06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ şu duyarlı vurgulamada bulunmuştu: “Tanık olduklarımı ve yaşadıklarımı aktarmak için birçok nedenim vardı. Fırat bölgesinde her gün acı insanlık gerçekleriyle karşılaşıyordum: Ağaçlar gövdelerini ve dallarını yitirmişti ve pörsümüş kökleriyle yaşamlar zorlukla sürdürülebiliyordu.” Mehmet Öztek ile ‘Ben Google Değilim’ OSMAN ŞAHİN ÖYKÜCÜLÜĞÜ ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ 2005 yılında televizyonda yapılan bir söyleşide, Türk yazın virtüözü Osman Şahin, başucu yazarları arasında Stefan Zweig, Elias Canetti, Rainer Maria Rilke ve Yaşar Kemal’in özel bir yeri olduğunu belirtmişti. Şahin’in eserleriyle bu birbirinden görünürde oldukça farklı edebi kişiliklerin yapıtları arasındaki bağlantılar yadsınamaz. Bununla birlikte, Şahin’in bu yazarların hiçbirine büyük bir borcu da yoktur. Şahin, Zweig gibi, sürükleyici bir insanlık dramını gözler önüne serer. Canetti gibi kimliğimizin ve sosyal koşulların derinine iner. Lirik gücü ve şairsel içgüdüleri birçok bakımdan Rilke’yi anımsatır. Osman Şahin’in temalarının ve estetik kaygılarının zenginliği, Türkiye’nin en önde gelen yazarı olan Yaşar Kemal’in yapıtlarında da gözlemlenebilir. Ancak bu benzerliklere karşın, Şahin’in sahip olduğu anlatım dehası kendine özgüdür ve taklit edilemez. Osman Şahin’in öykülerinde sağlam bir diyalektik kurgu gözlenir. Köy romancılığı, öykücülüğü tanımı onu anlatmaya yetmez bence. Zira o ülkenin ekonomik yapısının yarıfeodal olduğu dönemde yazmaya başlamış, kapitalizmin gelişmesine tanık olmuştur. Bu ekonomik gelişmenin getirisi gibi götürüsüne de gözlemlemiş, kapitalizmin binlerce yıllık insan ilişkilerinideğerlerini nasıl parçaladığını, yok ettiğini anlatmıştır. Sömürünün yeni denen bu sistemde de, yani kapitalist sistemde de acımasızca sürdüğünü kavramış, emekten yana tavır almıştır. Yukarıda andığım “Acı Duman” adlı kitabında, “Yörük Ana” adlı öyküde kapitalizmin yıkarak, talan ederek gelişmesi çok çıplak ama estetik olarak anlatılır. Sözünü ettiğim öyküden aşağıda alıntıladığım bir bölüm yüzlerce sayfalık bilimsel analizin yerine geçer. Kapitalizmin her şeyi meta olarak gördüğünü, sadece elle tutulur nesneleri değil, kültürü de, türküyü de, aşkı da metalaştırdığını anlatır. “Sonra toprak tuttu bizleri. Göçer insanıyken yatak insanı olduk çıktık. Atın devenin sırtını unuttuk. Alıştık oturak yaşayışlara. Develer, atlar gitti. Yolların yatakları değişti. Dönen tekerin, yel gibi giden motorun yanında ne yapsın, deve ne yapsın. (...) yıl be yıl hepsine yol verdik, sattık Ana. Koyunlara, kilimlere geldi sıra. Onları da sattık. Duygularımızı, türkülerimizi, onurumuzu, kızlarımızı, insanlığımızı, aşkımızı, sevgimizi de sattık. Her şey alınıp satılan mal oldu. ..” SONSÖZ: Siz çok yaşayın Osman Şahin, hayattan, insandan, gerçekten kopuk Postmodern edebiyata karşı size daha çok ihtiyacımız var. ? Kaynakça: Remzi Kitapevi Kitap gazetesi. S. 26. Şubat 2008. Talat S. Halman. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi ‘Bir Yazın Virtüözü: Osman Şahin’ Ağız İçinde Dil Gibi Acı Duman. Osman şahin. Can yayınları. Aralık 2007. [email protected] CUMHURİYET KİTAP SAYI 963 konusu değil ama siyasi bir ben var” diyorsun. Şiirde konuşan kişinin siyasi kimliğini okuyabiliyorsak, merkezi olması gerekmiyor ama bir siyasal söylem de var demektir. Şiir; konusu, bağlamı ne olursa olsun her şeyden önce şiirdir. Başka bir söylem alanının ağır bastığı bir metinde şiirsel söylem zaafiyete düşer, çünkü başka bir söylemle ifade edemeyeceğimiz durumlarla karşı karşıya kaldığımız zaman şiirsel söyleme başvuruyoruz. Deneysiz şiir mümkün müdür? 1977 Urfa doğumlu Mehmet Öztek, Sentetik Rüyalar adlı dosyasıyla 2004 Yaşar Nabi Nayır Şiir Ödülü’nü aldı. Varlık Yayınları tarafından kitaplaştırılan Sentetik Rüyalar yayımlanmış kitap dalında 2004 Orhan Murat Arıburnu Ödülü’ne değer bulundu. Şimdilerde heves Şiir Eleştiri dergisi ve Panheves Kitaplığı dizisinin editörlüğünü yapıyor, şiir çalışmalarınıysa daha çok heves Şiir Eleştiri dergisinde sürdürüyor. Şairin ikinci kitabı Ben Google Değilim Panheves Kitaplığı’ndan çıktı. Bu kitabını konuştuk Öztek’le... Ë Saba KIRER itaba da ad olan Ben Google Değilim’i ilk anda ben “ben global değilim” şeklinde okudum. Merkezi bir siyasi söylem söz konusu olmasa da, siyasi bir ben’den söz etmek mümkün burada, bu konu üzerinde durmak isterim. Bir yandan bireysel kimliğini ilan eden, bir yandan da google’ın yarattığı zihne karşı çıkan bir özne durmakta karşımızda… Google ve globalizm arasında bir mütekabiliyet ilişkisi kurulabilir ama bu benim tasarrufumla oluşmuş bir durum değil açıkçası. Şu da var: Bu algı sürçmesi, sadece ses düzeyinde bir sürçme mi acaba; sanmıyorum, kitabın adındaki olumsuzlama okuyanı kendi durumuyla ilgili bir olumsuzlamaya sürüklemiş olabilir. Kitabın hem adını hem içeriğini oluştururken gözettiğim bir şeydi bu çünkü. “Ben” ya da “biz” neyiz, ne değiliz? Kitabın temel gerekçelerinden biri bu. “Merkezi bir siyasal söylem söz K İKİNCİ YENİ’NİN MİRASI... “D’ilimi kesiyorum: Bazen karıştırıyorum.” “D’ilimi kesmek” de yetmiyor, bir kafa karışıklığı da söz konusu, nedir bu kafa karışıklığı, bu kafa karışıklığını açabilir misin? Alıntıladığın dizenin “Bazen karıştırıyorum” kısmı Edip Cansever’in bir dizesi. Şiirin genelindeki atmosfere uyduğu için alınmış bir dize. İkinci Yeni’nin bize bıraktığı en önemli miraslardan biri “poetik insan”ı bir kenara bırakıp “somut insan”a yönelmesidir. Eski şiirden alıştığımız dört başı mamur insan yerine ham haliyle insanı İkinci Yeni şiirinde okuduk. Zaaf da kafa karışıklığı da insanın bir parçası ve bu zaaflarla şiirin, dolayısıyla insanın ne yaptığına bakmamızı sağladılar. “Bu Bir Teklif Mektubu Değildir” adlı şiirim iş hayatında kullanılan bir evrağı tahrif ederek yazdığım bir şiir. Şairlik ve mühendislik arasında sıkışmış bir ruh durumunun ürünü. Yapmakla yükümlü olduğumuz ve yapmak istediğimiz şeyler arasındaki çatışma hali. Bir an için otosansürü kaldırıp kendi iç dinamiklerimize yöneldiğimizde ortaya çıkan durumu yoklamaya çalıştım bu şiirde; iş deney, daha doğrusu bir iç deney. Hasılı kelam bir kafa karışıklığından çok kafa karışıklığının farkında olma durumu var burada. Bilimle ki bilimde genel kabuller ve uzlaşı söz konusuduruğraşırken, bu uğraşıyı dille; insanın en ham halini yansıtan dille yani şiirle kesintiye uğratmak ve insana oradan bakmak. NOSTALJİ MUHAFAZAKÂRLIĞI “Öztekcell/ İletişiirsiniz.” diyecek kadar iletişim araçlarıyla hemhal olan bir ben görülmekte, üstelik bu ben kendi hegemonyasını kuran, neredeyse “yaşasın solipsizm” diyecek bir ben’in işaretini vermekte, oysa Ben Google Değilim’de tam anlamıyla içinde bulunduğumuz mevcut iletişim ağını bir reddediş söz konusu, bu konuyu açsan? Günün büyük bir bölümünü teknolojinin sunduğu imkânlarla geçirip teknolojiyi şiirde görünce karşı çıkan müteşairler biliyorum. Üstelik, şiirde teknoloji düşmanlığını, yine teknolojinin imkânlarını kullanarak yapıyorlar. Bu nasıl bir “nostalji muhafazakârlığı”dır anlamıyorum. Ben Google Değilim bütünüyle iletişim ağının reddi üzerine kurulmuş bir kitap değil. Şiirin artık in sanların hayatında bir anlam ifade etmediğini düşünenlerin sayısı az değil. Acaba insanlar mı şiirden uzaklaştı; yoksa “şiir” mi insanların hayatlarına temas edecek kabloları kesti. Konuşma dilindeki iletişim şekliyle şiirin anlam iletmesi elbette ki farklı şeyler; ancak güncel dille bakışımlılığını ıskalamış hiçbir şiirin bir hayatiyeti olamayacağını da unutmamak gerekiyor. Hayatımızın her alanına yayılan bir realiteyi görmezden gelerek, “eski şiirin rüzgârı”yla konuşmak, modern insanla bağını koparmaktan başka bir şey değil. Ben Google Değilim’i “elitist bir arkaizme hayır” olarak da okumak mümkün. Teknolojiyi her yönüyle kutsamayan ama teknolojinin getirileri ve götürülerini ıskalamayan, bu hızın günümüz insanının duyarlılığı üzerinde yarattığı etkiyi göz ardı etmeyen, şiir dilini güncellemeye dönük bir dikkatle yazılmış bir kitap, kotarılabildiği kadarıyla tabii… DİL KURMA ÇABASI... Gelenekle olan ilişkin ya da karşı çıkış diyelim, adın daha çok deneysel şiir içinde zikredilmekte, Sentetik Rüyalar’dan başlayıp Ben Google Değilim’e geliş şiirlerinde bütün bu olup bitenleri nasıl değerlendiriyorsun? Zor soru… Sekiz yıllık bir süreci özetleyemem ama şu kadarını söyleyebilirim: Şiir yazma süreci insanın konuşmayı öğrenme sürecine çok benziyor. Bir dilin içine doğuyoruz ve ilk konuşmalarımız çevremizdeki insanları taklit etmekle başlıyor; ta ki bir kişilik sahibi olmaya, dünyayı kendi algımıza göre yorumlamaya başlayana dek. Şiirde de üç aşağı beş yukarı böyle bir durum var. Köklü bir şiir geleneği olan bir ülkede yaşıyorum ve ilk yazdıklarımda taklit demeyeyim de bu gelenekteki ustalığa bir odaklanma vardı. Ustalığı burada olumsuz anlamda kullandığımı belirteyim. Okur, şiirde ustalık arar ama yazma edimi başka bir şey; şairin motivasyonu, kendisinin bile aşina olmadığı okurun da kendinden bir şey buldukça aşina olacağı kendine has bir dil kurma çabasıdır. Deneysellik de burada başlıyor işte. “Deney Şiirin Nesidir?” başlıklı yazımda dile getirdiğim görüşleri burada da tekrar etmekte yarar var. Deneysel şiirin şiir türlerinden biri olarak görülmesini sağlıklı bulmuyorum. Şiirde deney, bir türe bir kategoriye indirgenemeyecek kadar şiirin asli unsurlarından biri... Bugün geleneğe eklemlenmiş klasik haline gelmiş şiirlerin büyük bir çoğunluğuna yayımlandıkları dönem itibarıyla baktığımızda bu şiirlerin de deneyselliğe yaslandığını görürüz. Mevcut söylem alanlarının imkânlarıyla ifade edemeyeceğimiz bir tecrübeyle karşılaştığımızda kendimizi dilin laboratuvarında buluruz. Toparlayacak olursam; deneysel şairlerin arasında görülmem yadırgadığım bir durum değil, ama asıl soru şu: Deneysiz şiir mümkün müdür? ? Ben Google Değilim/ Mehmet Öztek/ Pan Yayıncılık/44 s. SAYFA 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle