Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
William L. Cleveland’den ‘Modern Ortadoğu Tarihi’ Mahşerin öteki adı İki büyük dünya savaşı arasındaki dönemden 2. Dünya Savaşı’nın sonuna, o dönemden 1970’li yıllardaki Ortadoğu’ya, yani bağımsız kalabilen Ortadoğu’ya ve 1990’ların karışıklığına, dahası günümüze kadar dinmeyen acıyı ve yitimi işleyen Modern Ortadoğu Tarihi, umutla umutsuzluğu yanı başımızdan hiç ayırmayacak, tarihin merdivenlerini basamak basamak çıkarken ardımızda kalanı ve önümüzde duranı farklı bir gözle görmemizi sağlayacak bir kitap… Ë Meliha AKAY ile birlikte Kuran’ın ahlaki emirleri, günlük faaliyetleri dini görevlere dönüştüren kutsal bir hukuk sistemi olan şeriatın temelini oluşturmuştur. Şeriatın uygulanmasını ve doktrinin saflığını gözetmek, ulemanın görevidir. 14. ve 15. yüzyılın kaos ve istikrarsızlığından sonra, Anadolu’dan Hindistan’a kadar uzanan bölgede kurulan üç önemli İslam imparatorluğu, merkezi İslam topraklarında siyasal koşulları istikrara kavuşturmuş, kültürel ve dini hayata biçim verip canlandırmış ve bütün bu bölgeyi İslamiyetçi doğrultuda yeni bir genişleme ve ihtişam çağına ulaştırmıştır. Bölge toprakları, 16. yüzyılda, doğuda Delhi’de Mughal İmparatorluğu, ortada İran’da Safevi İmparatorluğu ve batıda Osmanlı İmparatorluğu’yla siyasal birliklerine kavuşmasından sonra Marshall Hodgson’un yazdığı bir yazı ironik olmakla birlikte gerçeğin altını çizmektedir: 16. yüzyılda Mars’tan gelebilecek bir ziyaretçi dünyanın bütün bütün Müslüman olma yolunda olduğu sonucunu çıkaracaktır. BİR DÜNYA İMPARATORLUĞU Osmanlı İmparatorluğu 16. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan kalıcı bir bağ sağlamıştır. 1517’den 1. Dünya Savaşı’nın sonuna kadarki 400 yıllık dönemde Osmanlı İmparatorluğu, merkezi Ortadoğu’nun hâkim gücüydü. Kanuni’nin öldüğü dönemde; Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’nın, Akdeniz’in, Ortadoğu’nun ve Basra Körfezinin en büyük devleti konumundadır. Aynı yüzyılın salt önde gelen İslam devleti değil, çok büyük etkinliğe ve muazzam toprağa sahip bir dünya imparatorluğudur... Çağdaş Ortadoğu araştırmacıları, Osmanlı yönetimini esnek, uyumlu, pragmatik olarak tanımlamışlardır. Osmanlı sultanları hüküm sürdükleri toprakların farklılığının çeşitli bölgelerin ve çeşitli kültürlerin ihtiyaçlarına karşılık verebilecek esnek yönetim uygulamalarının gerekliliğini resmen anlamışlardır ve başarının en önemli nedenlerinden birisi de budur. 17. yüzyıldan 20. yüzyıla kadarki Osmanlı deneyimini, Osmanlıların değişen uluslararası çevrede yeni bir imparatorluk sentezi bulmaya çalıştıkları bir değişme dönemi olarak görmek; Osmanlı üstünlüğünün kaybolmasını açıklamada yardımcı olacaktır. Cleveland’ın geniş yer verdiği Irak sorunu bu geri dönüşlerin başında gelmekte; en azından benim için… Yıllar geçmesine karşın sonu gelmeyen ölümlerin, W illiam L. Cleveland’ın Agora Kitaplığı’ndan çıkan hayli kalınca kitabı Modern Ortadoğu Tarihi’ni okuduğumda çocukluğumun ana haber bültenlerini bir kez daha ama farklı bilgilerin ışığında yeniden anımsadım. Tarihin derinliklerinden yükselen kandil ışığının, katmanları aştıkça büyümesi yüzyılları kendine özgü hızıyla kat etmesi okura farklı bir yolculuk yaşatıyor. Kitabın arka kapağını kapattığımda onca yoğunluğa ve yorgunluğa karşın, “daha bitmedi, bu kitap halen kendini yazdırmakta!” demekten kendimi alamadım. Cleveland kaleme aldığı metin boyunca bu güçlerin geliş gidişlerini, el değiştirmelerin neden ve sonuçlarını tarafsız bir gözle vermeyi başarabilmiş. MS 610 yılından, yani İslamiyet’in doğuşundan başlayarak ABD’nin Irak işgaline kadar gelen süreyi nakış ustalığıyla mercek altına almış. Kitabın ilk bölümünde: Arap yarımadasında 6. yüzyıldaki toplumsal yaşamla, İslamiyet’in etkin olduğu dönemdeki yaşam arasındaki farkları dahi göz ardı etmeyen yazar, Ortadoğu’yu doğru tanımlayabilmek için İslamiyet’in doğuşuna ve yaşam biçimine hayli yer ayırıyor. Uzun yıllar hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun dine dayalı hukuk sistemini de bir kez daha yorumluyor. İslamiyet’in yayılması bölüne bölüne yok olup gitme hızına erişen ülke halkının insanlık adına ibretlik savruluşu; 20. yüzyılın sonlarından bugüne değin, gerçeklerin ve amaçlarının üstünü cilalı bir gerekçeyle örterek kendilerini ‘mazlum ve haklı’ gösteren neredeyse bütün dünya siyasetçilerini kapsayan tanımlamayı bir kez daha yineletiyor: Cilalı siyaset devri! Irak’ın işgaliyle hız kazanan ve hâlâ sürmekte olan mezhep bölünmesi salt bu döneme özgü bir kavga değil. Irak toprakları Osmanlı Sünniliği ile Safevi Şiiliği arasındaki üstünlük mücadelesinin merkezi olmuştur. Osmanlılar nezdinde Bağdat, 500 yıl Osmanlı sultan halifelerinin miraslarını sürdürmeye çalıştıkları evrensel İslamiyet’in kurucuları olan Abbasilerin başkenti olmuştu. Şiiliğin merkezi olan Necef ve Kerbela’nın bulunduğu bölgenin Osmanlıların eline geçmesi, Şiiler için büyük bir kayıp ve üzüntü olur. Ülke, Arapça konuşulmasına ve Sünni Osmanlı kontrolünde olmasına karşın, halkının çoğunluğu Şii’ydi. Osmanlı–Safevi mücadelesinde yerleşen bu mezhep bölünmesi, Irak’ın tarihinde önemli bir rol oynayacak, hatta bugün için bile sürüp gitmekte olan sorunun katmerlenerek büyümesine neden olacaktır. Ortadoğu’nun tarihinde ana başlıklarla yerini koruyan, Irak topraklarında hüküm süren Safevilerin yaşadığı düş kırıklığını yaşayan başka bir ülke de Mısır… Osmanlı sınırları içinde görünse de, 1830’larda kuzey Sudan’ı, Arabistan’ın batı kıyılarını, Büyük Suriye’nin tamamını ve güneybatı Anadolu’nun bazı bölgelerini kapsayan bir imparatorluk kuran Mehmed Ali’nin siyasal hedefi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanarak ailesi adına Mısır’da bir hanedan kurmaktı. Bu amaç uğruna Avrupa modeli bir orduyu yapılandırmaya başlar. Devleti geniş bir aile yönetir gibi yönetmektedir. Onun kurduğu merkezi bürokrasi, en kalıcı miraslarından biridir. III. Selim yeni orduyu kullanma fırsatı bulamamıştı, ancak Mehmed Ali, ordusunu Ortadoğu’daki savaşlarda denemiştir denemesine ya; askeri seferleri İstanbul’u fethetmesine çok az kalmışken sona ermiştir. Mısır Valisi Mehmed Ali döneminde Osmanlı sultanı olan II. Mahmud, hükümdarlığında yaşanan toprak kayıplarına karşın son dönem Osmanlı sultanlarının en etkilisidir. Mehmed Ali’nin gölgesinde kalmış gibi görünse de, kararlı kişiliğiyle onun Mısır adına yaptıklarını imparatorluk adına gerçek leştirme çabaları görmezden gelinemez. Kaldı ki; 1839’dan 1876’ya kadar olan dönemi kapsayan Tanzimat ve reformları II. Mahmud’un kurduğu kurumlardan yetişen Avrupalılaşmış Osmanlı bürokratlarla, Fransızca bilenlerle gerçekleşmiştir. O dönemin yeniliği olan vatandaşlık yasası ve iki ferman, Osmanlı İmparatorluğu’nu korumak için toplumun laik bir temelde örgütlenmesi kavramını getirmiş, ancak bunun, gelecekte Osmanlı sisteminin bütün temelini baltalayacağı öngörülememiştir. KARANLIK BİR GELECEK Değişim gücünü İslami geleneklerden aldıklarını söylemiş olsalar dahi, Genç Osmanlıların en önemli etkileri Osmanlı milliyetçiliği üzerinde durmalarından kaynaklanmıştır. 1876 yılında tahttan indirilen Sultan Abdülaziz’in yerine II. Abdülhamid tahta çıkar ve uyacağına dair söz verdiği anayasayı ilan eder. Bu aynı zamanda, şimdilerde televizyon dizilerine konu olan Balkanlar’daki sancılı dönemin de başlangıcıdır. Aynı bölgedeki bağımsızlık hareketlerinin arkasında Rusya bulunmaktadır. Rusya, Osmanlı’nın iç işlerinde etkili olabilmek, Balkanlar’da ortaya çıkacak küçük devletlerin büyük hamisi olabilmek ve Osmanlı Devleti’yle doğrudan doğruya savaşabilmek için bağımsızlık hareketlerinin yayılması adına elinden geleni yapmaktaydı. Aynı bölgedeki Slavların kültürel bağları ve ortak dinleri işini kolaylaştırmaktadır. Bu satırları yazarken 13. yıldönümünde Srebrenitsa katliamı anılmaktaydı. Yalnızca dinleri farklı ama aynı ırkın köklerine sahip bölge halkının yaşadığı trajedi unutulmasına unutulmayacak ya; dinler arası kavgaların hızından hiçbir şey yitirmeden sürüp gittiğini görmek, bu konuda onca çağrıya, onca çabaya karşın insanlık tarihini karanlık bir gelecek beklediğine dair kaygıyı çoğaltıyor. Yine bu satırları yazarken İran–ABD arasındaki gerginliğin savaşın çanlarını çalacak düzeyde olması, yeni Srebrenitsa’ların yaşanacağının işareti değil midir? Ayrıca ülkemizde yaşanan çalkantının kökeninde de din kaygısının yattığını görmek gerçekten üzücü ve düşündürücü. Ülkemin ve dünyanın geneline bakarak; umudumu korumak adına yaptığım tek telkin insanlık tarihinin ilk çağlarına bakmak: Yontma taş devrini düşünerek, ateşi bulan insan değil miydi, asırlar sonra yine aynı insan dünyayı cehenneme çeviren petrol kapma savaşını sona erdirecek bir çözüm üretebilir diyerek umudumu korumak istiyorum. Ancak burada hemen siyasetçilerin gözünü bürüyen iktidar hırsını bir yana ayırıp koymak istiyorum… ? akaymeliha@yahoo.com Modern Ortadoğu Tarihi/ William L. Cleveland/ Çeviren: Mehmet Harmancı/ Agora Kitaplığı/ 634 s. SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 963