Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kısa Kısa... Kısa Kısa... Kısa Kısa... Taşrada Şiire Tutunmak Ë Musa SEYİRCİ Nedret Gürcan yünde stajyer öğretmen olarak çalıştım. Bu süre içerisinde hemen her cumartesi günü Nedret Ağabey’le tanışmak için Dinar’a geldim. Tanışma cesaretini gösteremedim. Aradan yıllar geçti… Sonraları teröre kurban verdiğimiz dönemin Kültür Bakanı Sevgili Ahmet Taner Kışlalı’nın çağrısıyla 1978 yılında Afyonkarahisar’a kurucu il kültür müdürü olarak atandım. Müdürlüğü, sınırlı olanaklarla kurduktan sonra, çalışma arkadaşım Ahmet Topbaş’la birlikte halk bilimi araştırmalarından tiyatroya varasıya dek tam bir kültür seferberliği başlattık. Bu çalışmalarımız çok kısa sürede basının dikkatini çekti, halk tarafından kabul gördü. Bir alan araştırması sırasında 1979 yılı başlarında Dinar’da Nedret Ağabey’i ziyaret ettim. Beni güler yüzle karşıladı, Çabuk kaynaştık…O gün benim çalışmalarımdan, Fakir Baykurt’tan, Aziz Nesin’den, Suat Taşer’den, Tarık Dursun K.’dan konuştuk. ŞAİRLER YAPRAĞI Bu söyleşimiz sırasında 19541957 yılları arasında Dinar gibi küçük bir ilçede Şairler Yaprağı adlı bir edebiyat dergisi çıkardığını söyledi: Bu dergi o dönem edebiyat dünyasında öylesine ünlendi ki Aziz Nesin’den bir mektup aldım. Aziz Usta mektubun bir bölümünde şöyle diyordu: “Biz Habeşistan Savaşları’na kadar Adis Ababa denilen yerin nerede olduğunu bilmiyorduk. Şairler Yaprağı’ndan sonra seni ve Dinar’ı öğrendik. Senin ilçen neden bir pehlivanın (Dinarlı Mehmet Pehlivan) adı ardına takılır anılır, anlamam, ortada bir şair varken.” Onunla ilgili yazdığım yazılarda; Nedret N edret Ağabey’in yapıtlarını yeniden okurken onun ilk kez adını ne zaman duyduğumu düşündüm. 1960’lı yıllarda IspartaGönen İlköğretmen Okulu’nda öğrenciyken okulumuzun büyük salonunda cumartesi akşamları şiir matinesi düzenlenir, ardından da yerli veya yabancı bir film izlenirdi. Okul şehir merkezinden uzakta ve yatılı olduğu için bu etkinliğe tüm öğretmen ve öğrenciler katılırdı. Bu şiir etkinliklerinde Nedret Gürcan’ın, Aşk Marka Düdüklü Tencere İlanı adlı şiiri çoğunlukla okunurdu. Sevginin en coşkun bir biçimde yaşandığını vurgulayan bu şiiri, şiir meraklısı öğrencilerin çoğu ezbere bilirdi. Şiirin dizeleri şöyle: Getir, bana bir tencere getir Koy kalbimin üstüne Eğer kaynatmazsa fıkır fıkır Yüzüme tükür... Öğrencilik yıllarında tam bir şiir tutkunuydum. Varlık ve Yeditepe Yayınları’ndan çıkan neredeyse tüm şiir kitaplarını alıyordum. Bu yayınlardan çıkan kitapların ederi –köy kökenli biz öğrencilerin bütçelerine uygundu. Yeditepe Yayınları arasında çıkan Gürcan’ın İki Beyaz Çizgi (1963) yapıtını aldım. Yapıtı okurken ozanın daha önce iki şiir kitabının daha çıktığını öğrendim: Yaşadıkça Aşk (1953) ve Festival (1956). Bu yapıtları o zamanlar bulamadım, çok sonraları kendisi bana imzalayarak verdi. 1969 yılının ŞubatMart aylarında ozanın ilçesi Dinar’a çok yakın olan Kaplanlı kö Nedret Gürcan Gürcan, kasaba insanının şairi demiştim. Gerçekten de Türk şiirinde kasaba insanın aşklarını ,tutkularını, istemlerini, beklentilerini, acılarını akıcı ve kıvrak diliyle onun kadar iyi anlatan bir başka ozan yoktur desek yeridir. Dinar depremi sonrası Ankara’ya yerleşen ozan iki güzel anı kitabı yayımladı: Benim Sevgili Taşram (2003) ve Yaşanmış Taşra Öyküleri(2005). Bir de roman: İzmir’de Üç Gün Bir Gece(2007). 1950’li yılların başında çıkardığı Şairler Yaprağı’na İzmir’den şiirler gönderen Mehlika’nın romanıdır, İzmir’de Üç Gün Bir Gece. Romanın konusu yaşanmış, gerçek bir olaydır. Çok güzel bir kadın olan Mehlika, çocuk yaşta annesini kaybeder, babasının yanlış bir kararı sonucu oldukça kötü bir evlilik yapar ve Ankara’dan İzmir’e taşınır. İzmir’de olumsuz koşullarda üç çocuğuyla yaşarken bir yandan da şiirler yazarak, yazdığı şiirleri edebiyat dergilerine bu arada Nedret Gürcan’ın dergisine de gön derir. Gürcan, Mehlika’nın şiirlerini Şairler Yaprağı’nda yayımlar. Sonra da yazışmaya başlarlar. Mehlika’nın ısrarlı çağrıları üzerine İzmir’e gelen yakışıklı ve genç Nedret Gürcan, bulunduğu ortamlarda hemen kendine baktıran bu güzel kadınla üç gün bir gece geçirir. Aralarında çok hızlı ancak sonu umutsuz bir aşk başlar. Hayatın zorluklarına ve kocasının aşırı baskısına dayanamayan Mehlika’nın intiharı ile roman son bulur. Baştan sona bir trajedi olan roman, yazarın ilk roman denemesi olmasına karşın son derece başarılıdır. Sanayici olan Gürcan çok erken yaşta şiire başlar, orta sonda okurken ciddi bir hastalığa yakalanır ve eğitimini bırakmak zorunda kalır. Ancak bir kitap tutkunudur, çok okur ve kendisini yetiştirir. Yaşamı boyunca sürekli üreten ozan, Fakir Baykurt’tan Ahmed Arif’e bir çok edebiyat adamıyla dostluklar kurar, büyük kentlere gittikçe onlarla konuşur ve yazışır. Özetle bana göre kasaba aşklarının en büyük ozanı olan Nedret Gürcan’ın yaşamının ve sanatının bütün boyutlarını iki genç bilim insanı Abdullah Şengül ve Döndü Çifci kaleme almışlar: Taşrada Şiire Tutunmak Nedret Gürcan adlı 392 sayfalık kapsamlı yapıtı ortaya çıkarmışlar. Şiirini dilin eğesiyle iyi perdahlayan Gürcan’ın şiir dünyasına girmek isteyen şiir tutkunları, Akçağ Yayınları’ndan çıkan bu yapıtı okumalıdırlar. Yazanların eline sağlık derken, Nedret Ağabey’e sağlık dilerim. Yazımı Nedret Ağabey’in çok sevdiğim ve kendi ilçesindeki bir efsaneyi konu alan birkaç dizesiyle bitirmek istiyorum: “Maiandros suyu benim ilçemden doğar Marsyas’ın flütünü çalarak Güzel Athena’nın armağanı Kral Midas’ın kral yüreğini okşar. Kanlı ellerini Tanrı Apollon’un Ve lir’inin altın tellerini Yıkar tanrılığına dönerek. Maiandros suyu benim ilçemden doğar Akar hala milat öncesinden, Apemeia’dan Ege’ye denize doğru…” (Bulut İndi, Marsyas’ın Flütü, 67.s.) ? Taşrada Şiire TutunmakNedret Gürcan/ Abdullah Şengül, Döndü Çifci/ Akçağ Yay./ 392 s. Ë Şule CEPCEPOĞLU ir kitabı sadece “bir kitaba indirgemeye” çalışanlar, tarih boyunca hep yanıldı. Kitaplar bize, kendimiz dışındakilerin, başkalarının öykülerini anlatırken, onları anlama, deneyimlerini kendi deneyimlerimize katma ve bölük pörçük yaşamlarımızı bütünleştirme, hatta anlamlandırma imkânı da sundular. Tıpkı küçük Francie’nin hikâyesinde olduğu gibi… İrlandalı yazar Patrick Mc Cabe’in kaleme aldığı, “Küçük Kasap” adıyla sinemaya da uyarlanan Kasap Çırağı, Francie Brady adındaki küçük bir çocuğun hüzünlü hikâyesini anlatıyor… Kendisine “Zamanın Efendisi” diyen, çizgi roman okumaktan ve arkadaşı Joe’yla buz kırarken “bir milyon milyar trilyon dolarları” olsa ne yapacaklarını konuşmaktan keyif alan küçük Francie Brady’nin hikâyesidir bu. Son sayfayı çevirip, kapağını kapattığınızda “midenize bir yumruk yemiş” gibi olduğunuz romanda, yazar, yaşadıkları kasabada kendi halinde bir aile olan Brady’lerin, kendi halindeliklerinin adım adım nasıl bir trajediye dönüştüğünü anlatır bize. Usul usul anlatır küçük kahramanımız Francie “hiçbir şeyin birdenbire olmadığını”, hüzünlü ve gülümseyen sesiyle. Hayatı seven, eğlenmeyi ve kahkaha atmayı seven bir hüzündür onunki. Bir çocuk hüznü… Bu nasıl bir şeydir, roman boyunca bütün acıların içinde saklı olan gülümseyişleri atlamadan, hatta çok sarsıcı satırların arasında okura kahkahalar attırarak anlatır yazar; bir çocuğun hüzünlü olması ne demektir? Bir çocuk neye hüzünlenir? Hayal kurar, oyun oynar ve güzel rüyalar görür bazı çocuklar... Bazılarıysa tıpkı Francie gibi, kendisine ait olmayan, olmaması gereken bir hüznü sırtlanır…. B Kasap Çırağı bizi her şeyin en başına, bu hikâyenin başlangıcına ulaşmak konusunda yanılgıya düşürebilir: Her şeyin en başı, iki haylaz çocuğun başka bir arkadaşlarının (Philip Nugent’ın) çizgi roman dergilerini “şakasına” çalmaları olabilir ve o çocuğun annesinin (Bayan Nugent) Francie’lerin evine gelip onlara “domuzlar” demesi. Evet, görünüşe göre bu her şeyin başıdır; “domuzlar” sözcüğüne dikkat etmek gerekir çünkü Francie’nin hikâyesinde domuz, artık adı sıklıkla anılacak bir hayvan olacaktır hatta Francie, Nugent’lara özel bir Domuz Geçiş Vergisi bile uyduracaktır. Yine de, “her şeyin başı” burası değildir belki de: Francie’nin babasının annesini hayal kırıklığına uğratması da olabilir, her şeyin başı. Babasının yetimhanede büyümüş bir “kaybedenler kulübü” üyesi olması, annesinin Francie’ye, “sen sakın beni hayal kırıklığına uğratma olur mu Francie” demesidir belki de. Ve bütün bunlarla beraber her şeyin başı, Francie’nin annesine “dünyanın başkalarını hayal kırıklığına uğratan insanlarla dolu olduğunu” düşündürten kasabaları da olabilir. O kasabanın, duyarlıktan yoksun, “başkalarının acısı”nın üzerinde tepinen insanları olabilir. Öte yandan, öyle görünüyor ki her şeyin başı yoksulluk da olabilir. Bir çocuğun çizgi roman çalmasıyla başlayan süreçte yaşanan her şey, bizi yoksul hayallere götürür. Hayatın tüm açmazlarına, herkesin kendi başının çaresine bakması gerektiği gerçeğine götürür. Küçük Francie için, her şey böyle başlar işte: Asla bilinemeyecek bir şekilde. Evet bilmek mümkün değil belki, ama anlamak mümkün; çatışmalarla, hayal kırıklıklarıyla dolu bir zihnin, nefret, kin ve öfkeyle mücadelesini; önce annesini sonra babasını kaybeden Francie’nin ıslahevleriyle mahallesi arasında gidip gelirken kendine verdiği sözleri: “Francie Brady o. Çocuğun teki değil!” Diplomasını alabilmek için gösterdiği gayreti, kendisine “küçük kız çocuğum” diyen, ona her seferinde Güllerin Azize Teresa’sını anlattıran “Peder Kafası Dumanlı’nın” tacizlerini; beklentileriyle örtüşmeyen gerçekliklerin yarattığı şaşkınlığı anlamak mümkün. Patrick Mc Cabe, Francie’de çok hassas, çok eğlenceli bir çocuk vücuda getirir; öyle gerçektir ki, size hayatınızdaki ve “içinizdeki” Francie’leri hatırlatır. Yazar, Francie’ye Bayan Nugent’ı öldürtür sonunda, acaba demek istediği herkesin içinde kendi cinayetini taşıdığı mıdır? Belki de bu sarsıcı “öldürme” eylemiyle yazarın söylemek istediği, hayal kırıklıkları ve duyarsızlıklarla baş etmeye çalışmanın herkes de bir “ölüme” yol açtığıdır. Ama burada ölen, bir beden değil, hayata ve insanlara duyulan güzel duygulardır. Ve bütün öğretilenleri yalancı çıkarırcasına bir kez daha gördüğümüz, “iyi ile kötünün” karşı karşıya değil, bizzat iç içe, hatta bizim içimizde savaştığıdır.? sulecepcepoglu@gmail.com Kasap Çırağı/ Patrick Mc Cabe/ Çeviren: Avi Pardo/ İthaki Yayınları/ 236 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 951 HER ŞEYİN BAŞLANGICI... Tıpkı insan zihni gibi, romanın çok katmanlı yapısı da SAYFA 24