19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ kültür hazineleri için kullanılamaz. Bir Tac Mahal, yapanların hiç hak etmediği önyargılı bir sıfat olsa gerek. Doğan Kuban ve Ergun Çağatay birlikte... GÖÇER KÜLTÜRÜNDE KADIN EN SAYGIN Vurgu yapılan bir noktada İslam ülkelerinde ender rastlanan bir durum olsa da, Türklerin göçer kültüründe kadının saygın yeri... Türk geleneklerinde, çok gerilerden Türklerin ilk anayurdu sayılan Kuzey Moğolistan ve Güney Sibirya’dan bugüne kadar uzanan toplumlarda kadının hep seçkin bir yeri olmuş, Türk kadını erkeğin eşiti sayılmış. İslamiyeti kabul etmesinden sonra Bektaşiliği başlatan ve bu tarikatın ruhani lideri olan Hacı Bektaş Veli’nin, 1300’de müritlerine uymalarını emrettiği kuralların ikincisinin “Kadını eğit” olması, o zamanın tarihi çerçevesinde olağanüstü ileri görüşlü bir iradedir. Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin üstesinden gelmek zorunda olduğu başlıca ne gibi sorunlar var? O kadar çok ki.. Değişik alanlarda büyük ölçüde yetişmiş eleman açığı; yolsuzluk; tabii kaynakların verimli bir şekilde kullanılması; yeni yatırımlar; ekonomik ömrünü tükettiği için sökülen fabrikaların yerine yenilerinin yapılması ve her şeyin ötesinde yönetim çarpıklıkları ve beceriksizliği. Bunun gibi çözümü yıllar alacak sorunların birkaçını buraya aldım. Gittikçe azalan ümidim, Türk devletleri dünyasını dolduran mantık dışı tartışmaların bir kenara itilerek herkesin ortak faydalanacağı bir çalışma ortamının yaratılması. ‘TÜRKLER TARİHLERİNDEN DERS ALMALI’ Türk insanı kendini doğru tanımıyor ve ‘tanımlamıyor’ değil mi? Az, çok az tanıyor. Yanı sıra, memleketimizde sergilenen ilgisizliğe şahit olmak gerçekten umut kırıcı. Memleketim insanının kendi kültürüne karşı akıl almaz duyarsızlığı, ilgisizliği ve bilgisizliği inanılmaz boyutlardaydı. Bu nedenle şartlar, “Türkçe Konuşanlar” kitabının ilk önce İngilizce basılmasını kaçınılmaz kıldı. Tarihin çöplüğü, askeri ve ekonomik güçleri ne olursa olsun, kültürünü koruyamayan kavimler, devletler ve imparatorluklarla doludur. Türklerin hiç olmazsa kendi tarihlerinden ders almaları gerekir. Kurdukları çok sayıda imparatorluk, en büyük zayıflıkları olan kültür ve bilgi yoksunluğu nedeni ile dağıldı. Korumasız ve sahipsiz kalan kültür nüvesinin, hemen bir başka kültür tarafından emilip yutulduğu gerçeğini geçmişte defalarca yaşamamıza karşılık unuttuk. Bir değişim başlatmak umudu ile Türklerin Güney Sibirya’dan, Kuzey Moğolistan’dan başlayan; Çin, Orta Asya, Hindistan, Anadolu, Balkanlar ve Orta Avrupa’ya kadar yayılan bir coğrafyada ortak kültür yaratan uzanışının ancak ufak bir bölümüne ışık tutmak adına hazırladık bu kitabı. Doğan Kuban Hoca ile kitabın izlemesi gereken yol haritasını saptamak için zaman zaman fikir alışverişi yapıyorduk. Galiba en benimsediğimiz konu, Türklerin Güney Sibirya’dan Avrupa ortalarına uzanan iki bin yıllık değişimi ve büyük göç macerası fikri oldu. Konu devasa boyuttaydı. Bunun altından çok seçici olarak ve sadece bir kesitini yansıtarak kalkabileceğimizi düşündük. ? [email protected] ‘Türkçe konuşan toplulukların tek kimlik kanıtı dildir’ Ë Doğan KUBAN karşın bozkır Türklerinin tarihinden geriye pek az tarihi belge kalmıştır. ‘İSLAMIN ŞAMPİYONLARI TÜRKLER’ İslamın en önemli topraklarında hükümdar olan Türkler İslamın şampiyonları olarak tanındılar. Ortaçağlardan beri önce Selçuklular, sonra Osmanlılar Avrupa tarih yazımında Hıristiyanlığın ve dolayısıyla Avrupa’nın ve hatta medeniyetin düşmanı statüsüne oturtulmuşlardır. Bu barbar ve Müslüman Türk imajı ortaçağ kökenlidir. Avrupa’nın Türk bilinci Hunlar, Bulgarlar ve Macarlarla değil Haçlılarla başlar. Avrupa şiirinin Haçlılar zamanından günümüze kalan ilk örneği Türklerden söz eder. İlk Haçlı seferinden önce Halep, Şam, Antakya, Homs ve Kudüs’ü bir süre Selçuklu atabeyi Atsız fethetmişti. Haçlılar Türk sultan ve komutanlarıyla, Selahaddin’le, Memluklarla ve çok sonra Osmanlı Türkleriyle savaştılar. Türk imajı tüm tarihin barbarlarının yerini aldı. Türkler “öteki”nin en mükemmel örneğiydi. Onlar “sarı tehlike”nin parçası ya da çok kullanılan “Mamma, i Turchi!” (Anne, Türkler!) deyiminde olduğu gibi İtalyanlar için korkunun simgesi ya da Otello’da olduğu gibi katıksız nefretin dışavurumu olabiliyordu: “…vaktiyle Halep’te, bir Venedikliyi dövüp devlet aleyhinde söz söyleyen ahlaksız bir keçekülahlıyı boğazından yakalamış ve sünnetli köpeği böyle gebertmiştim.” Karamazov Kardeşler’de İvan Fyodorowich kardeşine Bulgaristan’daki Türkleri anlatır: “Yakıyor, öldürüyor, kadın ve çocukların ırzına geçiyorlar, esirleri kulaklarından çitlere çakıyorlar ve sabaha kadar öylece bıraktıktan sonra sabah asıyorlar.” MERKEZ İSLAMDA ÜÇ KİLİT Merkez İslam tarihinde başlıca üç etnik ve dil grubu vardır: Araplar, İranlılar ve Türkler. Tevrat dünyası bir bakıma Arapları Avrupalılara daha kabul edilebilir, HintAvrupa dil geçmişi de İranlıları duygudaş kılmıştır. Ancak Türkler her bakımdan Avrupalılara yabancıydı. Türkçe konuşan halklar için önemli bir engel göçerlikleriydi. Araplarla İranlılar coğrafi konumlarıyla tanımlanabilirken, Türkler Çin’de, Orta Asya’da, Hindistan’da, İran’da, Mısır’da, Rusya’da ve Balkanlar’da, başka bir deyişle hiçbir yerde ama her yerde olabiliyordu. Yazılı tarih yerleşik yaşayan insanların yarattığı bir şey olduğuna göre, hareket eden insan topluluklarının, göçerlerin tarihi tarihçilerce kolaylıkla bir çerçeveye oturtulamıyor. Bu nedenle, Asya ve Avrupa tarihinin tüm katmanlarına katışmış olan bazıları yerleşik, bazıları göçer ya da yarı göçer olan Türkçe konuşan halkların tarihi parçalı olmaya devam etmektedir. Türklerin parça parça tarihini içeren bu antolojideki makaleler ve Türkçe konuşan halkların dağınık yaşamını yansıtan bu fotoğrafların amacı, Avrasya tarihinin önemli bir bölümünün tekrar inşa edilmesinde yeni ufuklar açmaktır. ? SAYFA 5 T Türkçe Konuşanlar/ Ergun ÇağatayDoğan Kuban/ YEM Yayınevi/ 495 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 951 ürkçe konuşan toplulukların karmaşık tarihinde süregelen tek kimlik kanıtı dildir. Ortaçağların İtalyan tüccarları Selçuklu Anadolu’yu “Turchia” olarak adlandırıyordu. Bu hükümdar ya da boylara verilen ad değil Türkmenlerin konuştuğu dilin adıydı. Ama dil birleşik kültürün bir sembolü olmamıştır. Farklı biçimlerde birbirleriyle ilişkili olmalarına karşın ne Delhi’nin Türk sultanları, ne Anadolu’nun Selçuklu hükümdarları veya Mısır Memlukları ya da Güney Rusya bozkırlarının Kıpçakları birleşmiş bir kültür âlemini temsil etmezler. Aslında Türk göçerlerle Avrasya’nın yerleşik toplulukları sürekli sıkı bir etkileşim içinde yaşadılar. Sayısız ırk ve inançla karışan Türk göçerler modern döneme kadar uzanan büyük imparatorluklar kurdular. Çok sayıda hanedan ve devlet kurdular; bozkırlarda bir dizi imparatorluk, Çin’in Wei hanedanlığı, Uygurlar, Hindistan’ın Türk hanedanları, Hazarlar, Volga Bulgarları, Rusya Tatarları, Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklar, Timurlar, Memluklar ve Osmanlılar ve bir sürü başkası. Pagan, Çin, Budist, Hint, İran, İslam, Hıristiyan, Yahudi birçok etnik grupla karışarak Avrupa ve Akdeniz kültüründe gelişmeler gerçekleştirdiler. Türkçe konuşan halklar (ya da Türkler) bu tarihi ve coğrafi alanda dil sürekliliğini her zaman korumuşlardır. Türkçenin yaygınlaşması göçler ve fetihler, başka halklarla asimilasyon ve ortakyaşam tarihine rastlar. Bu süreklilik kültürel bir tekdüzeliğe değil sürekli bir dil bilincine işaret eder. Basit karşılaştırmalı bir örnek bu sürekliliğin özelliğini göstermeye yeterlidir: ‘Bir’ sözcüğü Turfan’da ve İstanbul’da aynıdır ama Almancada ‘ein’, Fransızcada ‘un/une’dür. Avrupa dilleriyle karşılaştırıldığında Türkçe lehçeleri arasındaki tutarlılık etkileyicidir. Skandinavyan (Old Norse) ile Anglosakson arasındaki fark, bozkır Türkçe lehçeleri arasındaki farklardan daha çoktur. Orta İngilizce’nin biçimlenmesi 1066’da Norman istilasıyla başlamıştır. Aynı dönemde Orta Asya Türkleri Kutadgu Bilig ve Divanı Lügat itTürk’ü üretmiştir. Chaucer yazılarında İngilizce konuşma dilini 15. yüzyılda kullanmış, Yunus Emre ise Türkçe şiirlerini 13. yüzyılda Anadolu’da halk dilinde yazmıştır. Öte yandan, Türklerce kurulan devletler çok dilli, çok etnik yapılı ve çok dinli olmuştur. Saray dili genellikle Türkçe olmuş, ancak pek çok Türk devletin yönetiminde kullanılan dil Farsça, Mısır’da ise Arapça olmuştur. Dini dil de Arapçadır. Askeri teşkilat genellikle Türk kökenli idi. Göçerlerin yerleşik düzene geçişlerinin karmaşık süreci içinde Türkçenin yaşamını sürdürmesi ancak tek tek fertlerin dil bilinci ile açıklanabilir. Önceki egemenliklerden geriye kalan arkeolojik parçalar gibi Avrupa ve Asya’da Türk ve Türkçe konuşanların soyundan gelenlerin oluşturduğu cepler vardır. Moldava’daki Gagavuzlar ve Ukrayna ve Litvanya’daki küçük Karaim Yahudi toplulukları ve Rusya’daki hayli asimile olmuş Çuvaşlar hâlâ Türkçe lehçeleri konuşmaktadır ve dil kimliklerini yüzyıllar boyu korumayı başarmışlardır. Orhun yazıtlarının 8. yüzyıla tarihlenmesine
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle