumca, Gelibolu’da Türkçe, Antakya’da Arapçayı duymuştum. Bu yüzden fazladan bir sevinç yaşamadım. Çeşitlilik, çoğulluk yaşantımın bir parçasıydı. Ama iyimserliğim arttı elbette. Kültürel haklar için ödenen bedelleri düşünürsek, Kürtçe Üşüyen’in /Efsıri’nin kendi öz dili yasaklanan Kürtler için ne anlama geldiğini tahmin edebiliyorum. Benimle birlikte birçok yazarın Kürtçede yayımlandığını düşünürsek bu dilin bir edebiyat dili olduğunu, yazı dili de olduğunu herkes kabul etmek zorunda artık. Peki, nasıl dönüşler alıyorsunuz, Üşüyen kitabı için okurlardan? Sema Kaygusuz: Diyarbakır’a gittiğimde birçok okurla tanıştım. Çeviri konusunda çok olumlu tepki ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1027