Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gültekin Emre’yle ‘Yitik Kent Ankara’ ‘Ankara yalnızlaştı; hem siyasi hem edebi ven var sokaklarda. Ama benim aklım ülkemde, arkadaşlarımda, akrabalarımda, karımla oğlumda, Ankara’daydı. Unutması zor günlerdi. Evet, Konya’nın Hadım’la Taşkent kasabalarının arasında yer alan Kongul köyünde doğdum. Köy, artık bende çok silik bir fotoğraf. Yine de epeyce şey yaşamışım ve onları anımsıyorum. Her şeyi yazmadım bu kitaba. Anılarla tıkış tıkış olsun istemedim. Ankara’ya göçümüz önemli. Köyden kente göçün başlangıcına denk geliyor bu yıllar çünkü. Elbette, yetişme dönemimde beni etkileyen Akşehir de var. Konya’da çok fazla yaşamasam da Akşehir’de iki yıl geçirdim annemle. Liseyi bitirince de doğru Ankara’ya… Daha yazılacak pek çok şey var o yıllara, köye, Akşehir’e, Erzincan’a, Ankara’ya ilişkin. Onlar da ömrümün ikinci defterinde yer alacaklar. Yaşadığımız mekânlar önemlidir, bizi belirlerler çünkü. Kimi zaman bir anne gibidir kentler. Öyle sıcak, içten ve koruyucu! Kimi zaman hep siyasetle, evin geçim derdiyle uğraşan asık yüzlü, yorgun bir baba gibidir; o yüzden korku salar insanın yüreğine. Bazen de bir sevgili gibi kışkırtıcı, coşturucu, düşlerle yoğrulu… Ankara’nın 1956’dan 1980’e kadar olan değişimi de yer alıyor kitapta. Ben büyürken, gelişirken Ankara da dallanıp budaklandı. Eski elbiselerini bir bir çıkardı, modern giysiler giyindi. Çağdaş, kültürle yoğrulu, insanı rahatlatan, güven veren bir kent olabildi mi? Bilmiyorum. Benim yaşadığım dönemin Ankara’sıyla bugünün başkenti arasında çok fark var. Kentin tarihi, özü, eski mimarisi ve içi iyice boşaltıldı sanki. Tarihi Kızılay binası yok artık. Gençlik Parkı da yok oldu. Yeni yetişen kuşak kentin tarihi dokusunu, eski kültürünü bilmeden büyüyor. Her yere gökdelen dikmeyi, olur olmadık yere göbek yapmayı ve çevre yolu açmayı çağdaşlık sanan bir yönetimin uygulamaları, eskiden hızla kurtulmaya yönelik. Heyamola Yayınları’nın bir süre önce başlattığı “Türkiye’nin Kentleri” dizisine son olarak Gültekin Emre’nin “Yitik Kent Ankara”, İrfan Yalçın’ın “İçimdeki Zonguldak”, Tülay Kayar’ın “Muğla’da Güz Baharı” ve İbrahim Dizman’ın “Denize Düşen Dağ Ordu” kitapları eklendi. Bunlardan henüz ilkini okuyabildim. Bu önceliğin bir nedeni var elbette: O yılların bir bölümünde ben de Ankara’da ve aynı okulda, DTCF’de (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) öğrenciydim. Ne var ki Gültekin Emre 1974 mezunu, ben 1978 mezunuyum. Birinin bizi kantinde tanıştırdığını, DTCF’de ilk ve son kez o sırada konuştuğumuzu anımsıyorum. Zaten 1980’de de Berlin gurbetine gitmiş. Halen de orada. Sorularımızı da oradan yanıtladı. Ë Adil İZCİ itik Kent Ankara”, bana bir kent kitabı olmaktan önce bir ömrün ilk defteri gibi geldi (Berlin ve sonrası da günü gelince ikinci bir defter olur diyelim); hem yalnızca Ankara değil, Konya ve Erzincan da var. Bu kentlerdeki ömrünüzün ne kadarını yazabildiniz? Kapsamı nelere göre belirlediniz? Ömrümün bir bölümü. Evet, evet, öyle. O yakıcı, kavurucu, insanı canından bezdirici, ölümlerin kol gezdiği, korkunun yüreklere iyice sindiği dönemde geldim Berlin’e. Bir de geldim ki Berlin’e, korku yok, siyasi baskı yok; huzur ve güSAYFA 10 dum başlarda. Berlin geçici bir zorunluluktu; korunmaydı yalnızca. Bir de baktım ki Berlin’e yerleşmeye başlamışım akıp giden süreçte. Ankara benden gün gün uzaklaşmaya başlamış. Silik bir fotoğrafa dönüşmek üzere olan Ankara’nın beni eskisi kadar kendine çekmemeye başladığını görünce, sezince işte o zaman anladım Ankara’yı yitirdiğimi. Bu üzdü beni ama yapılacak bir şey de yoktu. Yaşamım artık Berlin’de sürecekti hep, bu da kesindi. Yazları da Ayvalık’taydık kaç yıldır. Ankara’ya çok seyrek gitmeye başlamıştık üstelik. Ankara’da ise eski durmadan yok ediliyor ve yerine abuk sabuk binalar, göbekler, çevre yolları yapılıyordu. Kenti tanıyamaz, yolumu bulamaz hale gelmiştim. Ankara’nın benim için bittiğini, peşimden gelmediğini anlayınca da soğudum oradan ve kenti yönetenlerden. Benim Ankara’mın canına okumuşlardı çünkü. Benim yaşadığım dönemin Ankara’sını yok ettiler göz göre göre. Yerine başka bir kent kondurdular beni bağrına basmayan, bana hiç çekici ve sıcak gelmeyen. Ankara, eskiden leğende çamaşır yıkayan ve yıkadığı çamaşırları düzgün asan, sonra da bunları güzelce ütüleyen bir kadın gibiydi. Bu kadının kocası çalışkandı, dürüsttü ve orta halliydi. Şimdi çamaşır lar çamaşır makinesinde yıkanıyor. Kadınlar çamaşırlarını düzgün asmıyor. Buruş buruş giysileri giydiriyorlar evdekilere. Bu kadınların kocalarının gözleri fıldır fıldır. Başkasının cebine, namusuna gözlerini dikmiş vaziyette dolaşıp duruyorlar başkentin sokaklarında. Bu kent beni ürkütüyor ve onunla benim hiçbir ilişkim yok artık. “Yitik Kent Ankara”yı, bir ömür defteri olarak nitelemekte ısrarcıyım. Aylarca bir aynanın önünde gibiydiniz herhalde. Hayatınızın hakkını verdiğinizi söyleyebilir misiniz? Memnun musunuz kendinizi ve bunca olan biteni görmekten? “Ömür defteri” bence de doğru bir tanımlama. Önsöz’de de yazdım: “İlkin fotoğrafları döktüm önüme; neyim var neyim yoksa./ Sonra kitapları aldım elime./ Daha sonra belleğimi köşe bucak yoklamaya başladım./ Unuttuğum anılara ulaşmaya çalıştım, ama nafile!/ Giden gitmiş, kalanları bir sıraya koyayım istedim./ Baktım, olmuyor./ Oturdum bir yerden başladım./ 1956–1980 Ankara’sı ve ben iç içe geçtik./ Bazen Ankara öne çıktı ben geride kaldım, kimi zaman da tersi oldu.” Hayatımın hakkını verdiğimi söyleyemem elbette. Çok şeyi yazmadım ve pek çok şeyi de unutup gitmişim. Kitabı yazıp bitirdikten sonra da pek çok şeyi anımsadım bilinçaltımın bana hazırladığı o doyumsuz sofrada. Ama hayıflanmadım yazmadığım anılarım için. Her şeyin ortaya dökülmesi gerekmiyor çünkü. Onun için de, anımsadıklarımla, yazdıklarımla kendime dönüp baktım ve yüz yüze geldim geçmişimle, yaşamımla. Kendimi ve yaşadıklarımı, gözlemlediklerimi dupduru görmekten, onları yapyalın ele almaktan çok mutluyum. Evet, çırılçıplak geçtim aynanın karşısına içimde, bilinçaltımda ne varsa bir bir havalandırdım ayıklaya ayıklaya. Yeniden yaşayarak kimi şeyleri, çünkü hep hüzün vardı hayatımda, kiminde gözlerim yaşararak yazdım “Yitik Kent Ankara”yı. Ankara, ayrıca farklı bir kent biyografisi, bunu da belirtmem gerekiyor. GELECEĞİMİZİ KARARTTILAR... Kitabınızın iddiasız görünümünü sevdim. Öyle “tarihe belge bırakmak” gibi bir savınız yok. Yine de 1970’lerin Türkiyesi’nden, Ankarası’ndan önemli gözlemler, tanıklıklar dikkat çekiyor. Bu yönüyle de önemli bir iş yaptığınızı düşünüyorum. Bir bakıma korkunç yıllardı onlar. Ne dersiniz? Evet, gerçekten de korkunç yıllardı. Nasıl ayakta kaldığıma hâlâ şaşıyorum. Ölmemiş olmam ise tam bir mucize. Çünkü kim vurduya gitmek yaşamımızın bir parçasıydı sanki o yıllarda. Sabah işe gidip de akşam evine dönemeyen ve bir köşede öldürülen ne çok insan oldu. Ne çok acı yaşandı ve ne kadar çok yürek dağlandı. O günün yaraları hâlâ sarılamadı. O günlerin yöneticilerinin sorgulanmamış, yargılanmamış, halkımızın karşısında hesap vermemiş olmamalarına ne diyeyim! Asıl suçlu onlar. Bizi böldüler, parçaladılar, yok ettiler. Geleceğimizi kararttılar, gençliğimizle, umutlarımızla, sevdalarımızla oynadılar. Kıydılar bizi; bizi birbirimize kıydırdılar, kırdırdılar. O yıllardan korkuyu üstümden hâlâ atamadım. Kalabalık yerlere, kuytu sokaklara... gidemiyorum; duramıyorum öyle yerlerde. Evet, 19691980 arasının siyasi ortamının da yer yer tanıklığı var kitapta. Kendimi öne çıkarmadan ortamı ele almaya çalıştım çoğu zaman. Gerektiği zaman ben de yer aldım elbette o olaylı yıllarda. Anonimdi çünkü çektiğimiz acılar, yaralanmalar, ölümler, işkenceler, hapishaneler. Yine de belgesel bir yanı var hiçbir zaman geri gelmeyecek o günlerin. Yine o yılların edebiyat insanları da ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 963 “Y YİTİK NİTELEMESİ Bu “yitik” nitelemesiyle neleri vurgulamak istiyorsunuz? Hem “yitik”, hem bunca ayrıntılı yazabilecek kadar da belleğinizde?.. Ankara uzun bir süre peşimden geldi Kavafis’in şiirindeki gibi: 1980’den beri yaşadığım Berlin’de yeni ülkeler, yeni denizler, yeni sokaklar, yeni mahalleler buldum bulmasına ya, 19561980 Ankarası’nda yaşadıklarımı, kentin bende bıraktığı izleri unutamadım. Çocukluğumun, gençliğimin geçtiği Ankara mahallelerini, sokaklarını, evlerini aradım her gittiğim yerde. Pek çok görüntü peşimden geldi yıllarca, beni hiç yalnız bırakmadılar. Dönmeyi ve yerleşmeyi düşündüğüm, gönlümün başkentiydi Ankara. Berlin’e yerleşeceğimi düşünmüyor Gültekin Emre, Remzi İnanç’ın evinde edebiyatçı dostlarıyla. Ortada okul yıllarında Ankara’da (1963, 1968). Altta ise DTFC’nin bahçesinde...