Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? Yalın yürek Bayram Gümüş ? Onur BEHRAMOĞLU yle bir an gelir ki insanın sözcüklerle anlatması gerekir kendini. Üstelik resimlerim gizli bir günce de değil ki, kendini dışarı vuran bir saldırı gücü yalnızca” der Katalan ressam Joan Miro. Öyle bir an gelmiş ve Bayram Gümüş’ü anlatmak, bir yaranın ucunu kanatmak, kırık dalın acısını aramak, söz büyücüsü Nihat Behram’a boyun borcu olmuş, ‘Hayatın Renkleriyle Ruhumuzu Emziren Yalın Yürek’i yazmış şair. Naif resmin öncülerinden Gümrükçü Rousseau’nun mezar taşında, onu en iyi anlamış olan Apollinaire’in dizeleri kazılı; Eluard, daha 1927’de, eleştirmenler kaleme davranmadan yıllar önce, ‘Joan Miro’ başlıklı bir şiir yazdı; Delacroix’nın önemini yetkinlikle belirleyen, Baudelaire oldu. Eloğlu’ndan Altıok Metin’e, Oktay Rifat’tan İlhan Berk’e nice şairimizin ressamlığı; Ece Ayhan’ın ‘Hay Hak! Söyleşiler’inden Ahmet Oktay’ın ‘Resim Yazıları’na, şairle ressamı buluşturan kitaplar bilinir de, Osmanlı sarayındaki Matrakçı Nasuh minyatüründen Kütahya köyündeki Hüseyin Yüce resmine ya da Gürcü Pirosmani’ye çizilecek bir hat var mıdır, pek sorulmamıştır, Nihat Behram bunu sormamıza ve “Ö sile oluyor. Salonlar, piyasalar, sanat sevicileri anlayıp sevsinler diye değil, onların hiç anlayamayacağı biçimde, yaprağın damarlarından sızar gibi. RESME ŞAİR BAKIŞI Orhan Taylan demiştir, Osmanlı minyatüründe hem Bizans’tan, ikonalardan hem İran’dan etkiler vardır ve Türk resmi, minyatüre dayandırılamaz. Sanat tarihi perspektifinden, akademik pencereden bakıldığında doğrudur da, şair bakıyorsa meseleye, her şey değişir. Matrakçı Nasuh’u, Nakkaş Osman’ı belki de hiç görmemiş bir Bayram Gümüş, onlarla el, ruh, düş, büyü ikizidir kuşkusuz. İki ördeğin, bir sopayı sedye gibi ucundan tutup, kuraklıkta susuz kalan bir kaplumbağayı taşıyarak kuraklıktan kaçırışını gösteren minyatürü yaratan ruhun ikizini bulmak, köklerine doğru bir ürperti yaratır şairde, belki de, nice resimler yapmış babasının ‘Miras’ıdır bağrında uğuldayan. ‘Manastır Kuşçusu’ndan ‘Kuş Takvimi’ne, “ve daha dünya/yaralı, yavru bir kuşun uçuşudur” diyerek gelen şairin, simurg, hüdhüd, hümâ, leylek, güvercin, turna, bülbülle kanatlanan minyatürlerle, arabayı bile kırlangıç uçuşu sürerken yoldaki kaplumbağayı ezilmekten kurtarmak için aniden frene basan bir ressamı buluşturmasından daha doğal ne olabilir? Define aramaktadır şair, dört denize dökü len dört ırmağın taşıdığı mıknatıs çekiminde, yürek kınından sıyırma gülüşü kuş sesini anımsatan dostu Zeko ile... “Deniz, uçmayı kesintisiz öğrenegelmiş kocaman bir kuştur” der, Leton şair Guntars Godins. Bizim Deniz ve arkadaşlarının, o kesintisiz uçan kocaman kuşların idamları nedeniyle yapılan eylemlerden birinde taşıdığı bombalar üstünde patlayan ve iki kolubacağı kopan İbrahim Cenet’e şiir adarken hangi duygudaysa şair, işte yine o duygusunu soluyoruz Bayram Gümüş’e yönelişinde: Doğrudan, açık, kendiliğinden... Yorumu, tartışmayı, ölçüp biçmeyi gerektirmeyen, sahici, katışıksız, çıkarsız, özentisiz, cakasız... Ama edalı, nazlı, delikanlı; kederli, sevinçli, başkaldıran; ince, içli, rüzgârlı; dertleşmedeki içtenliğiyle yarışılmaz... KİTAPTA TÜM RENKLER VAR... Anlık etkilerin patlama sesleri var bu kitapta, klarnet ile pilli radyo var. “Boşver Amerika’yı mamerikayı” var bu kitapta, Kadıköy otobüs durakları var. Alüminyum fabrikasında işçilik yapan çok sevgili dayı var bu kitapta, “Kimin aile albümünde böyle bir fotoğraf yoktur/Kimin elbette böyle bir dayısı olmadı” burukluğunda inildeyen gazeller var. Zekâi Bostancı, Nevzat Metin, Edip Akbayram, Kasım Koçak, İbrahim Çiftçioğlu var bu kitapta. Çalgıcı Bayram ve Gırnatacı Omar ve Zıvarıklı Gelin ve Âşık Veysel var. Zeytin ağacı, çilek, çayın dil buracak denli demlisi var bu kitapta. 1977 model Pontiac, 56 kırmızı Chevrolet var. Okulun en güzel kızı var bu kitapta. Okuldan kaçıp güvercin kümesi dağıtmak var. Sorular var: Öfkenin rengi ne? Hangi renk ufuktan sağılır? Filiz hangi renkte gülümser? Dal ağlarken gözyaşı hangi renk damlar? Bebeğin dişi hangi renk acır? Özlemin rengi ne?.. Aynı hızda yanıtlar. Ne yok bu kitapta?.. Kum üstündeki izler gibi esintiyle silinip götürülecekler yok. Karmaşıklık, sorumsuzluk, bulanıklık yok. Tüm renkler var, umutsuzluğun rengi yok. Dağlarca, Toroslar’a metafor diye değil, “Bademden bir dal almadın mı?” sorusuna, “Kıyamadım” yanıtı Öyle bir an gelmiş ki Bayram Gümüş’ü anlatmak, bir yaranın ucunu kanatmak, kırık dalın acısını aramak, söz büyücüsü Nihat Behram’a boyun borcu olmuş. gibi dolaşıyor satıraralarında. “Gerdana dökülen tel incinmesin” diyen Karacaoğlan, mezar başındaki bir telefon konuşmasında yankılanıyor. İsmail Demircioğlu’nun sesi, tomurcuğun açması doğallığında duyuluyor. Naiflik, okura yükleniyor. Yurtseverlik, olmazsa olmaz bir hal alıyor. Çocuk, şiir, resim, kuş sanki eşanlamlı oluyor. İlk yuvasını doğada, doğal koşullarda yapan bülbülü, dünyada hiçbir kuşçunun kafese alıştıramayacağını; evcilleştirme, kafese alıştırma dayatmasına, kafesin tellerine çarpa çarpa kendini öldürerek cevap verdiğini duyunca, naif resmin değerli temsilcisi Bayram Gümüş, “Helal olsun o bülbüle!” diyor. Resim yaparak her şeyden önce kendine müdahale eden, kendini dindiren, hayallerini tuvalde toplayan, var olanın ötesine ulaşmak isteyen, sadece toplumda sunulanı değil doğada sunulanı da kabul edemeyen, arnavutkaldırıma asfalt dökülünce canı yanan, kuruyan toprakla kuruyan, kendini boyayla savunan ressama da; İsviçreTürkiye arasında sayısız uçak yolculuklarında, hiçlik elle tutulurcasına yakınken, çocukların babalarıyla ilk boy resimlerini hatırlayıp hayatın şarkısını söyleme inadında “kim bilir hâlâ nasıl süslüyor beni/o yusufçuk sesleri” dizelerini unutmayan, naif bir ressamın kişiliğinde masumiyetin izini süren; şiirini, romanını, masalını, anlatısını okuduğumuzda aynı zamanda özyaşamöyküsünü okuyabildiğimiz yalın yürek şairi de aynı coşkuyla selamlıyoruz. ? Hayatın Renkleriyle Ruhumuzu Emziren Yalın Yürek Bayram Gümüş/ Nihat Behram/ Everest Yayınları/ 178 s. KİTAP SAYI ? 939 SAYFA 22 CUMHURİYET