05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Kadın Öykülerinde Ankara’ Sevgi Soysal Adalet Ağaoğlu Erendiz Atasü Füruzan İnci Aral Ankaralı olmanın anlamı Önce Kadın Öykülerinde İstanbul, şimdi de Kadın Öykülerinde Ankara. Altı ay arayla yayımlanan bu iki kitap, iki büyük kente kadın gözüyle dikkat çekiyor. Ankara’da doğan, bu kentte yaşayan ya da yolu bu kentten geçmiş olan kadın yazarların öyküleri yer alıyor yeni seçkide. Ë Gültekin EMRE ocukluktan başlayarak Ankara’nın sokaklarını, komşuluk ilişkilerini, yok olan mahallelerini, yeni yerleşim yerlerini, sevdaları, küçülen aileleri, işyerlerini, eskiyeni kültürleri, bayramları, hapishaneleri, okulları, evlilikleri.. ve daha neleri göz önüne seriyor Kadın Öykülerinde Ankara... Efnan Dervişoğlu’nun derlediği öyküler Ankara’nın ruhuna tıpa tıp uymuş. Çünkü o da bir Ankara tutkunu. “Ankara’yı yüreğimde hissettim hep” diyor. “Bakanlıklar’dan Sıhhiye’ye doğru yürümeyi, Çıkrıkçılar Yokuşu’nun başındaki bir çay evinde oturmayı, görmüş geçirmiş Küçükesat’tan Mithatpaşa Caddesi’ne başım havalarda yürürken, çınar ağaçlarının altından Sakarya Caddesi’ne geçerek çiçek ve balık kokularına karışmayı ya da Adil Han’da bir kitabın ilk baskısını aramayı ne çok severim.” Adalet Ağaoğlu, siyasi baskının yoğunlaştığı bir dönemin yarattığı psikolojiyi ele alıyor “Gün Üç Dakika”da. İçerdekilerle dışarıdakiler arasında gidip gelen, ne yapacağını bilemeyen ve tedirginlik içinde başlarına geleceklerini bekleyen aydınların dünyasına eğiliyor. “Mor Damga”da İnci Aral, ikilem arasındaki aydının dünyasını ele alıyor. İşinden memnun olmayan, daha doğrusu çevresinden, yaşamından hoşnut olmayan bir bireyin git gellerine ışık düşürüyor. Ankara’nın yok olan evlerini, anılarını, insanlarını, geçmişini “Kan Kokusu”nda işlemiş Erendüz Atasü. İffet Hanım’ın yaşamından kesitler sunulurken, Ankara da öykünün hem arka, hem de önünde yer alır sürekli. Durmadan kabuk değiştiren bir Ankara, aslında Türkiye’nin de bir özeti değil mi? “O yazıhanenin yerinde açılan kaçıncı dükkân bu?” “Önce kırtasiyeci, sonra giyim mağazası, şimdi içkili SAYFA 10 Ç lokanta...” Lütfiye Aydın, “Menekşe Sokağı’nda Her Akşam”da, kentin değişen yüzünü hüzünlü gözlerle izliyor. Aslında Selçuk Baran’ın öyküsünün başlığı tanımlıyor her şeyi: “Kent Kırgını”. Yazarlarıyla, içinde yaşayanlarıyla hem yorgun, bezgin hem de kırgın insanların oluşturduğu bir kent Ankara. Naylon torbaların olmadığı, iki katlı evlerin saltanatının sürdüğü, orta halli insanların birbirlerine destek oldukları.. sıcak ilişkilerin kentiydi Ankara. Bir kadının geriye dönüp baktığında gördüklerini, göremediklerini, puslu ortamları.. işliyor yazar yüreğindeki burukluklarla. “Sorma Beni”de Nurhayat Bezgin, günümüz Türkiye’sine ustaca göndermede bulunuyor: İç hesaplaşması karısının örtünmemesine götürür erkeği. Karısı ise, kocasının ardından ona hak verir ve örtünmeye karar verir. Günümüz Türkiye’sinde kadınların, erkeklerin kafaları çok karışık. Ankara evlerinin bir bir tarihe karışması hâlâ sürüyor. Sokaklar, mahalleler kişiliksiz kimlikleriyle boy gösteriyorlar. Eski yok olup gidiyor, yerine konan yeni ise kendini bir türlü kabul ettiremiyor. “Satılık Ev”de Cahide Birgül, Bahçelievler’deki bir evi ve sahibini ele alıyor. Eviyle bütünleşmiş ama onu satmak zorunda kalan yaşlı bir kadını, satın almak için bu evi gözüne kestiren alıcıyı farklı açılardan karşı karşıya getiriyor. “Fener Alayı”nda Ayşegül Çelik, kentin altını üstüne getiren bir postacının kent gibi dağılışının, çözülüşünün, hayata küsüşünün öyküsünü anlatıyor. TAŞRADAN GELENLER Ankara’ya taşradan gelenleri ellerinden tutup Anıtkabir’e, Atatürk Orman Çiftliği’ne, Kale’ye, Gençlik Parkı’na, Kızılay’a, Ulus’a, Söğütözü’ne pikniğe, Tunalıhilmi’ye, Kuğulu Park’a, Çankaya’ya.. götürmek bir gelenekti. O şiiri herkes bilemeyebilir. Ama bilinmesi gerekir. “Sizin hiç babanız öldü mü” diye sorar Cemal Süreya, yanıtını beklemeden de “Benim bir kere öldü kör oldum” der. Babalar ölünce çocuklara bir şey olur. Feride Çiçekoğlu “Sizin Hiç Babanız Öldü mü?” sorusuna kimlerden yanıt aldı bilmiyorum ama Ankara’da bir aileyi anlattığı öyküsünü çok hüzünlü bitiriyor. Ankara’dan uzun süre uzak kalmış birinin dünyası nasıldır bilir misiniz? Ben bilirim. Geçmişimi aradım her seferinde havaalanından kentin kalbine doğru yol alırken. Bulduklarım ise aradıklarım, görmek istediklerim, beklediklerim değildi. Gülseren Engin de biliyor geçmişinden geriye hiçbir şeyin kalmadığını. “Lapa Lapa Kar Yağıyor”da geçmişin acıtıcı, ürkütücü derinliklerine dalıyor yazar. Kentteki değişiklikler, yerinde yeller esen binalar, mekânlar hemen göze çarpıyor. Ankara’ya özgü değildir fantastik düşler. Her kent ve kasaba için de kurulabilir. Nazlı Eray, Ankara’da yaşadığı için fantastik düşlerini hep Ankara’dan geçirir ya da kenti de katar öykülerine. Bol parası olmayanların da bol para harcayanlar gibi bir hayat sürmeleri için kurslara katılmaları gerekiyordur. Yazar bu kurslardaki yoksul insanların zengin düşlerine ortak ediyor okurunu. İstanbullu olunur da neden Ankaralı olunmasın? “Ankaralı Olmak” gibi bir duygunun ve yaşam biçiminin önünü açıyor Şiir Erkök Yılmaz. Kumrular sokakta geçen bir çocukluğun öyküsü bu: “Genç kızlığa adımımı Kumrular Sokak’ta attım. Namık Kemal Ortaokulu önünden geçtiğim, milli kütüphane, kaymakamlık binası, Toprak Mahsulleri Ofisi gibi resmi binaların yan yana dizildiği, sokağın Saraçoğlu Mahallesi’ne bakan kaldırımında... Karşı kaldırımda özel kesim vardı. Yıllar içinde kendine yer açan ve sonunda sokağı ele geçiren özel kesim. Eczanelerle birlikte başladı yer açmaya; derken kuruyemişçi, anahtarcı, kokoreççi, kebapçı, katmerci, ekmek fırını, butikler ve daha niceleriyle... “Alışveriş yapılan ve gezmeye gidilen semtler ayrıdır Ankara’da. Oturulan semtlerde “mahalle bakkalı, kasabı, eczanesi dışında” işyeri açılmasını uygun bulmaz Ankaralılar. Ankaralılar diktikleri ağaçları sevmişlerdir hep. Ankaralı olmak bir ayrıcalıktır çünkü. “Özgürlük Atları” çocukluğun çağrışımlarıyla örülü. Füruzan, geriye dönüp baktığında kadınerkek ilişkilerinden Ankara’nın yavaş yavaş değişmesine, ceviz ağaçlarına, oradan da özgürlüğün simgesi atlara uzanıyor düşleri de peşine takıp. Savaşın toz duman olduğu, herkesin bir şeyler beklediği, yaralanmaların ve ölümlerin yürekleri dağladığı günlerden süzülüp gelen bir öykü “Vakai Adiye”. İnci Gürbüzatik, bir ulusun yazgısının atan yüreğine eğiliyor ve tüm Türkiye’nin geleceğinin nasıl biçimlendiğine çeviriyor bakışlarını. Ankara bir “İç Deniz” midir? Ya da bir iç deniz olsaydı ne olurdu? Sibel K. Türker, denizle özdeşleştiriyor Ankara’yı. Humoru ve fantezisi bol bir Ankara panoraması çıkıyor karşımıza. Bozkırın ortasında deniz manzaralı evler, denize açılan sokaklar!... Aslında kocaman bir kasabadır Ankara. “Bizim Kasaba”. Sevgi Özel de bu kasayı, kasabalılığı, kasabalı olmanın ayrıcalığını ve burada ayakları üstünde durabilen bir kadının öyküsünü paylaşıyor. Yurtdışından Ankara’ya gelip bizden biri olmaya çalışan birinin iç dünyası da yer alıyor Yıldız Ramazanoğlu’nun “Angelika’nın Ankara’yı Unutuşu” öyküsünde. Türklerin geleneklerini ve dillerini öğrenmeye çalışırken Angelika, bir başkası olur çıkar sonunda. Köyde muhtarın radyosundan dinledikleri Ankara nasıl bir yerdir acaba? Köy kadar büyük, köy kadar kalabalık mıdır? Köyden kente göçenlerin uğradığı kültür şoku hep dile getirilmiştir. RADYODAKİ ANKARA Susan Samancı, “Radyodaki Ankara”da köyden kente göçün içine çekiyor okuru. Giderek gecekondulaşan Ankara’yı imliyor. Hapisteki sevdiğiyle göz göze sevişen bir kadının dünyası “Karanfilli Kadın”. Yaşar Seyman’dan. Tapu dairelerinde çekilen sıkıntıyı işliyor Aslı Solakoğlu “Danışmak”ta. Ankara’daki bürokrasiye ustaca bir gönderme. Ankara’yı yapıtlarında hep ağırladı, Sevgi Soysal. Kentin değişimini, kazandığı ve kaybettiği kimlikleri, gecekondulaşmaya başlamasını, devrimci mücadeleyi, oluşan kent burjuvazisini... “Zulmet Sevinci”nde ise hapisteki bir kadının dünyası çıkıyor öne. Mahkemeye gidecek kadının iç hesaplaşması ve mahkemeye götürülürken görebildiği sokaklar, insanlar. Şoförle yanındaki astsubayın, nöbetçi binbaşının misafirlerine mezelikler almak için Kızılay’da arabayı durdurması. Bir yanda özgürlükleri elinden alınmış bir tutuklu, mahkemede cezası kesinleşe de bilir, tahliye edile de bilir, öte yandan binbaşı için akşama mezelik alan astsubay. Arabada nasıl zıtlıklar var ve Türkiye, Ankara bu karmaşayı hep yaşadı, yaşıyor. Yenimahalle’deki ailesini ziyarete giden bir kadının eski semtine ve annesinin komşusuna ilişkin düşüncelerini içeriyor Menekşe Toprak’ın “Eski Mahalle”si. Değişen, yok olurken yenilenen, birden bire eskiyiveren bir kent, Ankara. Bürokrasiden günlük yaşama, geçmişten bugüne, unutulmaz aşklardan çocukluğa, öğrencilikten evliliğe, kimlik bunalımından siyasal hırslara, düşlere, fantezilere.. hüzünle, sararmış fotoğraflarla uzanan da bir yanı var bu öykülerin içeriğinin. Kentteki değişen insanın dünyası, acısı ve geleceksizliği de kendini dışa vuruyor elbette... Ankaralı olmanın ne demek olduğu da bu öykülerde yatıyor. ? Kadın Öykülerinde Ankara/ Derleyen: Efnan Dervişoğlu/ Sel Yayınları, Eylül 2008/ 206 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 989
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle