Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Dönüp baktığımda yalnız o... Fethi Naci’nin “Uzun yol arkadaşı Lâle” için… “F ethi Naci Dünyadır” diye girmiştim ilk yazıma “Kitaplar Adası”nda, altı yıl sonra bu kez “Dönüp Baktığımda Yalnız o” diye yazmak geliyor içimden… Fethi Naci, Dönüp Baktığımda (Adam, 1999) adlı ilk anılar demetinin ardından yeni anılarıyla da gelmişti okurun önüne: “Dünya Bir Gölgeliktir” (YKY, 2002). O, dünyada “gölgeliğimiz” olurken kulağımızı bükmeyi ihmal etmemişti bizim: “İnsan, yaşadığı bazı anları unutamayacağını hemen o anda hisseder. Bu anlardır, yalnızca bu anlardır yaşamı zenginleştiren.” (136) 1999’u 2000’e bağlayan yılbaşında Paris’te buluşmak üzere sözleşen, ama kendisi giderken söz verenlerin gelemeyişlerine üzülen değil, bu kararı almış insanların hepsinin de bugün hayatta olmasına sevinen birinin anıları bunlar (69, 70). İşte arkadaşlarının hayatta olduğuna sevinen o, yok artık. Ondan ardakalan anıları soluyoruz o çalışma odasında. Balkonla odanın açık kapısı önüne parlak bir kumaş gibi kendini bırakıvermiş kedisi, göz göz parıldayan kitapları, kitapların arasında çiçek başı gibi uç vermiş yüzlerce ayracıyla… Bir yangın yerindeyiz, durma kanayan toplumsal belleğin sarsıntıyla silkelendiği o ender anlardan birinde… Kaç kütüphanenin külleri savruluyor kıran yerine döndürülen ülkemizde? Kaç kitap kaldı bu yangının ortasında tutuşmuş, ama atan yürek halinde? Şimdi bir “tekne” yüzerek akıyor Boğazın sularında: Karpuzcu Fethi Aga’nın yirmi liraya sattığı evin çamaşır teknesi mi bu?… Adı adına karılmış Fethi Naci’nin okuyup İstanbul’a varabilmesi için… Şimdi o teknede sonsuz yolculuğunu dokuyor Fethi Naci, bizse yangın yerinde kalakalıyoruz. Fethi Aga’nın, evdeki çamaşır teknesini yirmi liraya satışı (40) nasıl unutulabilir? Bir kısa film sanki tutukluluktan kurtulup Giresun’a dönüşü: “İstanbul’dan Samsun’a, Samsun’dan bir kamyona atlayarak Giresun’a gitmiştim. Sadece köylülerin satış yaptığı bir ‘kadınlar pazarı’ vardı; babam Giresun’un yaşlılarından olduğu için belediye memurları kuru soğan, sarmısak satmasına göz yumuyorlardı. Pazara gittim. Uzaktan baktım: Babam iki soğan çuvalının başında müşteri bekliyordu…” “Sonbahara doğru ‘karpuz işi’ biterdi, ama babam birtakım bahaneler uydurarak yirmiotuz karpuzu satmaz, sergiyi sürdürür görünürdü. Okuldan çıkınca uğrardım. Babam hep serginin karşısındaki kahvede olurdu. Eski bir arkadaşıydı kahveci. Pek kimseler olmazdı kahvede. …Çay bardaklarında rakı içerlerdi. Pek konuşmazlardı. (…) Babam, bir rakısına, bir bana bakar, ‘Annene söylersin, karpuzlar bitmedi daha.’ derdi. Bir suç ortaklığı içinde gülümserdik birbirimize.” (Dönüp Baktığımda, 99, 9) ömür verdiğini onun? Yüzlerce roman üzerine yazdığı binlerce sayfanın romancılığımız üzerine verimlenmiş başyapıt olduğunu? Fethi Naci’nin Türk romancılığına sağladığı katkıya karşın, hiçbir yazar, tutup da onun eleştiri anlayışı, roman sanatına yaklaşımı üzerine tek kitap olsun yayımlamaya yönelmiş değil. Bu yapılmadığı için, özellikle genç romancılar, görece Fethi Naci’nin ardından gidebileceği varsayılan, dahası bu yolda ilerleyeceği umulan yazarlar, onun eleştiri anlayışıyla yöntemini roman sanatı bağlamında düşüncelerini topluca değerlendiren bir kaynaktan yoksun kalıyor sürekli. Bu anlamdaki kaynak eksikliği, Fethi Naci’nin Türk yazını içinde yerinin, taşıdığı değerin anlaşılmasını güçleştirip gençlerle arasında duvar örmez mi? Ama “Fethi Naci” adı, bir söylen neredeyse… Yazınla ilgilenmeyenlerin de yakından bildiği bir ad o. İyi de onun bize bıraktığı yazınsal birikimin ne kadar ayırdındayız peki? Sonra bu birikimin romana, öyküye, şiire, sanata, kültüre yönelik yansımalarından? Güncel yaklaşımlar doğrultusunda pek çok kişi, ilginç çıkışlarıyla, kendisine özgü söylemi, seslenişiyle, kimilerini hop oturtup hop kaldıran dürtmeleriyle onu tanıyıp sevdi de, yazınımızın bu “tek kişilik okul”unu, yetkesini yeterince tanımadı kanımca… Yazınla salt okur bağlamında ilgilenenlere sözüm yok elbette! Ama okumalarına yazma eylemini de eklemiş olanlar böylesi bilgisizliği ya da ilgisizliği nasıl yakıştırabildi acaba kendilerine? Fethi Naci’yi okumadan, Fethi Naci okulundaki zorunlu dersleri almadan yazında yol almaya çabalamak, yol göstericiye gereksinim duymadan karanlıkta yol almak olmuyor mu? “Batı romanı, daha doğrusu roman, ‘birey’i anlatır; burjuva toplumunun insan örneği olan bireyi. Bu romanlarda bireyin bitmez tükenmez zenginliklerle dolu iç dünyası betimlenir. Bu romanlarda bireyin günlük yaşamının en küçük olayları, kafasından geçenler son derece önemli, değerli olaylar, durumlar olarak gösterilir; çünkü roman kahramanı artık başlı başına bir dünyadır, toplumun dünyasına eşit bir dünya.” “Yeni romanlar yeni insanlarla mümkün. Yoksa belirli bir ‘ustalık’ düzeyinden gelen birbirinin benzeri romanlar okumak zorunda kalabiliriz.” (Yüzyılın 100 Türk Romanı, Adam, 1999, 7,630); “Bireyi anlatmayı başlıca amaç belleyince romanı psikolojik gerçekliği olan insanlar dolduruyor; her biri kendi özel yaşamlarıyla, sorunlarıyla, dünyaya ve insanlara bakış açılarıyla yaşayan insanlar.” (40 Yılda 40 Roman, Oğlak, 1994, 258) güzelduyusal ilkeleri temele alıyor artık… Kim bu adam gerçekten, nasıl biri? “1946’dan beri Marksistim ben, medyanın bütün yırtınmalarına rağmen, insanoğlunun yaratabildiği en güzel ‘gerçekleşebilir düş’ün... sosyalizm olduğuna bugün de inanıyorum. Ama ben 1946’dan beri ‘politik tercihlerime’ küfredilen, Marksistler için, bırakın ‘gözü üstünde kaşı var’ı, düpedüz ‘vatan haini’ denilen bir ülkede yaşıyorum... Kısaca, ‘politik tercihlerime’ küfredilmesi umurumda değildir benim, o küfürlere duyduğum öfkeyi taşıyabilecek kadar antrenmanlıyımdır.” “ ‘Politik tercihler’ başka şeydir, ‘edebiyat eleştirisi’ başka şey; bir eleştirmen, elbette kendi dünya görüşüne göre (ya da ‘politik tercihlerine’ göre) yaklaşır bir edebiyat eserine, ama şu gerçeği aklından çıkarmaz: Söylenenler ancak edebiyata özgü biçimde söylendiği zaman bir ‘edebiyat eseri’nden söz edilebilir, ancak böyle bir eser bize edebiyat hazzı verebilir; söz konusu, romansa, önemli olan romancının dilidir, bir dil ‘yazınsal dil’se, söylenenler, ‘roman’ı oluşturmuştur. Söylenenler edebiyata özgü biçimde söylenmemişse, bir roman en yüce idealleri dile getirse bile, ben o romanı ‘edebiyat eseri’ saymam.” (Eleştiride Kırk Yıl, Adam, 1994, 71,72) FETHİ NACİ; BÜYÜK BOŞLUKTA O SESSİZ ÇIĞLIK... Demiştim yukarıda, o, teknesine binip gitti, biz yalnız kaldık bu yıkım yerinde. Nasıl mı, şöyle: “Sadece yazınsal değeri göz önünde tutularak kitap yayımlama dönemi yavaş yavaş tarihe karışıyor. (…) Kitaba yatırım yapan sermayenin tek amacı vardır: Çabuk satmak ve kâr etmek. Bu durum, kaçınılmaz olarak, romancılarımızı da etkileyecektir, satışı sağlayan öğeler, ister istemez ön planda tutulacaktır.” (Eleştiri Günlüğü, Özgür, 167,168) Ama onun için ölçüt hiçbir zaman değişmiyor: Yazınsallık! O, bütün bunları, yüz derste Yüzyılın 100 Türk Romanı‘nda bir kez daha yansılıyor. Sözgelimi romanları, yetkinlikleri ya da eksiklikleriyle ele alırken, onları birer “roman örneği” olarak düşünüyor. Bu nedenle kitap, yalnız bir “temel roman kitabı”, “roman el kitabı” değil, aynı zamanda “roman ders kitabı” da. Yüzyılın 100 Türk Romanı, romanımızın bir genelgörüsünü yansıtmayı da hedeflediğinden, roman ders kitabının, bir çalım tarih kitabını anımsatması kaçınılmaz elbette. Ne var ki “Fethi Naci” imzası, bunu bize soğuk, sevimsiz gelebilecek ders kitabına dönüşmekten alıkoyuyor. Bu çerçevede Yüzyılın 100 Türk Romanı, kendisinden beklenilen roman kılavuzluğunu yerine getirmekle kalmıyor, roman odağındaki yazar ocağının bilinçlenmesini de sağlıyor bu yolla. Böylesi yoğun emek gerektiren bir anıt yapıt koyabilmek ortaya, çok kaynaklı bir birikimselliği de zorunlu kılıyor. Ayrıca sinir dayanıklığına, “kan kustum kızılcık şerbeti içtim” yiğitliğine, yalnızlığın bileyi taşlığına da kendisini hazırlaması gerekiyor kişinin. Hem apaçık yazacaksınız, hem de hiç kimseyi gücendirmeyeceksiniz, olası mı bu? İşte sonuç: “Düşündüğümü apaçık yazmaktan çekinmediğim için bana darılan yazarların sayısı 20’yi buldu.” [“… Yazdığım eleştiriler yüzünden selâmı kestiğimiz yazarları saydım: 20’ye yakın!”] (Eleştiride Kırk Yıl, 17,27). Oysa o, yalnız yapıta değgin söylüyor sözünü… Üstelik Fethi Naci, yüreğinin duruluğu, saydamlığı, çocuksuluğu yazılarına yansımış bir yazar… Pek çok örnek gösterilebilir onun kalemini nasıl da gıllıgışsız oynattığı, dürüst, içten, sevgiyle yazdığı üzerine... Fethi Naci, yazınımıza sunulmuş bir “armağan”; romanımız, biraz da onunla ayakta… O, hep “armağan”dı bize, ama biz ne yaptık? Daha sağlığında sırt döndük bu yetkeye. Bir iki yazımda sözünü ettim. Güner Sümer, eskimeyen oyunu Bozuk Düzen‘de kahramanına şöyle söyletir: “Bir insanı sevmek için ille ölmesini mi beklemek gerek?” Ne dersiniz, şimdi becerebilecek miyiz acaba onu sevmeyi?… ? YAZINIMIZIN FETHİ NACİ’YLE KAZANDIĞI KIVAM... Oysa öylesine köklü ki, kendini gizlemiş ya da içimizde gizlenip kalmış bir yazar o! On yıl öncesinde değinmiştim buna: “Romana romandan bakarken Fethi Naci, inanılmaz bir iş yapar; tutar roman yazar, romana romandan ELEŞTİRİ GELENEĞİMİZDE SON BÜYÜK HALKA... Fethi Naci’nin, Türk romancılığına katkısının ne olduğunu kaç kişi biliyor? Romancılığımıza SAYFA 20 romanla bakar böylece. Bu yüzden yazdığı roman yazılarında, bir eleştirmeni değil de, romancıyı düşünürüm ben elimde olmadan. Heyecandan nefesimi tuttuğum, yazdıklarını, yutarcasına okuduğum olur; yer yer de hüzün kaplar içimi, çizikler atılır durmadan yüreğimde, yüreğim sızlar. / (…) Anlatıcısı, hep ‘roman eleştirmeni’ olan bir dizi romanın yazarıdır sanki o…” (“Romana Romandan Bakmak”, Cumhuriyet Kitap, 5.11.1998) Nedir, romanları kitaplarına alırken, bunları seçme, öne alma ilkesi Fethi Naci’nin? “Bu romanları seçerken Türk romancılarının genelgörüsünü (panaromasını) göstermeye çalıştım. En mükemmel romanları seçmeye özen gösterirken bu kitapta bulunması yazınsal olarak değilse de tarihsel olarak zorunlu olan romancıları da aldım...” (Yüzyılın 100 Türk Romanı, 39) “Sayın Ömer Asım Aksoy… Dil Yanlışları adlı kitabın(a) …(…)/yazdığı önsözün bir yerinde şöyle diyor: ‘Kötü yazılar da sakınmamız gereken nesnelerle yüklü olmaları dolayısıyla bizi olumlu sonuçlara ulaştırmada, başarılı yazılardan geri kalmaz. Yani yazılacak biçimi bilmek kadar yazılmayacak biçimi bilmek de önemlidir. Bu nedenle başarısız, kötü, yanlış yazılardan oluşan seçkiler ortaya koymak da bir dil ve yazım hizmetidir. Bu yapıt böyle bir amaç gütmektedir. / Aksoy’un söylediği, eleştiri için de doğru: Ben de ya sevdiğim, beğendiğim kitaplar için yazarım, ya da (Aksoy’un söyleyişiyle) ‘kötü yazılar’ için. Gerçekten, ‘kötü’ yazılar, ‘kötü’ kitaplar üzerine yazı yazmanın yararına hep inanmışımdır: Birtakım sorunlar, o yazılar, o kitaplar dolayısıyla yeniden tartışılabilir. Beni ilgilendirmeyen yazılar, kitaplar, ‘vasat’ yazılar, ‘vasat’ kitaplardır.” (Roman ve Yaşam, 71) Bir roman üzerine yazmayı nelere göre belirlediği ortada Fethi Naci’nin… Buradaki bakışı onun, hem güzelduyusal hem de ahlaksal yaklaşımlar içeriyor… Ama üzerinde yazacağı romanı seçince bir kez, yaklaşımında yalnızca CUMHURİYET KİTAP SAYI 963