26 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Geleceğe bilimle yürüneceği, bilimcinin, bu yürüyüşün olmazsa olmazına dönüştüğü biliniyor artık. Öyleyse bir toplumun gelişmişliği, yetiştirdiği genç bilimci adaylarıyla koyacaktır kendini ortaya. Bu ise bağımsız üniversiteyle, bilimsel etkinliklere ayrılan ödenekle, yayın, laboratuvar vb. alanlardaki somut destekle, toplumda bilime kazandırılan saygınlıkla sağlanabilir ancak. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Bilim Zamanı T ürban olayı, yol açtığı onca kargaşanın yanı sıra toplum olarak aydınlanma sürecini henüz tamamlayamadığımızı da gösterdi bir bakı ma. Türbanlıların sözümona eğitimöğretim hakkı üzerine, özellikle entelektüeller arasında yaşanan görüş ayrılığı, tutum farkı, birbirine ters sahiplenme, bilim, din, Tanrı, eğitim, felsefe, teoloji vb. pek çok kavramın birbirine karıştırıldığını, kavram karmaşası yaşanıldığını ortaya koydu… Asıl şaşırtıcı yan, bugüne dek roman, öykü okuduğuna, oyun, film izlediğine, galeri dolaştığına, konsere gittiğine değgin basında hiçbir habere rastlanmayan, ama bu arada kıldığı namazlar, katıldığı iftarlar vb. konusunda haberden geçilmeyen bir hükümet başkanının kuyuya attığı taşla böylesine ürkütücü bir tabloya aracılık yapması oldu… Eğitim, türbanlılar kadar, dünyanın güneş çevresinde döndüğüne inanmayanların, hekimlere gitmekten çok muskaya yönelenlerin, iflah olmaz dincilerin de hakkı elbette. Ama eğitimin, öğretimin yaslanması gereken bir ilkeler bütününün bulunmayacağı nasıl düşünülebilir? Medrese, manastır kendi dizgesi yönünde nasıl eğitim veriyorsa üniversite de eğitimini kendi dizgesi doğrultusunda gerçekleştirecektir. Bundan kuşku duyulabilir mi? Üniversiteye, “Benim isterlerim yönünde bilim yap, bunu öğret, genci bu yönde eğit” biçiminde bir dayatma getirmenin olanağı var mı? Bu durum, manastırdan ya da medreseden dinsel gerekleri dikkate almadan eğitim vermelerini istemeye benzemeyecek midir? Manastırda, medresede, tekkede vb. eğitim teolojiktir, üniversitede ise bilimsel. Üniversite, manastırın, medresenin temelindeki skolastiğe karşı bilimden yana konumunu, bir anda kazanmadı elbette, tarihsel bir sürecin sonunda, uzun süren bir savaşımın sonunda ulaştı bu aşamaya. Ne var ki bu alanda yaşanan karmaşa, toplumda bunalıma, hatta ötesinde toplumsal yarılmaya yol açabiliyor. Peki nasıl çıkacağız işin içinden? Elbette yine bilimin kılavuzluğuyla… Geleceğe bilimle yürümek! lamda bilim, sanat ve siyasal özgürlükleri sa gelin aralı duran kapıdan başımızı uzabenimsediği, açık toplum düzenini gertalım bir çalım… çekleştirdiği söylenemez.” (EK, 22, 23) “…Bilimi dünyayı anlama çabasında Gerçekten de “İslam dünyasında… tekavramlar ile olgular arasında uyum kurolojik bağnazlık hiçbir zaman kırılmamışma süreci diye tanımlayabiliriz.” Buna götır.” (76) Ne var ki “çağdaşlaşma yolunda re, “bilimin temel amacı olgusal dünyayı hiçbir toplum, bilimin nesnel, ussal ve ya da düpedüz evreni anlamaktır… Din, eleştirel yaklaşımına ters düşen birtakım metafizik için de aynı şey söylenebilir. Öydogma, saplantı ve alışkanlıklarına bağlı leyse, bilimi bu tür uğraşılardan ayıran kalarak ilerleyemez. Bilimi sürgit dışlamaözelliği amacında değil, bu amaca ulaşya olanak olmadığına göre, toplumların mada kullandığı yöntemde arayacağız. tek sağlıklı seçeneği yerleşik inanç ve Din Kutsal Kitaplarda açıklanan birtakım davranışlarını gözden geçirmeye, geleyargılar çerçevesinde evrenin peşin bir neksel tutum ve kurumlarını bilimsel anlayorumunu verir. (…) Bunlar tanrısal birer yışla bağdaşır biçimde yeniden düzenlebuyruk niteliğindedir; dayanaklarını olgumeye yönelmektir.” (BD, 15) sal dünyada değil; inançlarda aramak gerekir. (…) “Modern bilim teolojiye karşın BİR BİLİMCİ: CEMAL YILDIRIM... bir gelişmedir. Teoloji dinsel metafiziktir; Cemal Yıldırım’ı yıllar önce, Fethi Naevreni Tanrı kavramına dayanarak anlamlı ci’nin Gerçek Yayınevinin “100 Soruda” kılma, açıklama girişimidir.” (BD, 49, 42, dağarında yayımladığı kitaplarıyla tanımış43, 69) tım. Altlarını çizerek, notlar alarak okumu“Bilim bir bitmeyen ‘sınamayanılmasışum bunları. nama’ sürecidir: yanılma, yanlışlanma olaYıldırım, 100 Soruda Bilim Tarihi’nde sılığına açıktır. Tanrı’yı üstü örtük de olsa (1974) Aydın Sayılı’yı da kaynak gösteredışlayan, sonuçları kutsal kitapların içerdirek şöyle diyor: ”İslam biliminin canlılığını ği ‘mutlak doğrular’la çelişen bilimin din yitirmesine bir başka etken de din ile feliçin bir tehlike oluşturduğu teologların gösefenin bağdaştırılamamış olmasıdır. Bizünden hiçbir zaman kaçmamıştır. Nitelimlerin gelişmesi için serbest felsefi dükim ilk çağlardan günümüze dek teologlaşünce ve tartışmanın yaratacağı rasyonel rın sanat, ethik ve felsefede yeniye açılma bir atmosfere ihtiyaç varır. Oysa daha girişimleri gibi bilimi de sınırlama, sindironuncu yüzyılda felsefeye ve her türlü me, dahası yok etme yolunda ellerindeki rasyonel düşünceye karşı giderek artan tüm olanakları kullanmaktan geri kalmabir kuşku ve tepkinin yer aldığı görülür.” dıklarını görüyoruz.” (BD, 68, 69) (102, 103) “Teoloji medrese eğitimi aracılığıyla İsGerçekten “on ikinci yüzyıla gelinceye lam dünyasında, skolastizm öğretisiyle Hıdek İran, Irak ve Mısır’da parlak gelişme ristiyan dünyasında tam bir egemenlik kuortamı bulan bilim, Gazali’nin felsefeyi, rar.” (76) “Giordano Bruno’yu ateşte ölüdolayısıyla özgür düşünceyi tümüyle yok me, sağlığını ve görme yetisini yitirmiş etmeye yönelik ortaya koyduğu bağnaz Galileo’yu ileri yaşına karşın ev hapsine tutumunun egemenlik kazanmasıyla sönmahkum etmiş dinsel fanatizmin günümeye yüz tutar, çok geçmeden İslam ülmüzde, özellikle İslam dünyasında yeni bir keleri bugün de içinden çıkamadıkları orbaşkaldırma eyleminde olduğunu görtaçağ karanlığına gömülür.” (BD, 17) mekteyiz. İslam’da fanatizm on birinci yüzyılda Gazali ile başlamıştı. Cemal Yıldırım Gazali, Filozofların Yıkımı adlı kitabında İslam teolojisi dışında kalan tüm düşünce etkinliklerine karşı militan bir tavır almıştır.” (BD, 73) “Engizisyon özgür arayışa duyulan korkunun ürünüdür.” “…17. yüzyılın ortalarına gelinceye dek kilisenin bilim adamlarını engizisyon terörü altında tuttuğu iyi bilinmektedir.” “Ne var ki, düşünce ve inanç özgürlüğü geleneğini kurmuş açık toplumlarda, ne türden olursa olsun bağnazlığın etki alanı sınırlıdır; kuracağı egemenlik yüzeysel ve geçici olmaktan ileri geçmez. Tehlike hümanist gelenekten yoksun, tartışma ve eleştiriye kapalı tekdüze toplumlar için büyüktür. (…) İslamiyetin egemen olduğu toplumların tarihsel yaşantısı, özellikle son binyıl içinde, belli kalıplar içinde donup kalmış, yeni deneyimlere, özgür ve yaratıcı etkinliklere açılma olanağı bulamamıştır. Nitekim günümüzde hiçbir İslam ülkesinin gerçek an Oysa Cemal Yıldırım’ın kendisi, bunun tersi anlayışın, İslam olmakla birlikte Mustafa Kemal’in öncülüğünde kurulan laik, demokratik cumhuriyetle yaşanan aydınlanmacı, bilimci Türkiye toplumunun yoktan var ettiği örnek olarak alınabilir. Yldırım’ın yaşamöyküsü, bu konuda tam anlamıyla yanıt oluşturuyor bana göre. 1925 Diyarbakır Kulp doğumlu Yıldırım. İslamcı Osmanlı toplumunda yaşasaydı asla ulaşamayacağı olanaklara Akçadağ Köy Enstitüsü aracılığıyla kavuşuyor. Uzun bir eğitim, öğretim sürecinin ardından genç bir bilimci olarak İngiltere’de, Amerika’da çalışıyor. Ufkumuzu genişleten, ötesinde zevkle okuduğumuz kitaplar geliyor sonra. Yalnızca bu kadarcık aktarım bile bilimci bir toplumun önemini, bağımsız üniversitenin anlamını, sonuçta ussal etkinliğin yüceliğini göstermeye yetiyor bence. Çünkü “tüm kültürel etkinlikler gibi bilim de üstün yetenekli kişilerin gerçeğe yönelik arayışlarına elveren bir ortamın ürünü…” Kaldı ki “kültürel koşullanmaları kırmak sıradan bir iş değildir. Bunun için yaratıcı zekânın yanı sıra atılgan bir kişilik gerekir.” (BÖ, 12, 24) Cemal Yıldırım’ın örnek bilimciliği, yalnızca yetişme ortamı, koşulları anlamında çıkmıyor ortaya. Kitaplarında, yansıttığı bütünsel kavrayışıyla, olaylar arasında kurduğu bağla, çağları, dinleri, bilimsel etkinlikleri, uygarlıkları birbiriyle ilintilendirişiyle bir büyük bilimcinin varlığına tanık oluyor, bununla mutlanıyoruz. GELECEĞE BİLİMCİYLE YÜRÜMEK Geleceğe bilimle yürüneceği, bilimcinin, bu yürüyüşün olmazsa olmazına dönüştüğü biliniyor artık. Öyleyse bir toplumun gelişmişliği, yetiştirdiği genç bilimci adaylarıyla koyacaktır kendini ortaya. Bu ise bağımsız üniversiteyle, bilimsel etkinliklere ayrılan ödenekle, yayın, laboratuvar vb. alanlardaki somut destekle, toplumda bilime kazandırılan saygınlıkla sağlanabilir ancak. Bilim tarihçisi George Sarton’un şu sözünü alıntılıyor Yıldırım: “Genellikle veba, kolera salgını, deprem, savaş, kıtlık gibi olguların ardından gelen dinsel fanatizm çoğu kez hırçın biçimler almıştır.” (BD, 70) Bugün toplumumuzun buna denk düşecek ölçüde yokluk, yoksunluk yaşadığı söylenebilir. Toplumbilimciler, ülkemizdeki demokrasinin bir “sadaka demokrasisi” olduğunu dile getirmiyor mu? Öyleyse dinsel fanatizmin yükselişi böylesi bir kaynaktan da besleniyor olmalı. İşte tam da böyle bir aşamada Bilim ve Gelecek’in, kimbilir ne güçlüklerle yayımladığı dergiden sonra, bir de Bilim ve Gelecek Kitaplığı başlığı altında, herhangi ödeneğe sahip olmadığı halde bağımsız bilim yayıncılığına soyunup popüler kitaplar yayımlamaya koyuluşu bu açıdan büyük önem taşıyor. Kuşkusuz öteki bağımsız yayınevlerinin (Örneğin İmge) tutumları da buna eklenebilir… Öte yandan bilim, bilimsel çalışmalar kadınlar için çok daha ayrı önem taşıyor… Çünkü bütün düşüncelerdeki yerleşik inanışlara, biçimlenmelere inat yalnız bilimde erkekle eşitlenmiş bir değere sahip kadın varlık. Peki kadınlar ne yapıyor? Yeryüzünün her yerinde, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ya da düzayak söyleyişle Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına hazırlanıyor şu sıra. 8 Mart’ı kutlama geleneği, ülkemizde de süregeliyor elbette. Kadınlarımız, bir yandan türban sorunuyla boğuşuyor, ama öte yandan bilimin kılavuzluğunda da geleceğe yöneliyor. Ne var ki kadınlarımız, türbandan, hatta 8 Mart’tan önce Cemal Yıldırım’ın kitaplarını okumalı derim. Özellikle de Bilimin Öncüleri adlı kitapta yer alan Marie Curie bölümünü… “Tüm zamanların (bu) en büyük bilim kadını”nın (163) bilim için sergilediği özverili direnci, onurlu duruşu… Ne demiş atalarımız; “Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz.” Kadınlarımızın, hele de türbanlıların Marie Curie’den, onun yaşamından öğreneceği ne çok şey var! Andığım kitaplar, bir kitaplığın olmazsa olmaz koşulları… ? KİTAP SAYI 942 TEOLOJİDEN BİLİM KILAVUZLUĞUNA... “Bilimin kılavuzluğu” denildiğinde alanın öncülerine, bu alandaki etkinliklere, çalışmalara, sonuçta bilimsel düşünme yöntemine dek getirmek gerekiyor konuyu. Cemal Yıldırım’ın arka arkaya yayımlanan üç kitabı, bu konuda dayanak oluşturmaya yetecektir sanıyorum… Bilim ve Gelecek Kitaplığınca 2007 sonlarında yayımlanan Bilimin Öncüleri (BÖ) ile Evrim Kuramı ve Bağnazlık (EK) adlı kitaplar, İmge Kitabevince yayımlanan Bilimsel Düşünme Yöntemi (BD, 2008) başlıklı anıt kitap, ufkumuzu açmaya, yolumuzu ışıklandırmaya yetiyor da artıyor… Cemal Yıldırım, Bilimin Öncüleri’nde, “Yaşadığımız dünyayı doğru değerlendirmenin başta gelen koşulu kuşkusuz bilimi yeterince anlamaktır” diyerek giriyor söze, ardından “Bilim birtakım olgusal verilerin bir kataloğu değildir” deyip “evreni, evren içindeki konumumuzu anlama”nın (7, 45, 49) önemini vurguluyor. Biz kendi yerimizi nasıl belirleyeceğiz peki? Evrene göre konumumuzun ne olduğunu kavrayarak demek ki… Bunun için kavramlar getirmek, alanın sınırlarını çizmek, tanımlar yapmak, tasımlara ulaşmak gerekmez mi? Öyleyse minicik de olSAYFA 28 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle