Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Metin Cengiz’den ‘Özgürlük Şiirleri’ Zamanı bellek gibi kuşatır hüzün Ë Celâl SOYCAN hmet Oktay “Yol Üstündeki Semender” şiirlerinde, intihar etmiş yazı insanlarının kederini yüklenir; şair ağırlıklı müntehirlerin ölümünü özel bir deneyim olarak Dil’e açarken, elbette, intihar olgusunu toplumsaldan yalıtmaz. Şiirlerin bütünündeki dip akıntı, Artaud’un dramatik saptamasını duyurur: “Hiç kimse tek başına intihar edemez, hatta insan intihar edemez; insanı intihar ederler.” Buna karşın, olguyu estetik olarak dönüştüren Oktay’ın okura taşıdığı şiirsel gerçeklik, öncesiz sonrasız bir insanî sıkışmanın hüznünü de kuşanır. Bu kez Metin Cengiz, yaşantı içeriğinin ve tanıklıklarının imbiğinden geçirdiği 70’li yılları, öldürülen gençler için yazdığı usta işi şiirler odağında bugünlere çeker; bugünlerin duyusal örüntüsü içinden belleğe emanet eder. Tıpkı Ahmet Oktay gibi, şiirsel söylemin gereklerinin ve olanaklarının farkında olan bir ustalıkla. Kitaptaki şiirler bir mizansen içinden sunulur ve kurgusal şair Düşçü’nün tanıklığı odağında kurgulanır. Böylece, şairin aradan çekildiği yanılsaması, okurun alımlaması üzerinde optik bir kayma yaratır; şiirlerin duyusal basıncı artar, daha içerden bir okuma sağ A Metin Cengiz, yaşadıkları ve tanıklıklarının imbiğinden geçirdiği 70’li yılları, öldürülen gençler için yazdığı usta işi şiirlerini ‘Özgürlük Şiirleri’nde bir araya getiriyor. lanır.” Düşçü’nün Notu”nda şöyle söylenir: “İnsanlık için, yani herkes için yaşanılır, mutluluğun paylaşılınca güzel olduğu bir dünya kurma istemi bir düş mü günümüzde? Ben böyle bir dünya kurmak amacıyla savaşmış, sıradan insan oldukları halde kahramanlaşmış, şiir düşüncesine ulaşmış, hatta şiir yazmış, ancak çeşitli nedenlerle yayınlayamamış, yazdığı şiiri kendine saklamış şairlerin (!) şiirlerinin ardına düştüm.” Bu şiirleri birinci bölüme koyan Düşçü, kendi yazdıklarını da ikinci bölümde sunar. Kurgusal sunumla “şairi belirsiz” bu şiirlerde duyguların ağır bastığının, sözün şahsî kaldığı’nın, temelde güdülen amacın şiirin kendi amacını zedeleyebileceği kaygısının altını çizen Düşçü, “bu kaygısının boşuna olabileceği umudunu” besler. Umudu boşa çıkmaz ve sonuçta çağdaş Türk şiiri sorunlu bir alanda, toplumsal tarihte karşılığı olan ve duygusal yükü çok ağır bir olgunun şiirsel söylem içinden dönüştürülmesi konusunda öncü çalışmalardan birine kavuşur. Bir siyasal sorunun öncelikle bir vicdan, bir ahlak anlayışı içinden şiirsel söyleme nasıl taşınacağı sorusu, elbette iyi niyetli ve saygıdeğer, ama yazınsal açıdan çok kötü onca örnek yanında bu şiirler, sınırlı sayıdaki başka seçkin şiirlerin yanında antolojiye eklenmiş olur. *** 70’li yıllarda yaşanılanlar, daha sonra da artarak sürdürülen örgütlü ve yaygın devlet şiddetinin ilk örneğidir. Acının tanımlanamaz niteliği ve tahrip edilen hayat, yaşanılan olgunun Dil’e tutunabilme olanağını büyük ölçüde yok eder. Böylesi dönemlerdeki suskunluk, elbette insanî bir durum olan şaşkınlığın ve korkunun da ötesinde, esas olarak dilsel bir travmanın sonucudur. Düzyazı, salt bilgi açısından ortamın durulmasını ve olgular düzeninin oluşmasını beklerken, beklemişken; yazınsal söylem bütünüyle duygusal/ duyusal bir ketlenme sonucu dilini yitirme yanında, bellekteki çökelmeyi bekler; unutuş bir insanî olanaktır ve kimi şeyleri unutarak korunuruz ve direnç kazanırız. Bu unutma elbette yok sayma değildir; nasıl yok sayılabilir ki yaşanılan! Ama yazınsal dilin belirmesi için, ketleyici acıların durulması gerekir; acılar, bilinçli bir duyarlılık eşliğinde, etkin ve dönüştürücü taleplerle yüklü ahlaki/ vicdani bir uyarıcıya evrilmelidir. Buysa çaresiz, zamanla ilintilidir. Yenilgi ve Zaman, birbirini aydınlatıp onaracak, biri ötekinin diline sığınacaktır. TAYLAN ÖZGÜR İÇİN Metin Cengiz, Düşçü’nün son sözü halinde tam da bunu söyler: “Yenilgi zamanın doğal rengiymiş ey okur. Bunu yeni öğrendik. Öğrenmek tek kanatla uçmakmış. Uçmanın tadını ölümle öğrendik”. “ taylan özgür için” başlıklı şiirdeki şu iki dizeyle de şiirin yüküne ışık salar: “Bakın dost işi bir kitapçı dükkânı şiir/ Eksik kalmış bir imgeyi tamamlıyor” Eksik kalmış imge ya da dilden ıskat edilmiş olgu… Dil, gereksindiği bilinç ve duygu dolayımlarını süregidenin içinden yüklenerek şimdi açığa çıkmaktadır ve oradaki gerçeğin hakikati’ne buradan varılmaktadır. Zaman yenilgiyi de, ölümü de, insan kardeşlerinden payına düşen kötülüğü de, varoluşsal tökezlemeler toplamı halinde fenomenal bilinç içeriğine teslim ediyor. Elbette siyasal/ kültürel düzeyde direngen çaba sürüyor, sürmelidir; ama dışarıdaki dayanaklar, araçsal aklın tesellisi, kuram ve kural susuyor, düşünsel anestezi etkisini yitiriyor ve içerde olan, içerde kalan kendi diline doğru emekliyor. “hüseyin inan için”deki “Türkiyem ölümü ağırlayan ülke merhaba” dizesi, artık bu topraklarda işitmekten yorul duğumuz ve toplumsaldan kişisele evrilen bir kedere hep eşlik eden büyük bir ölüler korosunun sesidir. 12 Mart devlet şiddeti, kendi kabulleri içinde onca genç insanı işkencelerde, baskınlarda ya da asarak öldürürken, bu ülkede herkes ve hepimiz; yaşıyor olduğumuz hayattan utanç duyduk; insanlık, onur, vicdan ve adalet adına ne varsa dönüşsüz olarak kirletildi… Bir yanımızla asılmışlardık, öbür yanımızla süregideni onarmak üzere önce kendi yaramıza tutunmayı öğreniyorduk. ŞİİRLERDEKİ SES “deniz gezmiş için” şiirinde sesini Deniz’e emanet ediyor Metin Cengiz ve insan olmanın ürpertici çağrısını yapıyor: “Sormasın kimse ölümün rengini/ Sunsun ömrünü herkes herkese/ Kendi boynuna taksın düşmanının yerine / Donuk ve duygusuz o ilmiği” Bellek, insan için salt bir anımsama yeteneği değil, ama bir yeniden kurma/ oluşturma olanağıdır. Şiir bu olanağı dilde/ imgelemde deneyimler; bir an için her türlü bilginin, dizgenin, kuramın ve vaadin dışına sekmedir; ancak o sekme anında duyumsanan ahlakî bir kendiliktir. Öteyi ve beriyi yoklayan, orada teselli bekleyeni buradaki merhamete iliştiren dokunuştur. Özgürlük Şiirleri bu anlamda evrensel genişlikte bir ses çadırı örer. Kısaca bu seste oyalanmak gerekiyor. Metin Cengiz, bu şiirlerindeki sesi son dönemde iyice öne almıştır. (Özgürlük Şiirleri 1998 yaz1999 kış döneminde yazılmıştır.) Bu ses, kuramdan inanca çömelen insanî bir duyarlığa adanmıştır. Burada, bilincin seçtiği alanda ahlakî düzeyin altı çizilmektedir. Şiirleri dolanan ses örgüsü, yüklendiği edayla, temelde bir ahlak sistemi olan dinsele aittir. Bu dinselin, kadim zaman inançlarından tek tanrılı dinlere ulanan bir geleneği kastettiğini söylemek bile fazla. Marksizmin bütünüyle bilgisel bir olgu, dahası siyasal iktidarı elde etmeye dönük ve tarihsel zorunlulukla yüklü bir politik seçim olarak kavrandığı bu topraklarda, yeni bir insan inşasının ve bunun gereklerinin ıskalandığı o kavurucu süreçleri dile/ dilde açmak üzere şiirsel söylemin gereksindiği sesin, bir ahlakî tonlamayı içermesi, eleştirel çağrının çan, ezan, tef ve tambur sesleri içinden yükselmesi gerekirdi; gerekir. (Nâzım Hikmet şiirindeki olanağa bu açıdan işaret edip geçiyorum.) Kaldı ki çağdaş şiir etik için bir sıfır noktasıdır ve bu yönüyle de ahlakî bir seçimi içerir. Öte yandan Marksizmin bir etik çağrı olarak da okunabilmesi gereği, hatta zorunluluğu hiç olmazsa Althusser’den bu yana biliniyor. Marksizmin etkileyici söyleminde bilimselliği yanında, insanı kötülüğe zorlayan maddi koşulların eleştirisinin, yani kapitalizmin ahlakî eleştirisinin din metaforları üzerinden çok yalın ve basit önermelere indirgenmesinin, kimi kez doğrudan şiir dizesi olabilecek imgelere el atılmasının çok büyük payı vardır. Öğretinin evrensel ve kalıcı önermeleri, temelde yeni bir insanın inşası ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 989 SAYFA 14