22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Adnan Binyazar’la ‘Şah Mahmet’ üzerine ‘İnsan yarattığı aşkın kurbanıdır’ Adnan Binyazar romanlarının yayımından sonra, masasında uzun zamandır (kimisi iki yıldır kimisi de kırk yıldır) bekleyen öykülerine geri döndü, yazımlarını bitirdi. Geçen aylarda dergilerde yayımlamaya başlamıştı öykülerini, şimdi de Şah Mahmet başlığı altında bir kitapta okurlarıyla buluşturdu. Geçmişten çıkıp gelen kahramanlar Binyazar’ın kurgu dünyasında yeniden şekilleniyor; aşkı, sevgiyi ve acıyı en yalın halleriyle insanın ruhuna nüfus ettiriyor. Öykü sonlarında ise kahramanlar, tragedyalardaki yıkımın birer parçası haline geliyor. Binyazar’la yeni öyküleri üzerine söyleştik. Ë Erdem ÖZTOP doğuruyor ve her ne olursa olsun kulağını kötü söylemlere kapatıyor! Öyküde böyle bir “harmoni” yaratıldığı kanıma katılır mısınız? İnsan bir sevi yaratıcısıdır. Herkese göre algılama alanı farklı olan aşk duygusu, insanın kendi yaratımının ürünüdür. Âşık Veysel’in, “Güzelliğin on para etmez şu bendeki aşk olmasa” dediği budur. Duygusal hayatımız, sizin kullandığınız terimle, bir yandan “harmoni yaratımı”, öte yandan bir “duygular karmaşası”dır. Bu çelişki, görünüşte sert kişilikli olduğu görülen Şah Mahmet’in aşk karşısındaki saf çaresizliğinden de bellidir. Bence insan aşkın değil, kendi yarattığı aşkın kurbanıdır. Düş kırıklıkları da oradan doğuyor. Şah Mahmet bu yönüyle bir tragedya kahramanıdır. Bu bağlamda, Şah Mahmet “kötü söylemler”e kulağını kapattığının bilincinde değil; aşk, onu öyle gösteriyor. Atiye Abla’nın iç dünyasında neler olduğunu bilmiyor çünkü. Öykülerinizde insana odaklansanız da, örneğin “Şah Mahmet”te hayat biraz daha öne çıkıyor ve insandan intikamını alıyor! Bu, bir bakıma hayatın “töre”ye dönüşümü değil mi? Hayatla insanı birbirinden ayırmak olanaksız. Böyle bir kültürde ikisi de “töre” sarmalında. “Tragedya kahramanı” diye nitelediğim Şah Mahmet bunun da kurbanı. Bu, tragedyalardaki kâhini andıran genelevin patronu Hımhım Ayşo’nun, Şah Mahmet’e güç yetiremeyip söylediği sözden de belli: “Şah Mahmet... Şah Mahmet... Orospuyla evlenmek ölü eti çiğnemektir; ağzında gevelersin, lakin yutamazsın!” Tragedyaların sonu mutlulukla bitmez; sonunda “kâhin” yerindeki Hımhım Ayşo’nun dediği oluyor... “Şah Mehmet” öyküsü sinematografik öğeler taşıyor; Şener Şen’i Şah Mahmet rolünde düşünsenize!.. Şener Şen’in irice olanı... KURGU FARKI... Sizin Marquez’e olan tutkunuzu biliyorum. “Uyku Güzeli”indeki yaşlı adamla körpe fahişe kızın karşılaşmasını ve onların hikâyesini okuyunca aklıma ister istemez Marquez’in Benim Hüzünlü Orospularım romanı geliyor. Bir yazar hayranlığının dışavurumu gibi algılanabilir mi bu? Marquez’in anlatı dünyasına hayranlık duyduğum bir gerçek. İki anlatı arasında biçimsel yönden bir bağlantı kurulabilir belki. Ama ikisi, kurguilişkilerişleniş yönünden çok farklı. Benim Hüzünlü Orospularım’da 90’lık yaşlı, körpe kızla yaş gününde kendine ziyafet çeker. Benim öykümdeki yaşlı ise, bir güzellikle aynı mekânda bulunmanın mutluluğunu yaşar. Öykülerinizin yazılışı uzun zaman dilimlerine yayılıyor: kimi bir yılda, kimi altı ayda, kimisi de kırk yılda!.. Bu açıdan “Varoluşun Sesi” ile “Eller” öyküsünü merak ediyorum... Sevgili Erdem, öyküleri özellikle tarihledim. Sizi de düşündürmüş bu. 1964 yılında yazdığım “Tohum” adlı öykü ertesi yıl Öğretmenler Bankası öykü yarışmasında ikinci olmuştu. Öyküdeki duygu yığılmaları beni yıllarca rahatsız etti. Duyguların olaylarla, betimlemelerle, düşünsel varsayımlarla çözülmesi gerekiyordu. Kitapta yer alan “Varoluşun Sesi” böyle bir gereksinimden doğdu. Yıllarca düşündüren bu sorun 2008 yılında çözülmüş oldu. 1968’de yazdığım “Eller” öyküsü yayımlandığında edebiyattan anlayanların ilgisini çekmişti. El, özellikle kadın ve çocuk eli kutsallık taşır bende. Uyuyan bir çocuğun eline hiç bakmışlığınız oldu mu? Uyuyan çocuk elinin tanrısal bir sessizliği vardır. Kadın eli de, en narininden, en emekçisine, devinimsizken, güzelliğin varoluşunu simgeler. Rodin, “Tanrı”nın Eli” yontularında bu duyguyu sonsuzluğa erdirmiştir. Hiçbir nesne, eşim Filiz’in ellerine baktığım sıradaki etkiyi yaratmamıştır bende. Ölümünden bir saat sonra ellerini öptüm. O yüzden dudaklarım hep sıcaktır. “Eller”i yıllar sonra çok değişik bir kurguyla yeniden yazmamın nedenini, dipten dibe, yaratılışta bu sıcaklığın sonsuzluğunu duyumsatma amacına bağlayabiliyorum. “Şah Mahmet”teki öykülerin hemen tümünde ay ritüelini öne çıkardığınız görülüyor. Aya bakıyorsunuz; ay, ayna oluyor ve kendini görüyor kahramanlar orada... Bu etkileşimle onlar geçmiş yolculuklarına çıkıyor... Masalını Yitiren Dev adlı romanımda da vardır; çocuklukta ilk algıladığım uzaklık soyutlaması ay’la ilgilidir. İçimde hep bir ay aydınlığı taşırım. Dünyayla ilişkisine göre aydaki görüntüler beni çok etkiler. Yazdıklarımda aya sığındığım yerler vardır. Çocukluğumda, yattığım odanın perde aralığından ışıklı bir yüzün bana baktığını görmüştüm. Odada yalnızdım. Yorgana gömüldüm, sabaha kadar o perde aralığındaki ışığa bakmaya korktum. Böyle böyle, bende som ışığa karşı bir tapınç duygusu gelişti. “Şah Mahmet”te Atiye Abla’nın, en kutsal varlığı olan kızlığını aya verdiğini düşünecek kadar somuta indigediğim oluyor ay’ı. Ayrıca, ay ışığının dost bir yanı var; en aydınlık anında bile gözünü kırpmadan aya bakabiliyorsun. Ay, hep benim yalnızlığımın yoldaşı olmuştur. “Nevriye içimde bir yaradır…” der kahramanınız ve Nevriye’nin öyküsünü anlatır. Siz de bu yaralardan beslenir misiniz? Her olay, insanda iz bırakır. Öyküde görüldüğü gibi, Nevriye çocuklukta var olan, yetişkin yaşlarda akla gelmeyen bir saklı sevgili. Telefondaki kadının üstelemeleri anımsatıyor Nevriye’yi. Öykü kahramanı yazar, doğduğu yerlere gidince Nevriye’nin düğünüyle karşılaşıyor. Belli ki, büyük kentlere gidince Nevriye’yi unutmuş. Anımsayınca da, o sevginin, içinde bir yara gibi işlediğini duyumsuyor. Sonuç, yine tragedyalardaki yıkım... Ana, öykülerinizde ya yan karakter, ya asıl karakter. Örneğin “Varoluşun Sesi”nde varoluşun nedeni irdelenince öykünün odak noktasına “ana” oturuyor! Babaysa metinlerinizin hep gizli öznesi... Masalını Yitiren Dev’de, “Ana ölünce her şey ölüyor” der, şunu da eklerim: “Anamın ölümünü duyunca, ana rahminde büzülmenin mutluluğunu sürerken; beslenme borusunu önce göbeğimden, sonra ağzımdan çekip koparmışlarcasına, kendimi o bilinmezlik derinliklerine yuvarlanıyor, anamın aylarca elleri kolları bağlı kaldığım aydınlık döl yatağından ışıklı dünyanın karanlığına düşüyor sandım.” Ana rahmi var edicidir, esirgeyicidir. Öyküye “Varoluşun Sesi” demem, sesin sonsuzluğuyla ilgili. Ben, hiçbir nesnenin ses de enerji yüklü bir nesnedir yok olmayacağına inanıyorum. Baba ise yalnız “gizli özne” değil, yazarın gizlediği bir nesne... ‘ÖLÜMÜN SESİ’ “Ölüm nasıl kimsesizleştiriyor sevdayı” sözünü bulup çıkarıyorum “Ölümün Sesi” adlı öykünüzden. Erdal Öz’e ithaf etseniz de bu öyküyü, öne çıkardığım cümle benim gönlümde Filiz Binyazar’a ulaşıyor sanki; hal böyle olunca da ölümün o ‘ketum’ sesine ortak oluyorum sizinle... Her ölümde Filiz’in ölümünün sesini duyarım; her güzelliği anlatmamda onun güzelliğinin izine rastlandığı gibi... “Orospuyla evlenmek ölü eti çiğnemektir; ağzında gevelersin, lakin yutamazsın.” “Beni ayın yalnızlığı mı ürpertiyordu, aydan içime yansıyan kendi yalnızlığım mı?..” “Başımı kaldırınca onu ayın kucağındaki yerinde gördüm. Sevgi de öyledir; baktığın yerde görürsün onu…” “İşte böyle oğul, çöl uzaktan görünmez, ona içinden bakacaksın...” Alıntıladığım bu dört özlü sözün en az üç katı daha var metinlerinizde. Kitaplarınızda geçen bu özlü sözlerden derlenen bir kitap yapmayı düşünmez misiniz? Sevgili Erdem, bana tuzak mı kuruyorsun; bu sözlerden bir kitap yaparak, “Kendini filozof sanıyor” diye el âlemin benimle alay etmesini ister misin? Ne sen bu soruyu sormuş ol, ne ben yanıtlamaya kalkayım... Son olarak, siz bana, “Bir romana başlamak niyetindeyim, doğru zamanı arıyorum” demiştiniz. Nedir son durumu, masanın başına geçtiniz mi? Bana yazmanın nasıl bir başarı olduğunu soranlara “Başlamak!..” yanıtını veriyorum. Yaşamımdaki acı dalgalanmalar bir roman daha yazmamı gerektiriyor. Ne var ki elime her kalem alışımda, yoğun duygularla anlattığım olayları yinelemek korkusu çekiyorum. Masalını Yitiren Dev de, Ölümün Gölgesi Yok da özellikle okur üzerinde iyi etki bıraktı. Yazar bu etkinin koruyucusu olmalı. Korkum, onu koruyamama endişesinden doğuyor. Yıldız uzaklıklarında kırpışan ışıklar görüyorum; ışığın yaklaştığını duyumsarsam, kalemi elime alırım... ? “Ş ah Mahmet”te bir araya getirdiğiniz öykülerinize yönelik olarak, defterime not ettiğim ilk cümleler şöyle: Bu kitap, Adnan Binyazar’ın öbür kurgu kitaplarında da olduğu gibi ‘geçmiş düşleri’ni dehlizlerinden çıkarıyor, yanılıyor muyum? Yanılmıyorsun. İnsanın varoluşu bir dehliz. Yalnız, “dehliz” sözcüğü depo gibi algılanmamalıdır. Yazar, orada beklettiklerini sonradan kullanarak yazmaz. Orada ne olduğunu da bilmez. Bir çağrışım, bir düşlem, bir gözlem onu yazmaya itebilir. Kitabın ilk öyküsü “Şah Mahmet”teki olaylar, beş yaşlarındayken duyduğum bir dedikodu çevresinde gelişmiştir. Öykünün kadın başkişisi Atiye Abla bizim ev sahibimizdi. Ama aynı evde yaşıyor gibiydik. Durmadan kahve ve sigara içen, canı isterse hatırını kıramadığı komşularının falına bakan yaşlı bir kadındı. Bir gün, annemle avludaydık. Dişi yiğidi bohçacı bir kadın girdi içeriye. Anamın adını söyleyerek, “Belki biliyorsun, belki bilmiyorsun; Şah Mahmet, Atiye Abla’yı kerhaneden çıkarmıştır.” O yaşta kerhanenin ne olduğunu bildiğim yok. Dehliz dediğimiz belki de ta o yaşlardan başlayıp bu yaşlara gelen kavramsal bir soyutlama. Ancak altmış altı yıl sonra bu soyutlama anlatısal biçime dönüşüyor. ‘Geçmiş düşleri’ ise dehlizin ürünü değil, çağrışımların, düşlemlerin dışa vuruşu... “Şah Mahmet” adlı öykünüzün yazılma sürecinde ve sonrasındaki heyecanınıza ortak olduğum için biliyorum; o zamandan bu zamana usumda saklı olan sözcüğü bir kez daha kullanmak isterim: bir sevi yaratıcısı aşkı erdemoztop@yahoo.com Adnan Binyazar ‘Şah Mahmet’le öykülerine döndü. Şah Mahmet/ Adnan Binyazar/ Can Yayınları/ 186 s. SAYFA 4 CUMHURİYET KİTAP SAYI 989
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle