08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yirminci Yüzyılda Dans Sanatı: Kuram ve Pratik nizm ve Beden Politikaları, Erkek Dansçıya Dair Sıkıntılar, Dans ve Kültürel Çalışmalar, “Türk Usulü” Modern Dans gibi son derece ilgi çekici ve zenginleştirici makaleler var. Söz gelimi Janet Wolff’un Feminizm ve Beden Politikaları adlı yazısında, günümüzün Türkiye’si, kadın bedeni ve tesettür başlığını da hatırlayarak okumalar yapılabilir. Çünkü dinler tarihine baktığımızda kadın bedeni kirli ve gösterilmemesi gereken günaha çağırıcı obje olarak nitelendiriliyor. “Beden, Batı kültüründe, belirli pratiker ideolojiler, özellikle de dişil bedeni kontrol eden ve tanımlayan söylemler tarafından düzenli olarak bastırılmakta ve dışlanmaktadır. Batı kültüründe, beden açıkça marjinalleştirildiği için, dans, niteliği gereği yıkıcı bir aktivite olarak gözükebilir.” Bu yıkıcı eylemin, aynı zamanda kadının özgürlük mücadelesinde son derece önemli bir yere denk düştüğüne işaret ediyor yazar. Yine, Ramsay Burt tarafından kaleme alınan Erkek Dansçıya Dair Sıkıntı yazısı cinsiyet rolleri ve erkek dansçıların konumlanışı üzerine ilginç göndermeler içermekte. Homofobi tanımlaması yapılırken, 19. yy’dan itibaren giderek artan şekilde erkeklerin yumuşak görünmemeleri ve duygusal açıdan kendilerini ifade etmemeleri uygun görülmektedir saptaması yapılırken, balenin ideal dişil dünyaya ait bir etkinlik olarak tanımlanması erkek dansçının alanını daraltmaktadır deniyor. Kitabın son makalesini Arzu Türkmen yazmış. Cumhuriyetin İlk Yıllarında Osmanlı Dansının Dönüşümü başlıklı yazısında Türkmen, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yazılmış olan Selma Selim Sırrı ve Selim Sırrı Tarcan’ın eserlerinden söz ediyor. Bu eserlerin, Osmanlı dans geleneklerinden, dansa daha Batılı bir gözle bakan bir geçişi ifade etmesini,halk oyunlarının 60’lardan itibaren kent bağlamında öğretilmeye başlanmasını anlattığı yazısı ilgiyle okunuyor. Sonuç olarak baktığımda kitap, dansla akademik bir bağı olmayan, hatta yalnızca izleyici olarak konumlanan okurları bile dansın büyülü dünyasının içine alıveriyor. Dansın bedenle ilişkisini derinlemesine tanımlaması ve bedenlerimize dair farkındalık duygusu yaratması bile kitabın mucizelerinden. Martha Graham’ın şu güzel sözlerini aktarmadan yazıyı bitirmek istemiyorum. Şöyle diyor Graham: “Çalışmak için, heyecanlanmak için, yalnızca var olmak için, an’a yeniden doğmalısın. Kendine hissetmek için izin vermelisin, kırılgan olma iznini kendine tanımalısın. Gördüğünü sevmeyebilirsin, bu önemli değildir. Her zaman yargılamak zorunda değilsin. Ancak o şey sana saldırmalı, onunla heyecanlanmalısın ve bedenin canlı olmalı. Ve o bedeni nasıl harekete geçireceğini bilmelisin. Her beden için bunun farklı bir yolu vardır.“ ? Yirminci Yüzyılda Dans Sanatı:Kuram ve Pratik/ Yayına Hazırlayanlar: Şebnem Selışık Aksan, Gurur Ertem/ Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2007/ 308 s. (*) (Ben Neyim) Bugünün Diliyle Mevlana, A. Kadir KİTAP SAYI 942 Farkındalık duygusu yaratmak için Şebnem Selışık Aksan ve Gurur Ertem’in yayıma hazıladığı kitap, dansla akademik bir bağı olmayan, hatta yalnızca izleyici olarak konumlanan okurları bile dansın büyülü dünyasının içine alıveriyor. rafından da benimsenen modern dans, nihayet 1993’de Ankara Devlet Opera ve Balesi bünyesinde Modern Dans Topluluğu (MDT) kurulmasına dek uzanır. Yine yazar, kendi yaşamından yola çıkarak eski İstanbul’u, anı parçalarını anlatırken, sanattaki İstanbulAnkara farklılığını da geçerken çiziktiriverir... ODTÜ Çağdaş Dans Günleri’ni anlatırken, “İstanbul’da daha çok, avangart, bağımsız, özgün olma çabası izleniyor. Ankara’da ise profesyonel, toplu çalışma, geleneksel gösteri anlayışının hâkim olduğu görünüyordu.” der. Şebnem Selışık Aksan tutkuyla bağlandığı görevini yüz akıyla yerine getirirken, babasının 17 yaşında kendisine gönderdiği mektuptaki düsturu da yaşamında bir deniz feneri yapmış. “Önemli olan olumsuzluklara takılmak değil, hayatın getirdikleriyle bütünleşmek, yaşamı dansa dönüştürebilmekti.” YARATICILARIN SESİYLE DANS Kitabın ikinci bölümüyse, geçmişten günümüze dansta birçok yeni yönelimlere, denemelere imza atmış dansçıların yazılarından oluşuyor. Yaratıcılarının Sesiyle Dans adının verildiği bu bölümde, İsadora Duncan’dan Mary Wigman’a, Michel Fokine’den Oskar Schlemmer, Yvonne Rainer ve Martha Graham’a kadar dansçılar kendi bedenleriyle, müzik ve duyguyu bütünleştirmenin farklı yollarını anlatmışlar bizlere. Cesur ve fırtınalı yaşamıyla da öncü kadınlar kervanında yer alan Isadora Duncan, “Sanatta dürüst, sağlıklı ve güzel olanı yansıtmak: işte bu bir dansçının misyonudur ve işte buna hayatımı adarım” derken geleceğin sanatçısına da ışık tutuyor. Bale okullarının yerçekimi kurallarına karşı çıkarak doğanın biçim ve hareketinin karşısında yer aldığını düşünen Duncan, “Dalgaların, rüzgarın, toprağın hareketi hep o sonsuz ve değişmez uyumun içindedir. (...) Özgür hayvanlar ancak kısıtlamalara maruz kaldıklarında doğayla uyum içinde hareket etmenin gücünü yitirir ve onlara getirilen kısıtlamaları ifade eden yeni bir hareket tarzı geliştirirler.” diyor. 1880 doğumlu Michel Fokine ise İsadora Duncan’dan etkileniyor ancak gelenek içinde reformun gerçekleşebileceğini ileri sürerek Duncan’ın dansıyla klasik baleyi buluşturma yolları üzerine düşünüyor. Bale ekolünün temelinde olması gereken doğal hareket öğretimidir, denilerek, bunun altı çizilir. Mary Wigman’sa, “Mutlak dans” olarak adlandırdığı yeni bir form geliştirmeye çalışırken dansın, tüm ifade biçimleri gibi daha yükseltici bir arka planı olmak zorunda değildir; hüzün, acı, hatta nefret ve korku bile duygunun ve dolayısıyla dansçının tüm varlığının güzelce ortaya çıkmasına etken olur görüşüyle, dansta sanatçının sanatını yeniden üretmesinde gündelik yaşamın ve duyumsayışların önemini vurgular. Yine öncü kadın dansçı kimliğiyle uzun bir yaşamı olan Martha Graham kariyeri boyunca canlandırdığı kadın kahramanlarda güçlü ve öncüleri seçmiştir. Gerek tarih gerekse edebiyat alanında yer alan kuvvetli kadın imgelerine eserlerinde yer veren Graham, danslarıyla bu karakterleri yeniden canlandırmıştır diyebiliriz. Kaleme aldığı metinde dans sanatçısının yaratıcılığının beslendiği kaynakları şöyle anlatıyor Martha Graham: “... Sonra ilham diye birşey var. Nereden gelir o? Çoğunlukla yaşam sevincinden kaynaklanır. İlhamı bir ağacın farklılığından ya da denizin dalgacığından, ufacık bir şiirden, durgun suyu yarıp çıkan ve bana doğru ilerleyen bir yunusun görüntüsünden alırım. Sizi anı yakalamaya iten herhangi bir şey olabilir bu.” Duyumsamaların inceliklerinden sözcüklerin büyüsüne varırken, bu sözlerde Martha Graham’ın dansını görürüz adeta... DANS ÇALIŞMALARINDA YAYGIN TEMALAR Kitabın üçüncü ve son bölümü ise Dans Çalışmalarında Yaygın Temalar başlığını taşıyor. Bu başlık altında, Bedenin İnşası: Pedagoji, Toplumsal Cinsiyet ve Bedenleme, Femi ? A. Şule SÜZÜK “Bu gönül ne zaman durulacak bilemem, Ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim, yürüyüp giden de ben.” (*) ans nedir sorusuna nasıl yanıt verirdiniz? Hareket... Hareket nedir? Bir hissin ifadesi... His nedir? İnsan bedeninde bir duygu ve zihnin seçtiği bir fikir sonucunda oluşan tepki.. Kitapta makaleleri yayımlanan dansçılardan Loie Fuller dansın tanımını böyle yapmış. Şebnem Selışık Aksan ve Gurur Ertem’in yayıma hazırladığı kitap, üç bölümden oluşuyor: Giriş bölümünde, Şebnem Selışık Aksan’ın kendi dans serüvenini anlattığı Görev başlıklı son derece içtenlikli bir biçimde kaleme alınmış yazısında tutkuyla bağlandığı dans yolculuğunun kendi hayat yolculuğuna dönüşmesi ve örtüşen tutkuların Türkiye’deki dans sanatının gelişimine de katkı yapmasına dair ipuçları sunulmuş.1968 yılında bale eğitimini tamamlamış olarak dönen genç bir dansçının eğitmenine yolladığı çığlıkları yaratıcılığını baleden değil modern danstan destek alabileceğini fark eden genç sanatçı için bir yol haritasıdır aynı zamanda. “Bedenimin kilit altına alındığını hissediyorum; bütün hareketlerim sınırlanıyor, bana dans edecek hiçbir yer kalmıyor. Bunun matematik ve coğrafya dersinden ne farkı var? Batılılaşma ile birlikte Türkiye’nin gündemine giren bale ve izleyen süreçte modern dansın ülkemizde kabul görmesi ve yerleşiklik kazanması sürecinde birçok girişim, engelleme, zorluk ve tutku Aksan’ın yaşamının özeti gibi. 1980’de Güzel Sanatlar Akademisi’nde düzenlenen bir sempozyumda verdiği bildiride, kareograf yetiştirilmesi konusu üzerinde önemle durur; “Bale, Batı dünyasının Rönesans temelleri üzerine kurulu geleneklerine çok sadık bir sanat formudur. Bu birikimi geçmiş ve kültürel altyapıyı bedenlerimiz yabancılıyor. Biz kendimizi ifade etmeyi baleyle değil, modern dansla başlamalıyız. Bizim özellikle, bedenlerimizi ve ruhumuzu özgür kılmamız gerekir, bunu da bize modern dans sağlayacaktır.” vurgusu, yazı boyunca neredeyse gün be gün bir adım ileri, iki adım geri mücadele günlüğü, örgütlenme girişimleri ve giderek öğrencileri ve öğrenciler taSAYFA 6 D Şebnem Selışık Aksan CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle