25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA İşte Saçlıoğlu’nun öykülerinde okur, kendisine bildirilen, tebliğ edilen, anlatılan, vaazedilen hiçbir tutumla karşılaşmıyor. Yüzeysel bir okumayla bile, bu öykülerin nece derinlikli olduğunu kavramakta gecikmiyor ama. Nitekim Saçlıoğlu’nun öykülerinde düşünsel içkinlik öylesine yoğun duyuruyor ki kendini, zaman zaman öykünün önüne geçtiği bile oluyor. Yine de hiçbir zaman anlatımcılığa düşmüyor o. Okur, öykü evreniyle kahramanların peşinden giderken şaşkınlığa uğruyor, şaşkınlık yaşarken de kendi bulgusu, kendi çabasıyla öykü evreninde, öykü kahramanlarının tartıştığı kimi düşünsel sorunlardan içeri girmeye koyuluyor ağır ağır… Mehmet Zaman Saçlıoğlu öykülerinde insana özgü ya da evrene, dünyaya, doğaya, topluma değgin sorunlardan içeri girerken biz nasıl oluyor da aynı zamanda düşünsel sekişlerle felsefi düşüncelerin önüne geliyoruz, okuduğumuz öykü, gide gide içkinleşip bu yolda kuşatıyor bizi? Öykücülüğümüzde farklı bir damar: Saçlıoğlu koşulları, olanakları? Saçlıoğlu, hemen her kezinde kurduğu farklı, üstelik şaşırtıcı öykü evrenleriyle çıkıyor okurun karşısına. Okur bu şaşırtıcılığı apaçık görebiliyor. Örneğin onun öykü evreni aykırı, büyülü, düşlemci gerçekçi olabildiği gibi uyumsuz, hatta gerçeküstücü de olabiliyor… Saçlıoğlu’nun öykü evreni, bütün usta yazarlarda görüldüğünce dönüştürülerek yaşatılan, düzeyli soyutlayımla soluk alıp vermeyi sürdüren, kurulmuş olsa da kurmaca yapaylıktan uzak, gerçektenliğini yazında yaşatan yapılanmayla geliyor önümüze. Acemi yazarların elinde kırılıp dökülen, iğretilikle yapıştırılıp yalancı bütünlemeyle okura yutturulmaya çalışılan bu arada gerçektenlik duygusunun da o ölçüde uzaklaştığı yapay yazınsal kurmacaya rastlanmıyor onda. Kurmaca, bu öykülerde okurun gözüne kör kör parmağım dercesine batırılmıyor. Kurgu yazınsallığın içinde türdeşleşip dağılıyor, mürekkep damlasının denizde dağılışı gibi… Bu çerçevede okurun, yaratılan evrenlerden ötürü öykülerde şaşkınlık yaşadığı öne sürülebilir. Ne ki bu şaşkınlığın, şaşırtmacayla ilgisinin bulunmadığını; şaşırtıcı tutumun, aslında onun öykü evrenleriyle bu evrenlere yerleştirdiği öykü kişilerinden geldiğini düşünmek olanaklı. Gerçekten yazar, bu öykü evrenleriyle şaşılacak kertede uyumlu görüntü veren kahramanlarla karşımıza çıkıyor hep… İşte Mehmet Zaman Saçlıoğlu öykülerinin iki önemli dayanağı böylesi güçlü bir temelin üzerinde yükseliyor: Çok sağlam öykü evreni, çok sağlam öykü kahramanları… İki etkin öğeyi harmanlayıp yoğuran yazınsal dil de eklendi mi bunların üzerine, Saçlıoğlu öyküsü kendiliğinden çıkıyor ortaya. Onun öykülerinde genelde kurgu, biçem, yazınsal bezemeden çok daha fazla rol oynuyor andığım evren, kahraman, dil üçlüsü… Sonuçta yapısal örgünün belirleyicisi bu üçlü oluyor kuşkusuz. SAÇLIOĞLU ÖYKÜLERİNDE EŞİKLER ARASI İLİŞKİ... Yapıtlara yaklaşılırken genelde metinler arası ilişkilerden söz edilir… Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun öyküleri için bu söylemi “eşikler arası ilişkiler” biçiminde düzenlemek olanaklı bana göre… Onun tek bir öyküsü dahi gösterilemez ki, düşünsel bağlamda eşikten eşiğe sıçrıyor olmasın… Gerçekten Saçlıoğlu, bütün öykülerini yazınsal birer şölene çevirirken, bunu düşünsel şölene dönüştürmenin de ustalığını yansıtıyor. Varlıkyokluk, sonluluksonsuzluk, yaşamölüm, sevginefret, iyilikkötülük, istençistenç dışı vb. kavram çiftleri yönünde olduğu denli erdem, us, duygu, vicdan vb. başlıklarda da sorunları deşen bütün bunların dizgesel biçimde yerleşeceği kimi sorunsalları dürten bir yazınsal tutum gözlüyoruz sürekli Saçlıoğlu’da. Bütün büyük yazarlarda görüldüğünce o da belirli kavramların peşine takılarak dolantıları, değişkeleri içinde bunu izleyen tutum sergiliyor sürekli. Nitekim son öykü kitabı Sur ve Gölge’de yargıyazgı (kazakader) kavram çifti yoğun bir gizemle örtülü olarak karşımıza geliyor. Ancak hemen eklemem gerek. Buradaki gizemi, tinsel ya da inançsal değil bir gizillik bezeği olarak almak eğilimindeyim ben. Yazı boyunca tek öyküsünden söz etmedim onun. Önceki yazılarımda öykü örnekleri üzerinde yeterince durduğum kanısındayım çünkü. Bu nedenle, Saçlıoğlu’nun öykülerindeki kavramsallaştırmaya dönük getirilere özgülemeyi yeğledim yazıyı. Ancak, hiç değilse Sur ve Gölge’deki öykü örneklerinin önümüze serdiği dolambaçlar arasında kısa bir anıştırmanın yararlı olacağını sanıyorum… İki ünlü yazar: Genci Kemal Ağaçlar, erişkini takma adıyla Cahit Cihan… Bunlar arasında Saçlıoğlu’nun neredeyse sarraf tartısına oturtarak kurduğu, çok duyarlı dengede götürdüğü bir öykü: “Bir Başka Işık”. Öykünün bir yerinde ağabey yazar, kardeş yazara şöyle diyecektir: “Mutluluğun kendisi bir duygudur… Kediler, atlar, ağaçlar da mutluluğu duyumsarlar, ama bu duyumsadıklarının mutluluk olduğunu bilmezler, bilmedikleri için de mutluluğun onların yaşamına getirdiği, getireceği kazancın farkında değillerdir. Ama insan mutlu olduğunda hayvanlardan farklı olarak mutlu olduğunu aklıyla anlar. Yani mutluluğa ilişkin çoğu şey aslında aklın işidir. Mutlu olduğunuzda duygularınız öylesine egemen olur ki aklınız kimi zaman bir kenarda kalır. Ama aslında mutluluğu gerçekten görmek akılla mümkündür. Mutlu olmak değil, mutlu olduğunuzu anlamak gösterir ışığı.” (49,50) Saçlıoğlu da öykülerini hep akılla kurup dilde somutlayan; yazınsallığını bu çerçevede koyan bir yazar. Bu nedenle onun öykülerini okumak da aklı önde tutmayı gerektiriyor. Ama şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz sanıyorum: Bizim öykü okurumuz da tıpkı öykü yazarlarımız gibi hep usu önde tutan bir kesimden oluşuyor yanılmıyorsam. Bu nedenle Saçlıoğlu’nun öyküleri için bir us buluşması bağlamında da alınabilir verimleyenalımlayan ilişkisi. O halde Mehmet Zaman Saçlıoğlu, son öykü kitabı Sur ve Gölge ile bir öykü manifestosu sunuyor aynı zamanda. Böylesi bir öykü manifestosuyla buluşmanın mutluluğunu, hazzını yaşamak isteyenler için gerek Sur ve Gölge, gerekse öteki kitaplarını okumamış olanlar için Yaz Evi, Beş Ada, Rüzgâr Geri Getirirse, bu öykü şeytanı yazarla buluşmanın kaçırılamayacak fırsatı! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1027 M ehmet Zaman Saçlıoğlu, ikinci kitabı, ama ilk öyküler toplamı olan Yaz Evi’yle (1993) geniş ölçekte ilgi çekmeyi başarmış, bundan daha önemlisi, yazın kamuoyunun, okurun gösterdiği bu ilgiyi, doğrusu ya hak etmişti. İleriki yıllarda bizleri iki öykü kitabıyla daha selamladı yazar: Beş Ada (1997), Rüzgâr Geri Getirirse (İş Kültür, 2002)… Söz konusu öykü kitaplarını yayımlamaya koyuluşunun on altıncı yılında dördüncü öykü kitabıyla bir kez daha güçlü bir ışık halinde parlayıp gönlümüzü şenlendirmeyi başardığını söyleyebiliriz onun: Sur ve Gölge (İş Kültür, 2009). Demek her dört yılda bir öykü kitabı verimliyor sayılabilir Saçlıoğlu. Ancak andığım öykü kitaplarının on altı yıl içinde şekilce nasıl verimlendiğine değil, kitaplardaki öykülerin soy ağacını çıkararak bunlar arasında kurulabilecek ilişkilenişler bütününe yönelmek, bunlar üzerinde durmak, anlamca çok daha önemli elbette… Gerçekten de burada asıl üzerinde durulması gereken yan, söz konusu dört öykü kitabı arasındaki ardışık ilişkilenişler bana sorulursa. Öyle ya bu öyküler birbirini ne yönden nasıl çekiyor, hangi açıdan nasıl itiyor? Ötesinde bu ardışıklığın yanında söz konusu öykü kitaplarının Saçlıoğlu öykü coğrafyasına yayılışı, bu yelpazede dizilişi, daha doğrusu yerleşme biçimleri, buna dayalı olarak sergiledikleri konum… Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun öyküleri, baştan bu yana kunt yapı sergileyen birer anlatı olarak çıkıyor karşımıza. Bu kunt yapıda kendini belirgin olarak gösteren üç farklı açılım üzerinde aşağıda ara başlıklar halinde düşünce uçkunlarına dalalım istiyorum birlikte… Genelde Mehmet Zaman Saçlıoğlu öykülerinin baskın özelliği, söz konusu kuntluğun, hemen tüm öykü örneklerinde şaşırtıcı bütünsellik içinde yansıması bana göre… Kimi usta yazarlarda gözlenen, anlatıda herhangi ayrışmaya, yarılmaya yol açmadan türdeşlikle örgülenen öyküleme yönteminin Saçlıoğlu’nun öyküleri için de geçerli olduğunu düşünüyorum kendi payıma. Gerek içeriksel gerekse biçemsel bağlamda dilsel, kurgusal açıdan, biçimsel deneyişler, sıradışı konumlanışlar açısından biri ötekinin yolunu kesmeden, önüne çıkmadan, rolünü çalmadan bütün bunların kendilerine anlatıda türdeşlik paydası içinde yer bulabilmesi kuşkusuz yazınsal başarının önemli bir göstereni. Ustalıkla dolu bu yazınsal sürecin bugünlere uzanışında, Saçlıoğlu’nun ilk kitabı olan şiirler toplamı Günden Önce’nin (1985) önemli payı bulunduğu da öne sürülebilir bu arada. Ama onun şair yanının, öykücülüğünün gölgesinde kaldığı da çıkacaktır böylece ortaya… SAÇLIOĞLU ÖYKÜLERİNDE DÜŞÜNSEL İÇKİNLİK... Düşünsel yoğunlukla harmanlanan pek çok öykü okumuşsunuzdur… Yazınımızda böylesi öykü örneklerinden oluşan oldukça geniş bir seçkinin varlığından söz edilebilir. Ne var ki söz konusu öykülerin çok önemli bölümünün anlatımcı, bildirimci, vaazedici yapıya dayalı örnekler olarak karşımıza çıktığı da ortada. Geçmişten günümüze kimi yazarlarca, üstelik apayrı bir kanalda kalıt anlayışıyla on yıllardır sürdürülen “hikâye etme” kavrayışını düşünelim… Okuru ille düşünsel yoğunlukla buluşturmaya ya da onu, en azından bu yönde etkilemeye çabalayan, ona ille de bir şeyler öğretmeyi, onu bilgilendirmeyi öykü verimleme örneği olarak öne alan bir anlayışı yazınsal tutumla bağdaştırmanın olanağı var mı sizce? Anlatıya yük getirmenin ötesinde bir çaba değil bu. Ama biz yazın kamuoyumuzla yazınsal eylemde olup biteni anlatma, bildirimde bulunma düzeyini aşabilmiş değiliz henüz yazık ki… Nitekim toplum olarak da bu bildirimciliğin, vaazeden, buyurgan kavrayışın pençesinde kıvranmıyor muyuz sürekli? Oysa biz biliyoruz ki öykü, hangi sorunu, sorunsalı anlatıya katarsa katsın, enikonu soyutlayım, dönüştürüm düzlemlerini aşarak, kavramsallaştırma yönündeki eşikleri geçerek felsefi içkinlik kazanabilir… Biz öyküyü okurken daha, yazar herhangi göndermede bulunmadan bizi bulgulayıcı, sorgulayıcı okumaya doğru kışkırtacaktır işin başında, böylelikle biz de keşifler atlasında yol almaya koyulacağız demektir ayırdına varmadan bunun… SAÇLIOĞLU ÖYKÜLERİNDE YAPISAL ÖRGÜ... Cumhuriyet Kitap’ta on yılı aşkın bir süre önce, Saçlıoğlu’nun ilk öykü kitabından kalkarak yayımladığım yazıda “’Saçlıoğlu öykücülüğü’ diyebileceğimiz bir ‘bütünsel estetik alan’”dan söz etmiştim. Bu kez, yani Sur ve Gölge’den sonra Saçlıoğlu’nun öykücülüğümüzde artık ‘farklı bir damar’ oluşturduğunu savlamaktan da çekinmeyeceğim… Bu farklı damarın beslendiği kaynaklar olarak Sabahattin Kudret Aksal, Melih Cevdet Anday, Vüs’at O.Bener, Bilge Karasu vb. yazarlar, şairler gösterilebilir herhalde. Bu türdeki kaynakların ona ancak silik etkilerle ulandığını da ekleyeyim. Bu nedenle söz konusu öykü damarı üzerinde durmak, çok daha önem taşıyor burada. Nedir bu damarın kendini gösterme SAYFA 20
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle