Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Romanda Tarihsel Dönüştürümün Kotları... Gürsel Korat Ne ki bu özürlü tutum, nitelikli yapıtların üstünün örtülmesine, böylece genç sanatçı adaylarının bundan sağlayacağı olumlu etkinin işlevsizleşmesine yol açabiliyor… Yani genç yazar adayları, olumlu değil olumsuz örneklerin etkisi altında kalıyor daha çok… Bakın yazınsal verimlere, tarihselin dönüştürüldüğü romanların değil tarihselin yalnızca düz değiştirildiği kitapların öne çıkarıldığını, ama tarihselin dönüştürüldüğü yapıtlara bir türlü yer açılmadığını görürsünüz… Bütün bu olumsuzluklara karşın, Gürsel Korat, tarihseli dönüştürmeyi başardığı yeni bir romanla karşımıza geliyor: Kalenderiye. GÜRSEL KORAT’IN ROMAN EVRENİNDE KAPADOKYA... Gürsel Korat, eline kil hamur tutuşturulmuş çocuk gibi her kezinde Kapadokya’ya yeni biçimler verip çeşitli yapbozlarla onu yeniden deneyen bir yazar. Roman kahramanlarından birinin anlatımına göre “Kappadokia şehirlerinin en temel özelliği görünmez oluşu…” Bir başka kahramanın, kendi diliyle aktarısına göre ise “Kalenderiye, tüccarların Kappadokia nam ilen zikr olunan yire virdüğü nomostur ve mezkur yirde kalenderin taifesi baş dutar. Ol dervişan özlerine leo manasına ‘Haydar’ deyiptür. Kappadokia anlar iyçün çivilita del gattodur.” (147) Buna göre Kapadokya, Gürsel Korat’ın romanlarında bir coğrafya olduğu denli aynı zamanda ekinsel bir evrenin, bunun yansımalarının, ekonominin, dinin, devletin, sonra insan ırasının, bu doğrultuda zanaatların, öte yandan sınıfsal oluşumlarla ara katmanlar bağlamında ortaya çıkan oluntuların, tutumların, davranışların kadınerkek ilişkilerinin, cinselliğin vb. temele alındığı bir uzam haline de geliyor. Hatta bir büyük yaşama biçimine dönüşüyor bütün bu öğeler, bir harmanlamayla. Gürsel Korat, Kalenderiye’yi farklı yaklaşımlarla ortaçağ dünyası içinde belirgin hareketliliğin yaşandığı bir dönemde üç ayrı bölümle yapılandırıyor. İlk bölüm, 1324’te Taronto’da, ikinci bölüm 1527’de Kayseri’de, üçüncü bölüm ise “belirsiz bir yer ve zaman”da Kapadokya’da geçiyor. Ancak her üç bölümde de gerek oturdukları evrenler yönünden gerekse bu evrene yerleştirilen kahramanlar bağlamında anlatının birbirine giriştiği gözleniyor. Buna tarihsel olgulardaki koşutluk, yaşanan karmaşa, umutsuzluk ortamında insanların çaresizliği gibi öğeler de eklendiğinde yapıtın, romandaki iki yüzyıllık dilimi ayırıcı zaman kesiti olarak aldığı söylenebilir. Bu çerçevede Kapadokya, batısıyla doğusuyla geniş bir coğrafyanın odağına yerleştirilirken yanı sıra bütün kahramanların kendisinden pay aldığı yoğurucu, biçimlendirici bir büyük özneye dönüştürülmüş oluyor. Böylelikle Melamilik, Kalenderilik, Mevlevilik, Kızılbaşlık, tasavvuf, dervişlik vb. söz konusu çağın inanç, kavrayış biçimleriyle bunların birbirine girişmesi hep Kapadokya adlı öznenin kapsayıcılığında gelişerek kendini gösteriyor. Demem o ki, Kapadokya, bir temel kahraman olarak çıkıyor Kalenderiye’de. O halde Kalenderiye romanı, ne denli farklı dillerle ekinlere, toplumsal yapılarla inançlara uzanırsa uzansın, sonuçta hiçbir kopukluğa yol açmadan, birbirinin süreğeni sayılabilecek okuma edimiyle bütünlük sergiliyor. Gürsel Korat bu kez Kapadokya’ya yaklaşımında nasıl, ne tür eğriler çiziyor peki, biraz da buna bakalım… UZAMZAMAN BİLEŞKESİ: SOYUTLAYIMDÖNÜŞTÜRÜM... Güvercine Ağıt, Zaman Yeli’nden elli yıl sonra 1294’te başlıyordu, Kalenderiye’nin ise bu tarihten otuz yıl sonra 1324’te Manzoni’nin aktarılarıyla perde açıyor. Romanlarda izleksel bütünlük kadar uzamzaman bağlamında bir süreğenlik de söz konusu. Markus’un yaptığı Manzoni şerhinin üzerinden bile 170 yıl geçmiş görünüyor. Bu da toplumsal, ekinsel süreğenliğin bir imi. İki farklı elyazmasında anlatılanlar doğudan batıya inançların birbiriyle nasıl bütünlendiğini de gösteriyor bize. Zaman Yeli’ndeki Haydar, roman kahramanı gerçekliğiyle gelmişti önümüze, Güvercine Ağıt’ta söylen kahramanı konumuna yükselmişti. Kalenderiye’de ise Haydarilik olarak kavramlaşıyor iyiden iyiye. Nitekim Leon, Haydar yansıtımları, “çiftaslan”, “güvercin” imgeleri Gürsel Korat’ın, bu söylenlerle nasıl da içlidışlı bir roman kurduğunu ele veriyor. Korat, Kapadokya halklarının söylen yaratmaya dönük olanaklarını, arka plana yayılan toplumsal çalkantıları, altüst oluşlar temelinde yansıtırken buna süreğenlik kadar geçirgenlik de ekliyor. Çeşitli düşünce, inanç, tapınım dizgesi arasında bunları yaşam biçimi haline getirmiş Kapadokya halkları, “tanrı kent” Kapadokya’nın koltuk altında bir arada yaşamayı sürdürebiliyor çünkü. Belki halklardan önce doğu düşüncesinin şaşırtıcı biçimde batıda uç verişine, batıyla çakışabilecek kimi yaklaşımların da apansız bir zamanda doğuda karşımıza çıkışına tanıklık yapmamız bundan kaynaklanıyor. İşte yazarın Kalenderiye’de uzamzaman bileşkesinde giriştiği soyutlayımdönüştürüm yaklaşımı, temelini bu dayanaklardan alıyor denebilir. Gerçekten de romanın önemli kahramanları, sözgelimi Manzoni, Bahri Efendi, İmren Bali, Derviş Yusuf, ötekiler, yalnızca kendilerinin içini doldurup yaşama yaydıkları bir yaklaşımla romanın dokusunu sıkılarken karakter olarak da kendilerini koyuşlarının yanı sıra, yazara karşı sergiledikleri bağımsızlıklarıyla dikkati çekiyorlar. Yazarın hiç mi hiç bu evrene karışmadığı düşünülmemeli. Örneğin romanın bir yerinde Bahri Efendi’nin düşüncesi aktarılırken, “Erkeklerin arzulanan bir varlık olamadıkları bu dünyada hep arzulayıcı olmalarının rakip kadınlar yarattığını bilmenin rehaveti”nden (97) söz ediliyor. Bu rehavetten söz eden kim? Yazarın kendisi elbette… Bu yönde yapıta dağılan örnek çok değil belki, ama az da değil… TARİHSEL DÖNÜŞTÜRÜMDEN KAVRAMSALLAŞTIRMAYA... Değişkeli şerhlerle elden ele geçen kitaplar aracılığıyla, bir kez daha isyanlar ürsel Korat’ın Zaman Yeli (1994) ile Güvercine Ağıt (1999) romanlarını konu aldığım “Kitaplar Adası” yazısının üzerinden beş yıl geçti. Kimi kitapların kapakları bile açılmadan küllendiğini, kimilerinin çoğul sessizlikle karşılandığını, kimilerinin beklenmedik ilgilere gömüldüğünü, kimilerinin de yazarını bile gölgelediğini belirtmiştim bu yazıda. Korat’ın son romanı Kalenderiye de (İletişim, 2008), önceki kitaplarındaki gibi yine tuhaf bir ilgisizlik batağına gömülmüş izlenimi bırakıyor bende. G Görünen köy kılavuz istemiyor; kimi odaklar, sanat ürünlerinin de kapitalist ilişki ağı içinde, halkaların birbirini izlemesine benzer biçimde yerini bulması gerektiğini düşünüyor herhalde. Kitaba yönelik ilgide okurun, eleştirmenin, yazın dergisinin, kitap hakkında yayımlanan yazınsal nitelikli yazının etkisinin görece her geçen gün biraz daha azalışı nasıl yorumlanabilir?.. Ancak sanata, yapıtlara böyle düzayak bakılabileceğini düşünenlerin göz ardı ettiği bir olgu var; insanlık, geçmiş bin yıllar içinde verimlenen nice yapıtı, “klasikleşen” yanıyla günümüzde de yaşatıp dolaştırabiliyorsa eğer, beynini kapitalist ilişkileniş ağına uygun programlayan birinin buna da dikkat etmesi gerekmiyor mu? SAYFA 20 çağının Kapadokya’sına bakıyor Gürsel Korat. Düz değiştirime yine sırtını dönüp ele aldığı tarihselliği dönüştürerek; roman evreni içine dağılan gereçleri uzamzaman bileşkesinde gergefine alıp kişileri, nesneleri, ilişkileri soyutlayımla dönüştürümün imbiğinden geçirerek… Gerçekten de yazar, dönemin değerlerine yönelik tartışıya girişip bunlardan birini, birilerini öne çekmek yerine bu kavrayışlar üzerine düşünce üretilmesini sağlıyor daha çok. Kalenderiye’nin, roman evreni içinde “Anadolu birliği” ya da “dirliği”, “düzeni” sorunsalına yer açtığı öngörülebilir aynı zamanda. Bu açıdan Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal İsyan (196668), Kemal Tahir’in Devlet Ana (1967) adlı romanlarıyla birlikte değerlendirilebilir yapıt. Gürsel Korat, Anadolu’daki ya da başka diyarlardaki, diyelim Girit’teki İtalya’daki, Yunanistan’daki birliğin sağlanışında “erk” olarak paranın nasıl etkin rol oynadığını gösteriyor bize. Hangi ellerde toplanıyorsa, hangi güçler tarafından hangi amaç doğrultusunda kullanılıyorsa bu yönde bir ağırlık koyuyor para. Sonra “zaman”, Gürsel Korat’ın sorunsal boyutunda romanlarına taşıdığı önemli bir kavram. Denilebilir ki o, zamanı Kapadokya uzamıyla birlikte, hem coğrafya hem zaman olarak yoğurup birbirine karıyor. Zaman, bir an bile peşini bırakmıyor yazarın. Bu doğal, çünkü o, düşteki gibi durmadan değişen değil, değişmeyen bir uzam arayışına dayanıyor zaman konusunda. Yazarın Manzoni aracılığıyla aktardığı, “İnsan bebekliğini, gençliğini, yani geçmişteki tüm hallerini ölüyor” (71) sözü bu bağlamda bir yer buluyor kendine. Hristo ise babasının ardından sayıklıyor âdeta: “Zaman bilinen şeylerin belleklerden silinmesidir. Zaman bilinen varlığın bilinmez oluşudur.” (75) Gürsel Korat, kavramsallık için ilk aşamada ortaçağ havasını yeniden kurmaya yöneliyor. İki yüzyıl boyunca doğuyla batıyı birbirine ilmeklerken okurun bir serüvenin sürükleyiciliğinde boğulmasına da izin vermiyor. Bundan tam olarak kendini kurtarabildiği düşünülemez elbette yazarın. Çünkü yer yer Michel Zévaco’nun Pardayanlar dizisindekine benzer biçimde, okurun kimi özdeşleşme tuzaklarına düşebileceği bölümcelerle de karşılaşılıyor. Pardayanların yerini ise dervişler alıyor romanda. Ancak bütün bunlar, yapıtın kavramsallaşmaya yönelik yaklaşımında bir engelleyici olarak çıkmıyor yine de karşımıza. Sözgelimi bilgelikler denli aforizmalarla, ahlaksal öğüt, sofistik safsata türünde fragmentlerle örüntülendiği izlenimi bırakan anlatılar gizeme doğru bizi kışkırtıp kamçılayan bir işlev görüyor. Yazar, roman evrenine yönelik müdahaleyi sürdürdüğü halde, üstelik bunlar romanı sürekli engebeli bir düzlemde tutarken yine kavramsallaştırılıyor roman bana göre. Bu arada yazarın gerek Türkmen Türkçesi açılımında gerekse bu dilin batılılar tarafından Latin abecesine aktarımı sonucu ortaya çıkan ilginç yazılımda sergilediği başarı üzerinde ne denli durulsa yeridir. Bu başarısıyla Korat, çok zengin bir evrenin kapısını da aralıyor okur için. Öte yandan gizli bir “kadınlar kitabı” olarak okunabildiğini de belirteyim yapıtın. Sonuçta yazarın, tarihsel dönüştürümden kavramlaştırmaya yöneliş sürecinde yaslandığı kotlar iyice ortaya çıkıyor romanda. Örneğin Kalenderiye, inançlarla bu inançların yaşama geçirilişinin, yayılışının para olgusuyla nasıl iç içe olduğunu, paranın toparlanışıyla elden çıkışı açısından inançlar arasında doğrudan bağlantı kurulabildiğini, bunun derin altüst oluşa yol açtığını gösteriyor bize. Parayla parasızlık, inancın, tapınımın, isyanın gizli kotları demek ki. Bu ilişki Kapadokya’nın yüzyıllara dağılan toplumsal tarihinde görüldüğü üzere Anadolu’nun, öteki yurtların dirliğinde en büyük rolü üstleniyor. Kalenderiye, bu kotları göstermesi bağlamında da gerek içerikçe gerekse biçemce üzerinde durulması gereken önemli bir roman. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 988