Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Medine Sivri’den “Paul Eluard ve Nâzım Hikmet’te Renklerin Dili” ‘Eluard’ın ruh ikizi Nâzım...’ Medine Sivri’nin ‘Paul Eluard ve Nâzım Hikmet’te Renklerin Dili’ adlı kitabı karşılaştırmalı edebiyatımız bağlamında iyi hazırlanmış bir kitap. Sivri bizlere Nâzım Hikmet ve Paul Eluard’ın şiirlerinde renk kullanımlarına ilişkin karşılaştırmalı bir inceleme sunuyor. Medine Sivri’yle kitabını konuştuk... gerçekçi yan hem de yaratıcılık, şiirsel yeti ve zenginlik noktasında gerçeküstücü bir yan olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu iki özellik aslında onların yaşama bakışlarında, sanatı ve toplumu algılayışlarında, şiirlerinde her zaman vardı. Bu nedenle Paul Eluard ile Nâzım Hikmet arasında bu anlamda bir karşıtlıktan söz edilemez. Ancak şiirlerindeki renk kullanımlarında, dünya görüşlerinden ve felsefelerinden kaynaklanan bir karşıtlıktan söz edilebilir, bu da onları ortak noktada buluşturan bir karşıtlıktır. Diyalektik materyalist bir felsefeden beslenen ve dünyaya eşitlikçi, paylaşımcı ve özgürlükçü bir pencereden bakan her iki şair de doğal olarak renk kullanımlarında bilinçsiz de olsa aynı noktada buluşmuşlardır. Her ikisinin de en çok kullandığı renk siyah ve beyaz çıkmıştır. Her şeyin siyah ve beyaz gibi kesin çizgilerle ayrıldığı, ideolojilerin taban tabana zıt olarak serpilip geliştiği (anamalcı toplum yapısı ile toplumcu gerçekçi toplum anlayışı), haklı ve haksız savaşların bir arada yaşandığı bir dönemde yaşayan bu şairler, doğal olarak toplumun aynası olan edebiyat aracılığıyla dertlerini aynı keskinlikte dile getirmişlerdir. Ayrıca bunun felsefi boyutunda zıtlıkların doğurduğu değişim ve dönüşüm düşüncesi de vardır. Değişim ve dönüşümlere gebe bir dönemde bu anlayışla fikirlerini ortaya koymak son derece doğaldır. Aynı şiirsel öğede onları buluşturan da ortak duyarlılıkları ve yaşamı algılama biçimleridir. AYDINLIK VE KARANLIK Dilerseniz örneklendirin, daha iyi olur sanıyorum. Siyah ve beyaz renkleri ile ‘aydınlık’ ve ‘karanlık’ kavramları düşünsel, siyasal açıdan her ikisinde de nasıl serpiliyor? Örneğin, Paul Eluard’ın savaşlardan kan ağlayan İspanya’sı şöyledir; “Bir türkü tutturmuş gider/ En güzel gözleri dünyanın/ Bilirim görmek ister bu gözler/ Mahpushane duvarlarından ötesini/ Mosmor gözkapaklarından ötesini… Demir parmaklıkları hücrelerin/ Söyler hürriyetin türküsünü/ Öylesine yayılır gider bu türkü/ Gider kızgın güneşler altında/ İnsancıl yollar boyunca gider/ Gider kasırgalar gibi… Yitirip bulmak hayatı/ Bulmak yeniden geceleri gündüzleri/ Mahpuslar sürgünler bilirim ben/ Bilirim karanlıkta sizi besleyeni/ Bir ateştir sabahı getirir/ Getirir serinlikleri çiğdemleri… O ateş zaferdir zafer/ Zaferin tadıdır tadı.” Şairin işgal ve savaş karşısındaki duyarlılığı öylesine yoğundur ki, orada ölen kardeşleri için, işkence görenler için hürriyetin şarkısını söyler durmaksızın. Gelecek güzel günlere inançlarını yitirmemeleri için yakılmıştır buradaki ateş. Diğer bir İspanya’da adlı şiirinde “hürriyetin ağacını” diker şair; “Kan rengi bir ağaç varsa İspanya’da/ Hürriyet ağacıdır… Susmayan bir ağız varsa İspanya’da/ Hürriyeti haykırır… Bir bardak saf şarap varsa İspanya’da/ Milletin olmalıdır.” Nâzım Hikmet Kablettarih adlı şiirinde bu karanlık döneme şöyle dikkat çekmektedir; “Çok uzaklardan geliyoruz/ çok uzaklardan… Yine fakat/ geniş kalçalı genç bir ananın/ gergin gebe karnı gibi doğurucudur/ mataralarımızda çalkalanan su… Çok uzaklardan geliyoruz… Tütüyor yanık bir et kokusu/ çizmelerimizin köselesinden… Ürkerek/ adımlarımızın sesinden/ kanlı karanlık yıllar/ kanatlı bir hayvan gibi havalanıyor… Ve karanlıklarda yanıyor/ en önde gidenin/ ateş bir ok gibi gerilen kolu…” Bu yoğun yaşama ve insan sevgisi, şairde öyle bir irade doğurur ki, acı ne kadar büyük olursa olsun, karanlıklar ne kadar derin olursa olsun, çözüm yolunu aydınlatacak ışık daha güçlü olarak bu karanlıklardan doğacaktır. Hikmet, Yatar Bursa Kalesi’nde bu ümidi şöyle dillendirir; “Hapislerde geçen on beş sene arkamda,/ önümde daha on yedi yıl./ Bir bayrak dalgalanır kafamda:/ kan gibi kızıl./ Bir kadın severim:/ süt gibi beyaz./ Bir şarkı söylerim:/ bütün fidanlardan ümitli./ Şarkımda kavgası, kederi, sevinci insanlarımın/ ve elimde kadınımın elime dokunmayan eli…” Şairin kafasında dalgalanan simgesel kızıl bayrak, komünizmin, sosyalizmin, insanlığı kurtaracak devrimin bayrağıdır. Bu mücadelede kutsadığı kişi, en büyük destekçisi ve yaşam arkadaşı eşi, süt gibi kutsal, temiz, beyaz, pırıl pırıl ve besleyici ana olarak yerini almaktadır. Düşleminde yarattığı bu kurgusal uzamda, kadınının varlığını bilmek yeterlidir; eline, bedenine dokunamasa da. Bayrağın kan gibi kızıl olmasının nedeni de; bu devrimin kanla, canla, bedel ödeyerek elde edilmesindendir. Çünkü şaire göre, anamalcılık ve sömürgecilik denilen dünyadaki canavar, kandan ve sömürüden beslenmektedir; elbette yerini kolay teslim etmeyecektir. Dökebildiği kadar kan dökecek, semirilebildiği kadar sömürecektir. Ancak şairin duyarlı yüreği, gören gözü buna tepkisiz kalmayacak, yüreği ve dili susmayacaktır. Dünyada yaşanan tüm bu olumsuzluklara rağmen, insanlık sevgisinden asla vazgeçmeyen Paul Eluard ve onun ruh ikizi diyebileceğimiz Nâzım Hikmet, karanlığın ortasında aydınlığın tohumlarını yeşertmeyi başarmış iki direngen şairdir. Bu direngenlik ruhunda, Anadolu Nâzım Hikmet için, Parisde Eluard için bir direniş sembolü haline gelmiştir. Hikmet, özellikle Kurtuluş Savaşı Destanı’nı, Memleketimden İnsan Manzaraları’nda ve Kuvayı Milliye Destanı’nda dile getirirken; Eluardda Acının Başkenti, Alman Buluşması, Doğal Akış, Siyasi Şiirler’de dile getirmiştir. Aslında her ikisinin şiirlerinin genelinde, anamalcı ve sömürgeci bir toplum düzeni ne karşı çıkış buluşulan en büyük ortak noktadır. Onları ruh ikizi haline getiren de, bu diyalektik materyalist yaşam felsefeleri ve ideolojileridir. Kitabınızın ‘Karşılaştırmalı Edebiyat’ Alanı için oldukça önemli bir kaynak ve özgün bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Sizce kitabınızın bu alana katkısı nedir ve özgünlüğü nereden kaynaklanmaktadır? Türkiye’de karşılaştırmalı edebiyat alanında çok fazla sayıda bilimsel yapıt olmadığını göz önünde bulundurunca, bu çalışma hem içeriğiyle, konusuyla hem de bilimsel çalışma yöntemiyle bu alanda çalışacak olanlara uygulamalı bir örnek teşkil etmektedir. Öncelikli olarak uygulamalı olmasının alana katkısı dikkate değerdir. Daha önce şiir alanında buna benzer hiç bu tür karşılaştırmalı bir çalışma yapılmamıştır. Farklı iki ulustan iki şairin, hem de çok spesifik bir konuda karşılaştırılması ve bu yolla kültürlerin bazı değerleri algılama ve uygulama biçimleri, bunun özelde edebiyat dilinde iki şairde nasıl kullanıldığının ortaya konulmaya çalışılması, oldukça ilginç sonuçlara ulaşılması özgün olmasına katkıda bulunuyor. Belki çok özel olan şiir dilinde ilk kez renkler açısından dil kullanımı irdelemek ve şairlerin şiirlerinin özüne inmeye çalışmak, onların dil varlıklarını çözmede yeni bir çalışma alanı başlatılmasına da neden olabilir. ALIŞILMADIK KULLANIMLAR Zaman zaman renk kullanımlarında, renklerin değişmece ve eğretilemelerde anlamlarının genişlediğini görüyoruz. Nâzım Hikmet ve Paul Eluard’ın şiirlerinde, renklerin uç kullanımlarına, alışılmadık kullanımlarına ilişkin ne düşünüyorsunuz? Renklerin alışılmadık bir şekilde kullanımı zaten onların şiirlerini ve şiir dillerini ayrıcalıklı kılan en önemli ayrıntı bence. Bu uç kullanımlar ve söz sanatlarının çeşitli türlerinden yararlanmak şairlere etkili bir söylem gerçekleştirmelerinde çok önemli bir destek oluşturmakta. Cemal Süreya’nın da ifadesiyle “şairin evreni dildir”. Şiir dili aracılığı ile şair olanı farklı bir biçimde ve daha öz bir şekilde ifade eder. Zihnimizde, çağrışımlar yoluyla olandan başka bir şey düşünmemizi sağlar ve bunu da zaman zaman alışılmışın dışında yapar. Yani, daha önce hiç söylenmemiş yepyeni bir tarzda söyleyerek yeni bir yaratı gerçekleştirir. Öyleyse şairin neyi nasıl söylediği, özellikle üzerinde durulması gereken dikkate değer bir ayrıntıdır. Gerçeküstücülüğün en önemli temsilcilerinden biri olan ve resimle ve ressamlarla çok yakından ilgili olan Paul Eluard’ın, renkleri alışılmışın dışında kullanması ve bunu şiir dilinde farklı bir söyleme dönüştürmesi son derece doğaldır. Ressam bir anneyle ve resim yapma tutkusuyla iç içe büyüyen Nâzım Hikmet’in de, resimle ve ressamlarla çok yakından ilgili olması ve bu dönemleri çok iyi takip etmesi, renkler açısından ayrı bir hassasiyete sahip olduğunun bir göstergesidir. Her ne kadar Nâzım Hikmet’in şiiri gerçeküstücü çizgide yer almasa da, şiirinde kullandığı alışılmadık bağdaştırmalarla ve olağandışı benzetmelerle dönüştürücü bir öğe olarak renklerden yararlandığı görülür. Zaten şiirlerinde kullandığı renk çeşitliliği ve yoğunluğu da bunun en somut kanıtıdır. Örneğin, Nâzım Hikmet’in “Saçları saman sarısı kirpikleri mavi karım benim” adlı dizesi ya da Eluard’ın Perde adlı şiirinde “Alnı kinle mavi düşünen” dizesi gibi ya da Aşk Şiir ’de “Portakal gibi mavi dünya” dizesinde olduğu gibi; “mavi portakal, mavi kirpik” alışılmışın dışında ve bize garip bir kullanım gibi gelebilmekte, ancak zihinde yepyeni bir tasarım doğurmakta; portakalın yuvarlaklığı ile dünyanın maviliği, sevgilinin kirpikleriyle mavi rengi bir araya gelerek bu şaşırtıcı, ancak son derece çağrıştırıcı imgeleri ortaya çıkarmaktadır. ? Ë Necmi SELAMET kademik ortamda bile ‘Karşılaştırmalı Edebiyat’ımızın gelişme süreci içinde olduğunu söylemek yanlış mı sizce? Günümüz Fransız edebiyatının bu alanda ileride olduğu söylenebilir mi? Hayır, yanlış değil hatta son derece yerinde bir tespit. Gelişmenin başlangıç sürecinde de diyebiliriz. Çünkü Türkiye’de ‘Karşılaştırmalı Edebiyat’ özgün bir çalışma alanı olarak ortaya çıkalı ne yazık ki çok uzun bir zaman olmadı. Bireysel olarak üniversitelerin ‘Doğu Dilleri’ ve özellikle de ‘Batı Dilleri ve Edebiyatları’ bölümlerinde kimi hocalar bu alanla ilgili yüksek lisans tez çalışmaları yaptırmaktaydılar ya da bu alanla ilgili makaleler yazmaktaydılar (Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi’nde). Ancak, üniversitelerin çatısı altında akademik bir disiplin olarak faaliyete geçeli henüz on yıl oldu ve yalnızca iki üniversitede lisans ve yüksek lisans düzeyinde çalışmalarını sürdürmektedir. İlk olarak 1998 yılında özel İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde açılan Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, lisans düzeyinde bir devlet üniversitesinin çatısı altında ilk kez Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde 2000 yılında faaliyete geçti. Daha sonra yüksek lisans düzeyinde hizmet vermeye başladı ve doktora açılması için de çalışmalarını sürdürmekte. Bu alanda ne yazık ki Türkiye’de yazınsal anlamda çok fazla ürün yok, kuramsal ve uygulamalı olarak anılabilecek eserlerin toplamı parmak sayısını geçmeyecek kadar az. Fransa’da durum elbette bizdekinden çok farklı çünkü karşılaştırmalı edebiyatın doğum yeri Fransa’dır. Yaklaşık yüz elli iki yüz yıldır karşılaştırmalı edebiyat bir disiplin olarak varlığını sürdürmektedir. Hatta Amerikan ve Alman ekolünün doğuş kaynağı da Fransız ekolüdür. Toplumsal olaylara benzer tavır ve duyarlılık geliştiren iki şair. Birisi toplumcu gerçekçi, diğeri gerçeküstücü. Bu karşıtlık genel olarak renk kullanımında nasıl buluşuyor? Tam da sizin belirlediğiniz gibi, birçok noktada tavır ve duyarlılıkları ortak olan bu şairleri aslında kesin bir akımın içine dahil etmek zordur. Yani biri toplumcu gerçekçi diğeri gerçeküstücü diyemeyiz. Çünkü her iki şairin de yazınsal yaşamlarında belli dönemlerden geçtiklerini söyleyebiliriz. Paul Eluard’ın gerçeküstücü dönemi olduğu gibi toplumcu gerçekçi dönemi de olmuştur. İdeolojik olarak aynı özden beslendiklerini düşünürsek, aslında her iki şairde de hem toplumcu A Paul Eluard ve Nâzım Hikmet’te Renklerin Dili/ Medine Sivri/ Kanguru Yayınları/ 282 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 988 SAYFA 14