27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Değinmeler MUSTAFA ŞERİF ONARAN yanlışlara düşebiliriz. GÜNÜMÜZE AÇILAN KAPI “99 BEYİT”i düzenleyenler yanlış okumalar yanında dizgi yanlışlarına da yeterince özen göstermemiş. Bu durum aruz ölçüsünü iyi bilmedikleri kuşkusuna yol açıyor. Oysa “aruz”, divan şiirine girişin eşiğidir. Beyitler düzenlenirken aruz ölçüsü gösterilmese bile, “çevriyazı”yla genç okurlar için okuma kolaylığı sağlanabilirdi. Belki de Konur Ertop’un anımsattığı yanlışlara düşülmemiş olurdu (Cumhuriyet KİTAP, “Divan Şiiri Yayımlamanın Önlenebilir Güçlüğü”, 27 Mart 2008). Dışımızdaki hızla içimizdeki yavaşlık arasındaki çelişkiyi anımsatan Melike Koçak, geçmişe bakmanın iyileştirici özelliklerini de gösteriyor: “Teknolojinin açtığı yolda yürümekteyken, maddenin hâkimiyetine çoktan girmişken, hızdan başımız dönmekteyken; konuşmaz, konuşamaz olmuşken, beynimizde, zihnimizde, dilimizde, ruhumuzda kocaman delikler, boşluklar açılmaktayken bir şeylere tutunmalı, bir şeyleri korumalıydık yalnızlığımızı, yabancılığımızı, kimsesizliğimizi aşmak; hastalıklarımızı sağaltmak için” (ARALANAN KAPILAR). Duyarlı kavramlara baktığımız zaman divan ozanlarının da dünyayı değiştirebilecek bir şiir gücüne vardıklarını görebiliriz. Şeyh Galip insandaki bu gizilgücü sezdiği için olsa gerek; “Hoşça bak zatına kim zübdei âlemsin sen!” demiş. Her zaman yanlış bir şey olmuş, eksik bir şey dünyanın dengesini bozmuş, Fuzuli gibi bir ozan, onu iyileştirmek için kendini görevli saymıştır: Hani bir beyit vardı arınlara hangi ozandan kaç şiir kalacak? Kalıcı şiirin özellikleri nelerdir? Değişen şiir anlayışları karşısında o özellikler de değişmiyor mu? “Hani bir şiir vardı” deriz de, eskiden yazılmış bir şiiri bozulmayan bir duyarlık içinde anımsadığımız olur. Belki bizim beğenimiz biraz gerilerde kalmıştır. Belki söyleyiş biçimindeki kişilik, alışılmayan imgelerindeki şaşırtıcılık daha aşılmamıştır. Belki de içimizdeki anı yumağının çözülmesi, şöyle bir dalıp gitmemize yol açmıştır. Havayı yavaşça tokatlar gibi, Ahmet Paşa’nın bir dizesi geçer içimizden: “Bir vakt olur ki derler o da bir zaman imiş.” Y Daha dünkü şiirler eskiyip anlamını yitirirken, XIII. yüzyıldan günümüze doğru, anıt gibi duran dizeler de var. Dünya görüşü, yaşama biçimi değişmiş, şiir dili evrim geçirmiş, ama içimizin uzağında bizi yalnızlığa bırakan bir sevi ilişkisinin izi silinmemiştir. Divan şiiri geleneğinden tanıdığımız yalnızlıktır o! Biraz Osmanlıca bilmek, “metin şerhi” dediğimiz anahtarla o eski bahçenin kapısını aralamak gerekecektir. Gene de şiiri anlamak, şiirdeki gizli güzelliği sezmek anlamına gelmez. O, “derin görü”yü gerektiren bir birikim işidir. “Derin görü” dediğimiz beğeniyi geliştiren duyarlık, divan şiirindeki gizli güzellikleri sezmeyi kolaylaştırabilir. “Metin şerhi” anlayışından yola çıkarak nice beyitleri yorumlamak o şiirsel derinliği kavramaya yetmez. ATAÇ’IN ANIMSATMALARI Nurullah Ataç, “Devrimci miyiz, bırakacağız geçmişi” diyordu ama, divan şiirinin büyüsünden kendini bir türlü kurtaramıyordu. Ataç, Choderlos de Laclos’nun mektup biçiminde yazılan romanı “Tehlikeli Alâkalar”ı dilimize çevirirken, kimi duyarlı kavramların karşılığını divan şiirindeki beyitlerde bulmuştur. Örnekse, ‘28. Mektup’ta; “... benim gönlüm için yaratılmış bir siz vardınız; yalnız sizin için yaşayacağıma sevine sevine yemin ederdim” sözleri var. Ataç, Nevai’nin bir beyitini anımsıyor: müyü açmanın anlamı yok mu? Asuman Susam diyor ki: “... bugün biz biliyoruz ki divan şiiri yalnız aşktan meşkten, şaraptan, sevgiliden ve Tanrı’dan söz eden bir edebiyat değildir. Romantik bir şairaneliğin çocuksu bir ilhamla dışavurumu hiç değildir. Biçimsel özelliklerindeki katı, zorlayıcı yan bir tarafa, içerik açısından baktığımızda da katmanlı, hacimli bir edebiyatla karşılaştırır bizi” (GELENEĞE BAKMAK). Asuman Susam’ın açıklaması, körü körüne yadsımakla körü körüne bağlanmanın çelişkisinde, o imge dünyasının gücünü gösteriyor: “Bir varoluşu yıkıp yerine yeni, devrimci öze sahip bir şey oturtmak için yıktığımızın ne olduğunu iyi bilemezsek önermelerimiz tutmaz. Geçmişe hayranlıkla onu taklit yoluyla yaşatmaya çalışırsanız da asılları yanında yaptığınız şeyi değersizleştirirsiniz; çünkü yapılan bugünü karşılamaz.” Yahya Kemal Beyatlı, “Eski Şiirin Rüzgârıyla” da yazdı. Yazdıkları günümüz gerçeklerini karşılamıyordu. Gene de o şiirlerdeki duyarlığı yok sayabilir miyiz? Geleneğin gücünü görmezden gelemeyiz. Ama ona özenmek yerine onu dönüştürmek, çağdaş şiirde kendine özgü biçem kurmak olanaklarını aramalıyız. BİÇEM ÖZELLİĞİNDEN OZANI TANIMAK “99 BEYİT” bir simgedir. Beyitin bağımsızlığı anlayışı, “berceste” özelliği, tek bir şiir gibi etkili olması anlamına gelebilir. Divan şiirinde daha nice “99 Beyit” var. “Keşke şu beyit unutulmasaydı” deriz. Unutulan beyitler bir başka “99 Beyit” oluşturabilir. Seçkiyi düzenleyenlerin de kendilerine özgü bir beğenisi var. Beyitler arasında Sabit’in diye bildiğim bir beyit Şeyhülislam Yahyâ’ya mal edilmiş: “Bu işretgehin itmamında bir taş olmasa noksan Beni yerden yere nakleylemezdi dehr sultanı.” ŞİİRİN SULTANLARI Dıştan bakınca çoktan defteri dürülmüştür divan şiirinin. İçten bakınca o eski yalnızlık, sevi ilişkilerindeki incelik, içimizin bir uzak yerinde yaşayan duyarlıklardır. Bu yüzden “99 BEYİT”e yeni “99 BEYİT”ler eklenmelidir. Divan ozanlarının kendilerini önemsemesini de yadırgama yanlışına düşmemeliyiz. “Sühan mülkünün sultanı benim” diyen Baki Efendi’ye Cahit Külebi hak vermedi mi? “Hak tanıktır kim dirilikten bana sensin murad Yoksa âlemin yoğu varı beraberdir bana.” Ataç, “17. Mektup”taki şu sözleri anımsatıyor: “Sizin o şirin yüzünüze, gönlü saran zekânıza, büyüleyici güzelliğinize, bu büyük meziyetlerinizin kıymetini bir kat daha yükselten o da içe işler temiz kalbinize hayran olmak bir suç mudur?” Bu kavramı Nahifi daha etkili söylemiş: “Ölsün mü neylesin olan aşüfte hüsnüne Kurbanın olduğum seni sevmek hata mıdır?” Sanki “93. Mektup”taki şu sözler Baki’nin bir beyitini açıklamak için söylenmiş gibidir: “Bir yandan korkunun azabı, bir yandan haksız şüphelerle onlardan da daha amansız hakikatın verdiği ıstırap, ne düşüneceğimi bilemiyorum; ben ancak mihnet içinde sizi sevmek için yaşıyorum.” Baki, ünlü beyitinde şöyle diyordu: “Şebi yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir Müptelâyı gama sor kim geceler kaç saat.” Zamanın görece olduğunu anlatan bu beyit bir özdeyiş özelliği kazanmış, divan şiirine ilgi duymayanların bile dillerine alıştırdıkları bir beyit olarak yaşamıştır. Bir zamanlar Taşlıcalı Yahya’nın, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi üzerine yazdığı “mersiye”deki bir beyit olduğunu sandığım, “Yanında bunca kulundan bir âdemi bile yok, Beyim, bu nîce seferdir ki ihtiyar ettin!” beyitini, kim söylemiş diye, divan şiirinin usta yorumcusu, hocam Hikmet İlaydın’a sormuştum. Verdiği yanıt, “99 Beyit”i düzenleyen yazarlar için de öğretici olabilir: “Divan şiirinde onbinlerce beyit var. Her birini tek tek anımsayıp bilmek kolay değil. Ama biçem özelliğine bakılırsa Necati Bey’in olmalı.” Gerçekten de beyit Necati Bey’indi; II. Bayezit’in oğlu Şehzade Abdullah için yazılan bir “mersiye”de geçiyordu. Her ozanın biçem özelliğini bilmek olanağı var mı? Her yüzyılda değişen şiir dilinin yapısını nasıl anlayacağız? Toplumsal değişimin, dili nasıl etkilediğini biliyor muyuz? Toplumsal değişimin gündelik yaşama üzerindeki izleri nelerdir? Bizde daha bir “Tarihsel Türkçe Sözlük” yapılabilmiş değildir. Sözcüklerin yapı değişikliği ile anlam değişikliğini yeterince bilmiyoruz. Bu yüzden eski bir şiiri yorumlarken “Bir lutfu çok mürüvveti çok padişah idi Baki Efendi de.” Ama sultanlığını bildiren yalnız Baki Efendi değildi ki! Şeyh Galip de sesini yükseltiyordu: “Sultanı sühan menem, diğer nist.” Divan edebiyatının tek bir sultanı olacak değil ya! Osmanlı sultanları bile; “Muhibbi” mahlasıyla Kanuni Sultan Süleyman, “Avni” mahlasıyla Fatih Sultan Mehmet, “Selimi” mahlasıyla Yavuz Sultan Selim sözün de sultanı olmaya soyunmuşlarsa, gerçek ozanların kendini önemsemesini çok görmemeli. “Hani bir şiir vardı” diye eskimeyen bir şiiri anımsadığımız olur ya, Koca Ragıp Paşa’nın dizeye verdiği önemi düşünerek, eksiksiz bir dizenin gücüne inanmalıyız: “Cevrü cefanı çekmeye sevdi gönül seni. Derdü belaya geldim efendim cihana ben.” Ataç, romanda gördüğü benzerlikleri göstermek için daha onlarca beyiti anımsatıyor. Demek ki dizelerde çağdaş duyarlığı anıştıran incelikler var. Demek ki divan şiirinin toplumdan kopuk bir şiir olduğu anlayışından uzaklaşacağız. ‘GELENEĞE BAKMAK’ Divan şiirine yakınlık duyan üç edebiyat öğretmeni; Makbule Aras, Asuman Susam, Melike Koçak “99 Beyit” ele alarak, bunları yorumluyor, o “gizli gömü”yü günümüz okurlarına tanıtmaya çalışıyorlar (99 BEYİT, Divan Şiirinden Beyitler ve Çözümlemeleri; Can Yayınları, 2008). Çağdaş edebiyatı oldukça yakından tanıyan genç yorumcuların divan şiirine bakışları anlamlıdır. Divan şiiri geleneği güncel şiiri anlamayı kolaylaştırabilir mi? Yoksa o göSAYFA 28 “Eğer maksud eserse mısraı berceste kâfidir.” Gene de beyitin bağımsızlığını düşünerek “hani bir beyit vardı” demek, eskilerden günümüze gelen duyarlığı anımsamak, daha anlamlı olacak. Nice “99 BEYİT”lere... ? Bu sayfayla iletişim kurabilmek için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz: MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sok. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11 236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 951
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle