Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Osman Şahin ve Öyküleri Darbeler, Postmodernizm ve Osman Şahin Osman Şahin’in öykülerinde sağlam bir diyalektik kurgu gözlenir. Köy romancılığı, öykücülüğü tanımı onu anlatmaya yetmez. O, ülkenin ekonomik yapısının yarıfeodal olduğu dönemde yazmaya başlamış, kapitalizmin gelişmesine tanık olmuştur. Bu ekonomik gelişmenin getirisi gibi götürüsüne de gözlemlemiş, kapitalizmin binlerce yıllık insan ilişkilerinideğerlerini nasıl parçaladığını, yok ettiğini anlatmıştır. Ë Adil OKAY sman Şahin’i nasıl bilirsiniz” diye bir soru sorsalar, hemen aklıma merhum babam (şair yazar) Süleyman Okay gelir. Ortaokul yıllarımda kahramanlık hikâyelerini, arkasından polisiye romanları, Mike Hammer ve Agatha Christie serilerini bitirmiş, lise yıllarında da klasiklere başlamıştım. Okumamız için bizi hep teşvik eden, evimizde 12 Eylül’de talan edilen ‘kocaman’ bir kütüphane bulunduran babam, günün birinde bana, “Oğlum biraz da Türk yazarları okusan” demişti. “Ne okuyayım; Yaşar Kemal’den, Orhan Kemal’den, Sabahattin Ali’den romanlar okudum, daha ne olsun” dediğimde hemen kütüphaneden Sait Faik, Osman Şahin, Bekir Yıldız, Abbas Sayar, Kerim Korcan ve şimdi adlarını anımsayamadığım 10 kadar Türk yazarın kitaplarını önüme koymuştu. Ve ben öykü okumaya Sait Faik, Osman Şahin ve Bekir Yıldız’la başlamıştım. Aradan neredeyse çeyrek yüzyıl geçti. Ve ben bir imza günü sonrası Osman Şahin’le tanıştım. Uzun uzun söyleştik. Sanatedebiyat, politika, postmodernizm, küreselleşme. Birçok konuda Osman Şahin’le görüşlerimin kesiştiğini, onun bu yaşta bile medya tekellerine boyun eğmediğini, postmodernizme eleştirel yaklaştığını, küreselleşme diye aklanmaya çalışılan emperyalizme karşı tavır alışını, heyecanını hayranlıkla izledim. 12 Eylül’ün gazabına uğramış bir çok yazar, bugün ne yazık ki 12 Eylül kurumlarını savunur hale gelmişken o hâlâ o dönemi lanetliyor, yargılıyordu. “12 Eylül’den önce halkımızda emperyalizme ve sömürüye karşı bir duyarlılık, bir yükseliş vardı. Haksız kazanca karşı fabrikalar, ağa toprakları işgal ediliyor, köylüler, işçiler birlikte yürüyüş yapıyorlardı. Bu duyarlılık 12 Eylül darbesiyle birlikte yok edildi. 600 binden fazla insan fişlendi, tutuklandı. Yüz binlerce kitap yok edildi. Kitaplar, daktilolar suç aleti olarak gösterildi. Evler arandı. Benim de evim arandı. Hapse atıldım. Sonuçta edebiyatımız susturuldu. Yeni yaşam biçimleri, adalet, eşitlik, özgürlük, barış gibi umutlar köreltildi…” diyordu Osman Şahin, Kitap Gazetesi’nin Şubat 2008 tarihli 26. Sayısında, Irmak Zileli ile yaptığı bir söyleşide. DARBELERİN EDEBİYATTA İZDÜŞÜMÜ VE OSMAN ŞAHİN 12 Mart edebiyatı ağıtdestan türünde de olsa yaratılmış ve okuyucuyla buluşmuştu. 12 Eylül’den sonra ise edebiyatçıların büyük çoğunluğu uzun bir dönem sustular. Kitap okumanın suç sayıldığı, solcu olmanın ölümle özdeşleştiği bir ülkede yazmak da kolay değildi. 12 Eylül’den sonra siyasal iktidara karşı mücadele, bazı yazarlar için ölüme karşı mücadele gibi olanaksız görünmeye başlamıştı. Ama aynı zamanda ölümle özdeşleştirdikleri devrimci militana karşı düşmanlık duydular. Bunu yıllar sonra Pınar Kür şöyle itiraf etmişti: “12 Mart’ta hayatlarını kaybedenler masumdu. 12 Eylül’de ölenler ise masum değildiler.” Yani ona göre işkence, yargısız infazlar, idamlar mubahtı. 12 Mart’ta birer İnce Memet sayılan devrimciler, o yazarlara göre 12 Eylül sürecinde yoktular. Türkiye’de 19751980 arasında halk kapısından giren aydınlar ve yazarlar, 12 Eylül darbesinden sonra bir suskunluğa gömüldüler. Bu suskunluk neredeyse on yıl sürdü. 19801990 arası vahşet dönemi yok sayıldı. Edebiyata genel olarak yansımadı. Bu dönemde Yalçın Küçük’ün ‘küfür romanları’ dediği kitaplar peş peşe yayınlanmaya başladı. Meydanı boş bulan fırsatçılar, devrimcilerin kötü, hasta, psikolojik sorunları olan, bu nedenlerle silahlı eylemlere katılan tipler olduklarını anlatan romanlar yazdılar. Fethi Naci, 12 Mart sonrasıyla 12 Eylül sonrasını roman bakımından kıyasladığı bir yazısında, iki dönem romanların hapislere düşen, öldürülen devrimci gençlere bakışla ayrıldığını saptamıştı: “12 Mart romanlarında devrimci gençler için ağıtlar yakılırken, 12 Eylül romanlarında kurulu düzenden yana tutum takınılarak devrimci gençleri aşağılamak ya da dünyayı değiştirme görevinin kendisine verilmiş olmadığını kabul etmeyi övmek moda oldu.” 28 YIL SONRA OSMAN ŞAHİN Ancak 12 Eylül darbesinden bizzat fiili olarak zarar görseler bile çizgilerinden taviz vermeyen sanatçılar, sayıları çok az da olsa üretmeye devam ettiler. İşte elimde yeni bitirdiğim, ilk basımları 19801983 olan, Can Yayınları’nın 28 yıl sonra yeniden yayınlamaya layık bulduğu “Ağız içinde Dil GibiAcı Duman” adlı öykü kitapları olan Osman Şahin, bu örneklerden biridir. Bir yazarı değerlendirirken, eserlerini çağıyla, coğrafyasıyla, toplumsal altüst oluşlardaki durduğu yerle birlikte değerlendirmek gerekir. Osman Şahin iki faşist darbeye, sosyalist sistemin yıkılmasının yarattığı bozgun psikolojisine, kapitalizmin sanat ve felsefedeki yeni buluşu olan ‘postmodernizmin’ yıkıcı etkilerine karşı durmuş, insandan yana, emekten yana, ezilen halklardan yana duruşundan taviz vermemiş, üretmeye devam etmiştir. “Öykü insanla, yaşamla bir anlam kazanır. İnsanın varoluş serüveniyle birlikte başlar öykü. (…) Bir yazar yaşadıkları kadar yazardır. Duruşu kadar yazardır. (…) Son 2530 yıldan beri emekçilerin, orman işçilerinin, balıkçıların, pamuk ırgatlarının, köylülerin dramları pek yazılmıyor. Küreselleşmenin sonucudur bu. Yazılmış olan yapıtlardan da bilinçli olarak bir kısım medya söz etmiyor. Parayla bazı eleştirmenlere kitap tanıtma yazıları yazdırıyorlar. 75 milyonun 35 milyonu köylerde yaşıyor. Onların hikâyeleri, romanları, şiirleri yazılmasın mı? Bazı kalemşorlar Sait Faik’in ‘insanı sevmekle başlar her şey’ sözünden yola çıkarlar ama hangi insanı sevdiklerini açıklamazlar. Bir bunalım edebiyatıdır gidiyor. Denizde boğulmak üzere olan bir insanın öyküsü yazılıyorsa ve denizden hiç söz edilmiyorsa eksik bir öykü olur. Kişinin neden bunaldığından onu bunaltan toplumsal nedenlerden de söz edilmelidir diyorum.” (a.g.e.) Şahin’in çocukluğu ve ilk gençliği Türkiye’nin en çarpıcı güzellikte ancak aynı zamanda yoksul iki bölgesinde geçmiştir: Fırat vadisinde ve Toros dağlarında. Bu iki unsur, doğanın büyüleyici güzelliği ve insanlığın çektiği acılar, Şahin’in yapıtlarında birbiriyle sürekli çatışma içindedir. Bir keresinde Şahin, ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 963 “O Osman Şahin SAYFA 14