23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“Arkeolojinin Delikanlısı” üzerine... Muhibbe Darga ile ‘delikanlı’ bir yaşam sohbeti Genç Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli klasik arkeologlarından Arif Müfid Mansel’i araştırırken, gene ona başvurdum. Ama bu kez Can Yayınları tarafından biraz genişletilerek yapılmış yeni baskısına. Muhibbe Darga ile yaşamı temelinde yapılan destan gibi bir söyleşiden oluşan, Arkeolojinin Delikanlısı kitabından söz ediyorum. TANIKLIK EDEN DARGA OLUNCA… Ama kitabın tarihsel tanıklık değerini arttıranın, biraz da Muhibbe Darga’nın kişiliği olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Her şeyden önce, kendisinin de sık sık vurguladığı gibi, arkeolojiye tutkuyla bağlı Muhibbe Darga. Mesleğini aşkla, coşkuyla, heyecanla yapmış. Koşullar zaman zaman uzaklaştırsa da, ne yapıp edip arkeolojiye tekrar dönmüş. Aslında bu özellik, Cumhuriyet’in ilk kuşaklarının ortak özelliği, para ya da başka bir çıkar gözetmeden, faydalı olma isteğiyle mesleğine adanmak… Ama Muhibbe Hanım’a özgülük, belki de şuradan kaynaklı: Muhibbe Hanım, arkeolojiyi ve bir arkeolog olarak yaşadıklarını anlatırken de coşkulu. Sözlerinden yaşam fışkırıyor. Çünkü, Ahmet Cemal’in onu anlattığı bir yazısında tanımladığı gibi, bir “yaşam ustası”. İnsanı yorgunluğundan, karamsarlığından utandıracak kadar yaşam, canlılık, enerji dolu. Sözcüğün tüm anlam içeriğiyle, “renkli”, hatta rengârenk bir insan. Dedesi saray mabeyncisi Mehmet Emin Bey’le başlayan ve hekim babası A. Sait Darga ile devam eden, kültüre, kitaba çok önem verilen bir aile ortamında yetişmiş. Ama bu ortamı, sağlam bir genel kültür altyapısı edinerek değerlendirmeyi de bilmiş. Yaşamını inceliklerle zenginleştirmeyi, sanat başta olmak üzere, kültürün her alanından dem ve tat almayı, okumayı, öğrenmeyi bilen, çok şeyi merak eden, meraklarının peşine bir araştırmacı titizliğiyle düşen, yaşama “muziplikle” bakan, bulunduğu ortamın muzırı olan, disiplinle, sorumlulukla yaşamdan zevk almayı birleştirebilmiş bir insan. Gene dikkat çekici bir yan, anılarına gömülmüş, geçmişinde yaşamaya başlamış pek çok yaşıtından farklı olarak Muhibbe Darga’nın günümüz kültürel, akademik ve politik yaşamıyla da son derece yakından ilgili olması. Sonuç: Renkli ve dolu bir yaşamın kitabı da renkli ve dolu oluyor. Muhibbe Darga’nın anlattıklarını özgün kılan, biraz da yaşadıklarını ve yaşadığı insanları geniş bir açıyla değerlendirmesini, süzmesini, sorgulamasını bilen bir akla sahip olması. Kişiler ve olaylar hakkındaki her yorumunu, her konudaki değerlendirmesini aklının mihenk taşına vurmuş bir kişiden söz ediyoruz. Aynı zamanda, kendi eksiklerine, yanlışlarına da dürüstlükle bakan, özeleştirisini içtenlikle yapan. Bir de üstüne, sözünü sakınmayan, “delikanlı” bir üslup söz konusu olunca, bu yaşamöyküsü kitabı elden düşürülmeden, su gibi okunmayı hak ediyor. Dönemin görsel tanıklığını yapan resimler ve kimi belgeler de cabası… TOPRAKTAKİ GERÇEĞİ KEŞFETMEK… Kitapta, pek çok şeyin yanı sıra, dünya arkeoloji camiasını derinden sarsmış bir keşfin öyküsü de yer alıyor: Karatepe. Toprağın bağrında sakladığı gerçeği katman katman soyma tam bir derviş sabrı ve karınca azmi işiyken; o gerçeği bağrında saklayan yerleri keşfetmenin kendisinin de oldukça maceralı olduğu zamanları düşünün. Anadolu’da yolunizin, doğru dürüst taşıtın, konaklama imkânının olmadığı 1940’lı50’li yılları… Muhibbe Darga’nın da aralarında bulunduğu küçük bir ekip, başta Prof. Bossert, yardımcıları Halet Çambel ve Bahadır Alkım olmak üzere, o yılların Anadolusu’nda bir Hitit yerleşmesinin izini sürüyor. Yürüyerek, en iyi ihtimalle at sırtında, ya da kamyon, kamyonet kasalarında… Yer yer karkış koşullarında… Herhangi bir dört duvar bulununca ya da hiç olmazsa Türkmen çadırlarında “Tanrı misafiri” olarak konaklayarak… Maceranın tadına ancak Muhibbe Hanım’ın (ya da Halet Çambel ve diğer tanıkların) anlatımını okuyarak varabileceğiniz bir yolculuğun sonunda, sonradan Geç Hitit Kalesi Azatiwataya olarak tespit edilecek KaratepeAslantaş’a ulaşılır. Keşfetmek yetmeyecek, toprağa gömülmüş kale kalıntılarını ortaya çıkarmak ve ayağa kaldırmak, Prof. Halet Çambel’in, Prof. Bossert’den devraldığı zorlu bir çaba olarak günümüze kadar gelecektir. Keşfinden birkaç yıl sonra, Karatepe adı dünya çapında bilinir hale gelir. Çünkü Karatepe kazıları, çıkarılan ikidilli yazıtlar yardımıyla (Fenikece ve Hititçe) Hitit resim yazısının çözülmesine yol açmıştır. İşte, bu büyük keşfi yapan ekibin bir üyesidir Muhibbe Darga. Onun ve diğer ekip üyelerinin adları, popüler arkeoloji yazarı C. W. Ceram’ın kazıları ziyaret etmesi ve Tanrıların Vatanı Anadolu kitabında Karatepe’nin keşif öyküsünü anlatmasıyla, arkeoloji camiası dışında da kısa sürede ölümsüzleşir. Arkeolojinin Delikanlısı kitabından, Ceram’ın, bu kitabı Muhibbe Darga’ya “altı çocuğumun annesine” ithafıyla yolladığını öğreniyoruz. Muhibbe Hanım’ın “muzırlığına” bir göndermedir bu. Muhibbe Darga, Ceram’ın Karatepe kazılarını ziyareti sırasında, ona civarı gezdirmekle görevlendirilir. Yürüyüş sırasında, yolları bir Türkmen obasına düşer. Erkekler, çalışmaya gitmiştir; kadınlar çadırların önünde yufka açmakta, ortalıkta köylü çocukları dolanmaktadır. Bu otantik tablo Ceram’ı, “bitirir”. Çadırların içini görmek ister, ama göçer Türkmen kadınları “gavur” adamı çadırlara sokmak istemez. Muhibbe Darga’nın muzır aklı imdada yetişir, Ceram’la evli ve altı çocuk sahibi olduklarını söyleyerek, kadınların güvenini kazanır. Ceram, ikram edilen taze açılmış yufka ekmeği içindeki keçi peynirinin tadını unutmayacak, kitabında da bu yaşantıyı sıcak duygularla anacaktır. ? nmahsereci@yahoo.com Arkeolojinin Delikanlısı Muhibbe Darga/ Emine Çaykara/ Can Yayınları/ Aralık 2007/ 369 s. KİTAP SAYI 942 ? Nalân MAHSERECİ enç kuşak arkeologların bile, yalnızca yazdığı eserler üzerinden, o da çok sınırlı tanıdığı; değeri kendisini bizzat tanımış olanlar dışında neredeyse unutulmuş Prof. Dr. Arif Müfid Mansel’i yapıp ettikleriyle, hocalığıyla, kişilik özellikleriyle yaşatan, sınırlı birkaç kaynaktan biri Arkeolojinin Delikanlısı. Sadece bu değerli ismi mi? Naziler’den kaçarak, Türkiye’ye sığınan, Hititoloji’yi geliştiren Prof. Dr. H. T. Bossert’i, gene Nazi Almanyası kaçkını, Roma tarihi ve nümizmatik dersleri hocası Prof. Dr. Emin Bosch’u, ülkemizin ilk kadın arkeologlarından Prof. Dr. Halet Çambel’i, dünya çapında Hititoloğumuz Prof. Dr. Sedat Alp’i, Doç. Dr. Bahadır Alkım’ı, Prof. Tahsin Özgüç, Prof. Dr. Nimet Özgüç ve Prof. Dr. Ekrem Akurgal’ı… Listeyi satırlarca uzatmak yerine kısa yoldan şöyle söylesek daha iyi. Bir bölümü bugün hâlâ üniversitelerde kürsü başkanı, çeşitli unvanlara sahip akademisyenler olarak çalışan, ülkemizin arkeolojik zenginliğini ortaya çıkaran bilimsel kazıları yürüten, Anadolu arkeolojisine Cumhuriyet’in kuruluşundan beri hizmet etmiş, bu bilimi yaratmış, gelişmesini, ilerlemesini sağlamış birkaç kuşak arkeolog, filolog, müzeci, hatta sanat tarihçileri ve tarihçilerin neredeyse tümünü… Yanı sıra, başka uzmanlık alanlarından akademisyenler ve birçok aydını… Sadece isimlerde değil, Türkiye’de arkeoloji çalışmaları tarihinin bütün boyutlarında çok önemli kayıtlar düşüyor bu sözlü tarih tanıklığı kitabı. Arkeoloji eğitimin yapılış, veriliş biçimleri, geçirdiği evreler, Genç Cumhuriyet’in zorlu koşullarında yapılan ilk kazı çalışmaları, bunlarla ortaya çıkarılanlar, yarattıkları yankılar, dönemsel siyasi değişimlerin arkeoloji bilimine ve genel olarak üniversite yaşamına yansımaları vs. Taze bir ülkenin, bilimlerin, üniversite yaşamının neredeyse sıfırdan kuruluşunu bizzat yaşamış, hatta kurucu olmuş, Cumhuriyet değerleriyle yoğrulmuş ilk kuşakların kimi temsilcileri hâlâ hayattayken, bu türden tanıklık kitaplarının çoğalmasının ne denli önemli olacağını düşündüren bir yapıt bu. Söyleşiyi yapan Emine Çaykara’nın emeğine sağlık. G SAYFA 16 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle