Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Halk Hikâyeleri dizisinin yeni kitapları Herkese çizgi masal Turkuvaz Kitap, halk hikâyelerinin çağdaş uyarlamalarını yayımlamaya devam ediyor. Yayınevinin Halk Hikâyeleri dizisinden okura sunduğu iki yeni kitap var: Osman Şahin’in kaleme aldığı Saçlı Yılan ile Selvihan ve Turgay Fişekçi’nin yazdığı Leylâ ile Mecnun. Ë Müge KARAHAN denyazımına vesile olmak üzere bir dizi oluşturan Turkuvaz Kitap’ın imzasıyla bu diziye yazılan önsözde böylesi ince noktaların göz önünde bulundurulması, dikkat çekici ve okur açısından motive edici. Örneğin, Leylâ ile Mecnun’un arka kapak yazısında, hikâyenin eski bir Arap söylencesine dayandığı ve Türk ve İran edebiyatına yerleştiği not düşülerek unutturulmamış. Bir saz eşliğinde aktarıldığı özellikle vurgulanan halk hikâyeleri bu yeni dizide de Cem Kızıltuğ’un kaleminden resimler/çizimler eşliğinde yayımlanmış. Dizinin önsözünde, bir büyük ustanın da ismi anılıyor: Pek çoğumuz için halk hikâyelerinin ilk yazarı, ilk ağzı olan Yaşar Kemal. Üç Anadolu Efsanesi’ni, Çakırcalı Efe’yi onun her yaşa yönelen kaleminden okuyanlar, hikâyelerin tadını iyi alan şanslı okurlardır. Yaşar Kemal gibi ustalara saygının gerektirdiği titizlikle ve halk hikâyelerinin ağırlığının verdiği sorumlulukla, Turgay Fişekçi (Leylâ ile Mecnun) ve Osman Şahin (Saçlı Yılan ile Selvihan) de hikâyeleri beceriyle tatlandırmışlar. Turgay Fişekçi’nin kalemiyle allanıp pullanan Leylâ ile Mecnun, dizinin en bildik hikâyelerinden, ancak işin doğrusu benim gibi bu hikâyeyi aslı astarıyla bilmekten ziyade yalnızca duymakla kaldığını fark eden pek çok okur da çıkacaktır. Osman Şahin’in yeniden yazdığı hikâye, Saçlı Yılan ile Selvihan ise bazı okurlar için bir ilk karşılaşma olabilir. AVARE ÖLÜM, SONSUZ KÖTÜLÜK İLAHI AŞK Aslında, Saçlı Yılan ile Selvihan’da yalnızca gür saçlı Yörük gelini Selvihan ile saçlı yılanın değil, aynı zamanda Deli Selim’in de hikâyesi anlatılmaktadır. Bu üç kişilik hikâyedeki saçlı yılanın, efsanevi kahraman Şahmaran’ın soyuna dayandığını öğreniriz. Resimleriyle duvarları süsleyen, yılanların başı Şahmaran’ın hikâyesi, insanın kötülüklerini yılana mal ettiğini ve dolayısıyla da insanın özünde kötü bir yaratık olduğunu duyuran ve bunun üzerinden dersler çıkaran bir hikâyedir. Bu bağlamda, her iki hikâyenin ders çıkarma ya da öğüt verme hususunda benzeştiği söylenebilir. Leylâ ile Mecnun’da kahramanların kendi aralarındaki konuşmalarıyla ve anlatıcının yorumları aracılığıyla aktarılan öğütler, yılanlı hikâyede daha çok anlatan aracılığıyla veya kahramanların içsesleriyle satırlara düşmüştür. Leylâ’nın sevgisiyle Mecnun’a dönen Kays’ın aşkını anlatan ilk hikâyede, bir tür nasihate dönüşen en önemli vurgu; bu dünyanın gelip geçiciliği ve insanın ölümlülüğüdür. Turgay Fişekçi masala yatkın kalemiyle dünyadaki misafirliğimizi hatırlatır her fırsatta: “Bu dünya bir rüya ve hayal imiş. Bir bakmışsın var, bir bakmışsın yok!” Ölümlülük ve ölüm mevzusu; Saçlı Yılan ile Selvihan’da da Deli Selim’in hikâyesi üzerinden vurgulanmıştır. Hikâyenin ilk kahramanı olarak tanıdığımız Deli Selim’in ölümü arayışını, ölüme kafa tutuşunu izleriz en başta. Güçlü kuvvetli ancak aklı kıt olan Selim, bundan ötürü deli olarak anılmaktadır ve “babasından miras kalmış korkaklık” lakabından kurtulmak için her türlü aklı evvelliği yapacak ve korkusuzluğunun ispatı olarak ölümün peşine düşüp bulduğu yerde ona kafa tutmaya niyetlenecektir. Hikâyenin bu ilk bölümünde yollarda dolanan Selim’in görüp yaşadığı ilginç şeyler konu edilir ki bu da bir başka ortaklığı hatırlatır. Her iki hikâyenin de bir kısmı, hele ki Leylâ ile Mecnun’un neredeyse tamamı yollarda ilerlemektedir. Arayış, hareketlilik ve yolculuk hali hiç bitmez. Deli Selim’in ölümü araması gibi Kays da kendisini Mecnuna döndüren Leylâ için daha doğrusu aşkı için deli olup yollara düşmüştür. Yolların ikinci kahramanı Deli Selim’in karşısına çıkan ve “Benim için önemli olan yolda olmaktır” diyen bir köylü, bu durumu açıklıkla ortaya koyar; “Nereye varacağını bilen kimse var mı? Mesela sen biliyor musun nereye varacağını? Boş ver. Yol kimseye bir şey söylemez.” Hikâyelerin dua gibi akan dilini, dinsel çağrışımları, inançlardan ve inanışlardan sıklıkla dem vurduğunu ilk bakışta fark etmek mümkün. Özellikle Turgay Fişekçi’nin Leylâ ile Mecnun’unda şiire çevirdiği yakarışlar, aşkı ilahileştiren ifadeler, düzyazı şiir tadındaki methiyeler ve arayışlar; dini bir metni çağrıştırmaktadır. Leylâ ile Mecnun hikâyesinin belki de en bildik yorumu tasavvuf düşüncesine, ilahi bir aşk fikrine varır ki Fişekçi’nin yazdığı haliyle de hikâye bu mistik vurguyu yakalamıştır: “Gökyüzünün sonsuz yıldızlarla donandığı bir gece Mecnun, gökyüzüne bakıp şaşakaldı: Ay, gelinlik giymiş gibi yıldızlardan incilerle donanmıştı. Göklerin hekimi, gökyüzü tarlasında yetiştirdiği beyaz mor çiçekli haşhaşları çizmiş, akıttığı damlalardan afyon macunu hazırlamıştı.” Böylece uzayıp giden ve düzyazı şiiri andıran cümlelerin ardından okur yine bir yakarışla ya da yeni bir haberle karşılaşır. Hikâyenin sonunda, Leylâ’nın mezarı üstünde can veren Mecnun’u onun yanına gömerler ve son sözde yazar finali şöyle aktarır: “Böylece ruh ruha sırdaş, ten tenle arkadaş oldu.” Osman Şahin’in yeniden yazımı ise iyilik/kötülük gibi kavramlar ve şeytana, insana, yılana dair söylenceler ve inanışlarla bezenmiş olsa da çağdaş bir dil tutturmaya da yaklaşmıştır. Özellikle Deli Selim’in hikâyeleştirildiği bölümde yazar, psikolojik kavramlar kullanmaktan kaçınmayarak anlatıyı çağdaş bir biçime ucundan da olsa değdirir; Deli Selim’in babasının korkaklığından bahsederken: “Babası çocukluğunda ağır bir travma mı geçirmişti?” diye sormasının yanı sıra Selim’in korkusuzluğunu anlattığı cümlelerden birinde de savunma içgüdüsü gibi kavramlar kullanır. Ancak bunun yanında soyu Şahmaran’a yani yılanların başına/sultanına dayanan ve bize Şahmaran efsanesini de dinleme fırsatı sunan saçlı yılanın hikâyesi; tekerle R omanın doğuşunun “bizde”, Batı’dakinden farklı bir süreç izlediğini pek çok okur, eleştirmen ve yazar tekrarlıyor. Bunu tekrarlarken dile gelen bir şey daha var: “bizde”ki halk hikâyeleri. Edebiyatımızı beslediği söylenen, pek çok metne ilham veren, “dillere destan” olan, gelenekleşen, yayılan ve unutulmayan halk hikâyelerinin her birinin, pek çok farklı yazımı ve anlatımı var. Dolayısıyla “Türk edebiyatı”nın kökenine inerken ya da herhangi bir edebiyat eserinden bahsederken halk hikâyelerinden birini, işimize gelen bir tarafından tutup çekiştirebiliriz. Öyle ki toplumsal bir proje olarak modernleşmenin yarattığı kopuşa rağmen halk hikâyelerinin sahiplenilmesi, Anadolu’nun “kaynaşmış, mozaik” yapısının ispatı olarak önümüze sürülmesi ve esin olmaya devam etmesi de bundan. Ancak ulusal bir edebiyat kanonu oluşturup oluşturamadığımız ya da bunun için geç kaldığımız söylemini göz önüne alırsak, halk hikâyeleri için bir “uydurma operasyonu” gerektiği ortaya çıkar. Örneğin, ulusal kanon mevzusunu tartıştığı yazısında Orhan Tekelioğlu, Hacivat ile Karagöz’ün “Türkleştirilmesine” değinmiştir. Halk hikâyelerinin bir kez daha, yeni Osman Şahin me gibi, masal gibi akmaktadır: “Şahmaran insan soyuna, sonsuz yaşam otu ile sonsuz yaşam suyunu bulmuş getirmişti. Buna karşın insan soyu Şahmaran’ı öldürmüş, etini ilaç olarak padişahlara yedirmişti. Böyle bilinir, böyle anlatılırdı. Akla hayale gelmeyen belalar ve kötülüklerle, insanlar bu iyilik ve barış soyu Şahmaran’ı öldürmüşlerdi. Bununla da yetinmemişler, kendi içlerinde var olan bin türlü kötülükleri ve şeytanlıkları da yılan soyunun üstüne atarak, kendini temize çıkarmaya çalışmışlardı.” SÖYLENCE DİLİ Şahmaran’ın hikâyesi pek çok kimse için az çok tanıdıktır çünkü yılan soyu hakkında anlatılanlar bir şekilde kulaktan kulağa geçmiş, edebiyatın içine düşmüş, resimlerle evlerin duvarlarına çakılmıştır. Yılanların, sultanları Şahmaran’ı öldüren insan evladından öç alacağı rivayet edilir. Deli Selim’den ve Selvihan’dan saçlı yılana geçen Osman Şahin, işte hikâyenin bu bölümlerinde bir hurafe ve söylence dili tutturmuştur; yılanlarla ilgili inanışları da yakaladığı bu hurafe diliyle anlatmaya koyulmuştur: “Toprağın derinliklerine sessizce, su gibi akar giderdi yılanlar. (…) Gizemli yeraltlarının belleği olurlardı böylece. Toprağın üstüne düşen küçücük bir yağmur damlasının sesini duyarlardı. ‘Yerin kulağı var’ sözü belki de oradan kalmaydı.” Fişekçi’nin methiyeler düzüp yakarışta bulunduğu düzyazı şiirli ve şiirli anlatısının halk hikâyelerine yakınlığı kadar, Şahin’in bu masal diline sokulup uzaklaşmaları da dizinin çeşitliliği açısından oldukça olumlu. Kalemlerin ustalığı sayesinde hiçbir yeni deneme, yeni biçim; okuru rahatsız edecek acemilikte ve çiğlikte kalmamış, hikâyeler bir nefeste okunacak kadar cana/bize yakın ve ilgi çekici. Leylâ ile Mecnun’un hikâyesi dizideki diğer aşk hikâyeleri için heves uyandırırken Saçlı Yılan ile Selvihan ise aynı dizide yer alan Şahmaran hikâyesini, aslını astarını öğrenmek isteyen okurun okunacaklar listesine katıveriyor. ? Saçlı Yılan ile Selvihan/ Osman Şahin/ Turkuvaz Kitap/ 96 s. Leylâ ile Mecnun/ Turgay Fişekçi/ Turkuvaz Kitap/ 92 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 988 Turgay Fişekçi SAYFA 10