Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
...KISA KISA... Ë Aslı SOLAKOĞLU Kumdan Kitap ir kum tanesi varmış, bir kum tanesi yokmuş… Malımülkü haraç mezat satılan ülkenin serin rüzgârıyla havalanan bu kum tanesi kendini yollara vurmuş. Az gitmiş, uz gitmiş… Pek çok şantiyeye uğramış, pek çok işgale tanık olmuş. Geçtiği sokakların özgür ruhu sinmiş üzerine önce. Sonra gözüne kaçtığı vatandaşların aklını, hırsını, şaşkınlığını, kaderciliğini, neşesini, kinini kısaca hayatı koymuş cebine. Nihayet üzerinden uçtuğu bağımlıbağımsız gazete haberlerinin maskelerini almış yanına. En son geldiği şehri İstanbul’da bu tuhaf bileşkeyle büyümüş kum tanesi. Kimi yerde patavatsız bir gökdelene, kimi yerde kıskanç bir gecekonduya dönüşmüş. Kum tanesinin dediği gibi, şehir de şehirmiş ama: “Öyle ya şehir dediğiniz –yukarıdan bakıldığındahızla hareket etmeyi deneyen ama bir türlü sonuç elde edemeyen böceklerin birbirleriyle sarılmasına, birbirinin üzerine çıkıp oynaşmasına benzemektedir. Öyle ya şehir dediğiniz –içeriden bakıldığında hayatta kalabilme stratejileri üretmektir.” Kimi zaman karıldığı harçların kıyısında beklemiş, kimi zaman tozu alınan bir müteahhit masasında unutulmuş, kimi zaman paranın üzerine konan bir toz tanesi olmuş, kimi zaman boğaz kıyısında ülkenin en cazip arsasına dadanan çetelerin arasından toz olup uçmuş. Uçmuş, ama işbu uçuş hep bir tozutmayla noktalanmış. Şöyle demiş bir yerde: “Neye benzetirseniz benzetin, nasıl tasarlarsanız tasarlayın, nereden bakarsanız bakın, kaça satarsanız satın; bu şehir, bu toprak, bu dünya bir şantiyeye dönüşüyor eninde sonunda.” Başka bir yerde ise gür sesiyle haykırmış: “‘Hepimiz dünyalıyız’ diye açıklanamaz, onca toplumsal ayrımlar belirdiyse ülkeler arasında. Haklı çıkarılamaz hiçbir şekilde arzın arz edilmesi ‘yabancılar’a. Haklı gösterilemez hiçbir şekilde, arzın ırzına geçilmesi ‘yabancı’larca.” İşte bu tozutmanın mührüymüş Kumdan Kitap. Gördüklerini, yaşadıklarını anlatmış kum tanesi. Taksi şoförlerinden, genel yayın yönetmenlerine kadar tanıştığı her çeşit vatandaşın ağzıyla tükürmüş çamura, çamurdan kendine. Çivisi çıkmış sistemin içinde, kızgın ve kırgın bir üreten olarak anlatmış her şeyi. Bu anlatının künyesinde kitabın tü B rü, mizahdeneme olarak tanımlanmış. Sayfalarda ilerledikçe okur da anlamış ki, kum tanesi kuru kuru anlatmamış. Kırbaç gibi diliyle akılları vurmuş, yılan gibi sokmuş ve aslında yarattığı ironik atmosfer, yaptığı göndermeler, verdiği örneklemeler, kendini alaya alan üslubu ile mizahın yakıcı üstünlüğünü kullanmış, ispatlamış. Öyle ya, mizah her yerde yeşerebilen bir bitki çeşidi değilmiş. Nadide bir çiçekmiş. Dünyanın ağladığı evrensel acıların da ilerisinde, özel bir coğrafyanın gülümsediği ama içten içe de yandığı yerel musibetlerden filiz verirmiş. O çiçek, çelişkilerin çatıştığı son durakta açarmış. Ali Mert de böyle yapmış, yani böyle yazmış. İstanbul özelinde memleketi, dünyayı sığdırmış sayfalarına. Medya hikâyelerinden yola çıkmış. Medya doğru, İstanbul ise güzel bahane elbette; ama aslında kum tanesinin gözünden sistemi sorgulamış, kırbaçlamış. Demiş ki: “Peki kimim ki ben, böyle devekuşlarına bile direnen? Kum saatinde bir saniye… Arazideyim ben. Yerin altında, üstünde, içinde, her yerinde. Gördüklerim karşısında ürpermekteyim bir de. Taşmış dünya, sığmamış içine. Kıvranıp duruyor kendi kendine. Hayat gibi, kıvam meselesi olarak alınabilir toprağın şekillenmesi de.” O anlattıkça okuyan da, bu küçük kum tanesinin objektifiyle irkilmiş bir kez daha. Örneğin: “Taşların mülkiyeti mi değişiyor yoksa? Hani basit bir çakıl taşı ticareti gibi değil de, bütün bütün coğrafyayı, coğrafyanın çizgilerini değiştirecek şekilde? Büyük paylaşımların cetvelle çizilmiş haritalarının peşinde, peşin peşin, hükmünü veriyor medya: ‘Taşın mülkiyeti mi dediniz, hiç olabilir mi öyle bir şey bu devirde?’ ” Bahsettiğimiz bu kum tanesi, adını verdiği kitabın, Kumdan Kitap’ın başkahramanı olmuş böylece ve Ali Mert, Çöpten Kitap’tan sonra, ikinci adım olarak Kumdan Kitap’la üçlemesinde ilerlemiş. Kitabın girişinde ise, üçlemenin son basamağının Boktan Kitap olacağı müjdesini vermiş okurlara; aslında dünyadaki tüm çöplere ve kum tanelerine… Biz de beklermişiz, zaten boyumuzca batmış olarak. Bir kum tanesi varmış, bir kum tanesi yokmuş… Anlaşılacağı gibi, aslında kum tanesi memleketin etrafında dönmüyormuş. Aksine memleket, bir kum tanesi etrafında savrulmaktaymış. ? Kumdan Kitap / Bitişik Şehir ve Medya Hikâyeleri/ Ali Mert/ Yordam Kitap/ Ekim 2008/ 240 s. Ali Mert CUMHURİYET KİTAP SAYI 988 SAYFA 19